Bir otomobil Urfa yolunda

Üstad, Isparta‘da bir kısa dolaşmaktan sonra eve döner, arabanın arka koltuğunda yatar, zorla kucağa alınır, arabadan çıkarılır. Merdivenden çıkarken sırta almak isterler ama kabul etmez. Kollarına girilir, Tahiri Ağabeyi ile beraber yatağa yatırılır. Bayram Abi, “Çok şiddetli ateşi vardı, yanından hiç ayrılmadık” der.

Üstadın  hizmetinde o anda Tahiri, Zübeyir, Hüsnü Bayram ve Bayram Ağabeyler vardır. 19 Mart 1960 gecesi gece saat iki buçuktu. “Zübeyir Ağabey ile beraber  Üstadın başında nöbet tutuyorduk. Zübeyir Ağabey kollarını ovuyor ben de ayaklarını ovuyordum. Üstadımız bana baktı “gideceğiz“ dedi. Üstad’ım nereye gideceğiz dediğimde, Urfa, Diyarbakır dedi. Tekrar gideceğiz dedi. “Nereye Üstadım“ dediğimizde, Urfa’ya gideceğiz“ diye söyleyince Zübeyir Ağabey “çok ateşli de ondan öyle diyor“ dedi.

Bediüzzaman bazen Urfalılardan ziyaretine gelenlere “Ahir ömrümde Urfa’ya gideceğim. Ben Urfa’ya dua ediyorum, Urfa’nın taşı da toprağı da mübarektir” derdi. Urfa’dan kendini davet edenlere de “geleceğim“ derdi.

Saat iki buçuk civarında sık sık tekrarlamaya başladı. Sabah olsun hemen Urfa’ya gideceğiz. Diyarbakır bir kere ağzından çıktı. Hep Urfa diyordu. Hüsnü Ağabey “lastikler arızalı” der. Üstad, “Urfa’ya gideceğiz başka araba da olabilir. İki yüz lirada olsa veririz. Hatta cübbemi de satabilirim” der. Araba hazırlanır ve Üstad da hazırlanır.

20 Mart 1960 saat dokuzdu. Üstadımızın evinin önündeki caddede iki polis bekliyordu. İnönü Menderes’e hücum etmişti. O zaman hükümet bildirisi olarak radyoda Said Nursi’nin Emirdağ ve Isparta’da oturması tavsiye edilir, diye okumuşlardı. Polisler ekseri Ankara ve İstanbul’a gider diye çok korkuyordu. Onun için bilhassa o günlerde çift polis bekliyordu. Araba hareket etmeden ev sahibi Fıtnat Hanım arabanın yanına geldi. Üstad, “Hemşirem Allah’a ısmarladık, bana dua edin, çok rahatsızım“ dedi.

Üstad çok hüzünlü ayrıldı, Fıtnat Hanım’ın da gözleri yaşarmıştı. “Biz ayrıldıktan sonra Fıtnat Hanım Tahir Ağabey’e “Bu sefer Üstad’dan şüphelendim, vallahi yerini aramaya gidiyor” demiş.

Biz garajdan çıktığımızda yağmur yağıyordu, en çok Konya valisinden korkuyorduk. Çünkü o zamanlar gazetelere verdiği beyanatlarda “Nurcuların kökünü kazıyacağım” diyordu. Eğirdir’de karakolun önünden geçerken yağmur şiddetlidir, polisler içeri girmişlerdir, kimseyi görmezler. Şarkikaraağaç’ta arabanın plakasına çamur atarlar, kimse tanımaz. Üstad bir süre sonra bir taşın üzerinde namaz kılar. Evradlarını bitirir biraz düzelir.

Konya Valisine görünmesinler diye Bayram Abi, Hüsnü Abi, Zübeyir Aabey Ayet el Kürsi okurlar. Konya’da görünmeden Mevlana Camii yanından Adana yolu üzerinden hareket ettik. Ereğli’ye varmadan Zübeyir Ağabeyle benim kulağımdan tuttu “Evlatlarım siz hiç merak etmeyiniz. Risale-i Nur dinsizlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir, siz hiç merak etmeyin” dedi.

“Bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni anlayamadılar, bunlar beni siyasete bulaştırmak istediler” dedi. İstanbul’da solcuların yürüyüşüne izin verip sağcılara izin vermemelerine çok üzülür. “Ben buradan gitsem bunlar tokat yiyecek, karışacak” der.

Ereğli’de namazı arabada kılar. Arabanın arkasındaki ocağın ayağı kırıktır, Üstad’a pirinç pilavı alırlar. Pozantı’da tren yolu bekçisinin ocağından istifade ederler. Hüsnü Ağabey ile Bayram Ağabey pilavın suyunu süzer biraz yoğurt  ve yumurta katarlar. Üstad yemekten bir kaşık alır, yiyemez. Boğazından gitmez. Adana, Ceyhan derken, sahurