Bir parça bayat ekmek

Küçük bir dükkanım var. Telefon aksesuarı satıyorum. Kontur, parça kontür. Dükkanda akşama kadar yalnızım. Öğlen yemeğine evden sefer tasıyla bazen yemek getiriyorum. Bazen de yanı başımdaki kara fırından odun ekmeği alıp zeytin peynir Allah ne nasip ettiyse…

Odun ekmeği malumunuz lezzetli olur. Hele pidesi, mis gibi kokar, nevalesiz katıksız bile  rahatlıkla yenir.

Bazen aldığım taze bir ekmek, şayet yemek de sulu ise bir anda bitiveriyor. 250 gram ekmek taze olunca dayanılmıyor.

Ama acizane kilo almamak, hiç sevmediğim göbekli olmamak ve onları da bilahare eritmeğe çabalamamak  için taze bir ekmeği iki üç öğünde bitirmeyi (nefsimin hiç hoşuna gitmesede) kabullenmişim, adet edinmişim.

Bir pazartesi günü  aldığım taze ekmeğin üç gün  öğleleri birer  kısmını yemiştim. Bir parçası kalmıştı ve günlerden perşembeydi. Saat dördü buluyordu iyice acıkmıştım. On yaşındaki oğlum sefer tasında etli türlü yemeği ile evden gelmişti. Yemek enfes  kokuyordu.

Koku alma duygum ve kuvve-i zaikam ve açlıktan kıvranan midem en kemal ve cemal noktada bir an evvel yemeği yememe beni sevk ediyordu.

Sofrayı serdim yemek tabağına yemeği boşalttım, ekmek poşetini getirdim. Ama baktım nefsim naylon poşete şöyle bir yan gözle bakıyor ve adeta mırıldanıyor. “Böyle güzel bir türlü yemeğiyle bu bayat dört günlük ekmek yenir mi?” diye. “Al köşe başındaki fırından  şöyle taze mis gibi kokan bir ekmek, vur tabağın dibine ye, tabağı sil süpür güzelce de  sünnetle.”

Dedim içimden “Bak şu nefsin kurnazlığına taze ekmeği yemek için sünneti perde ediyor. İşine geldi mi sofi oluyor, sünneti hatırlatıyor.. Uyanık.”

Kalbime geldi bu ekmek bayat. Dört günlük olan bu parça ekmeği bu gün de  yemezsem yarına kalırsa kesinlikle iyice bayatlar ve  artık yenmez ve ekmeği çöpe atmak mecburiyetinde kalırım. Nimeti çöpe atmak israf olur. Binlerce aç ve kuru ekmeğe talim eden insanlar varken ben bu parça ekmeği  nasıl çöpe atarım. Rabbim, Halıkım, bu nimeti bana  veren  ne der, nasıl cevap verebilirim…

Risale-i Nurdan kuvvetli İman-ı Billah ve iman-ı bilahiret dersi alan kalbimin baskısıyla nefsim fazla direnemedi. Yemeğe oturdum ve istemeye istemeye bayat ekmek poşetini açtım, parça ekmeği çıkardım. Baktım ekmek bir tarafından küflenmeye başlamış.

Nefsim “mal bulmuş mağribi gibi” fenni tıptan ders almış, mütehassız bir hekim-i hazık gibi hemen küflenen ekmeğe işaret ederek, “bak işte ekmek küflenmeye başlamış, çok bayatlamış yersen zarar görebilirsin. Allah korusun  zehirlenir mehirlenirsin. İnad etme bırak bu bayat ekmeği  bir tarafa al şu fırından taze bir ekmek şöyle iştahla ye...”

Baktım elimi cebime, ayaklarımı da fırına doğru nefsim beni sürüklüyor.

Birden kızdım ve nefsime dedim. “Ulan, güzel yemeklerle şımarttığım adi nefis, sen bu bir parça kuru ekmeğe layık mısın ki adi bahanelerle beğenmeyip taze ekmek istiyorsun. Şımarıklılığına ceza olarak, bende sana taze ekmek almayacağım ve bunu paşa paşa yiyeceksin.

Parça ekmeğin küflü kısmını koparıp bakiyesini yemeğimle nefsim istemiye istemiye yedim, bitirdim.

Oh Elhamdulillah dedim. Sonra nefsime hitaben, ah nefis  bu türlü yemeği ile toprak bile yenir sen kuru ekmeğe razı olmuyorsun, binlerce aç insanı, çamur yiyeni (Afrikada bazı yerliler yiyecek bir şey  bulamıyor suyla toprağı  hamur yapıp sonra kuruttukları bir çeşit toprağı yiyerek açlıklarını giderdiklerini televizyonda görmüştüm.) görmüyorsun. Allah’tan utanmıyor musun? Ne kadar şımarık ne kadar nazlısın. Bu nazı nasıl hak ediyorsun. Senin hakkın naz değil niyazdır.

Milletçe obezleşiyoruz, şişmanlıyoruz. Niye? Çok yemekten. Taze taze ekmekleri, hamurlu yiyecekleri sofrada silip süpürmekten.

Nefisler çok ve çeşitli, hem de lezzetli  yemeklerle azgınlaştı. Çok lezzetli ve güzel yemeklere alıştırdık ve onları  nazlandırıp şımarttık.

Nefsiler artık, az yemek, tek çeşit yemek, iktisatlı yemek hususunda akıl ve kalbimizi dinlemiyor. Arkasından israf, savurganlı sonrada maddi manevi sıkıntılar.

Hz.Aişe (RA) validemiz, vefat-ı Nebeviden (ASM) sonra bir gün ağlayarak anlatıyor. Allah Resul-ü (ASM) hiçbir zaman sofradan tok kalkmamış bir günde iki öğün yemek  yememiştir. Ne kadar ibretamiz bir manzara. Hani Sünnet-i Seniye rehberimiz di.

Bir öğün değil üç öğüne razı olmayan, onunla da kanmayıp ara ara atıştıran meyveler, çerezler, dondurmalar daha neler neler doymak bilmeyen nefisler.

Televizyon kanalları hemen hepsi söz birliği etmişçesine yemek proğramlarıyla adeta yarışıyorlar. Sanki bu millet ne yiyeceğini nasıl yemek yapıp nasıl pasta pişireceğini bilmiyorda...

Milleti çokça yemeğe teşvik edenler kim,kimler.?

Derslerimiz, sohbetlerimiz, misafirliklerimiz, bol yiyecekli, meyveli, pastalı, börekli. Evde ye, çarşıda ye, derste  ye ondan sonra efendim “obezleşiyorum,  kilo alıyorum, kalp var, damar sertliği var, tansiyonum var, şişmanlıyorum, sonrada diyetler, perhiz  yapmalar, ilaçlar...

Halbuki bu derdin devası, çaresi belli az yemek. Kardeşim az ye az. Nefsine, boğazına  hakim ol.

Yemek üstüne yemek yeme. Şifa hazımdadır. Acıkmadan yeme. Ara yemekleri, derslerdeki ikramları, pastaları börekleri kes, kaldır. Nefsini güzel yiyeceklerle  şımartma ta ki az yemekte iktisatta akıl ve kalbini  dinlesin. Sağlıklı olasın, sağlıkta kalasın.

Hac’da bakıyordum, Asyalı, Afrikalı, Malezyalı, hemen ekser hacılar tığ gibiler. Tavafı, Sa’yi diğer hac ibadetlerini, görevlerini, çevikçe, zıplayarak, neşe içinde  koşa koşa ifa ediyorlar. Çok rahatlar.

Tahminen 75-80  yaşlarında Asyalı tığ gibi vücutlu bir hacı ile Kabenin en üst katında koşar gibi adımlarla tavaf yaparken ben tavafın birini bitirip diğerini yarılamamışken Asyalı hacının (Ya Afgan yada Pakistanlıydı) metrelerce bana farkla ilerlediğini  görmüş  ondan 25-30 yaş küçük olmama rağmen tavafta ona yetişememiştim.

Ama gel gör ki Türk hacılar istisnasız ekseriyet hele orta yaşlı ve yaşlı bayan ve erkeklerimiz hepsi biribirinden, tombiş, semiz  ve kilolu. Tavaflarda, gidip gelmelerde çok zorlanıyorlar, kan ter içinde kalıyorlar. Görev ve ibadetlerini çok zorlanarak yapıyorlar. Bunalıyorlar perişan oluyorlar.

Buna rağmen diğer Müslüman milletleri görüp ibret almak varken, yine maalesef hacılarımız, sabah öğlen akşam yemeğinin, güzel yemekler yemenin derdindeler.

Zayıflıktan, açlıktan ölen yoktur. Ama tokluktan, tokluğun meydana getirdiği kalp damar, barsak, yüksek tansiyon ve benzeri   hastalıklarından, ölenler çoktur.

Nefsimle bir parça bayat ekmek için yaptığım boğuşmayı, nefsi nefsim gibi güzel yemeklerle şımarmışlara bir ders olur ümidiyle yazdım.

Bu yazı,okuyanlardan birisini bir parça kuru ekmeği çöpe atmaktan kurtarırsa kendimi muvaffak olmuş sayacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum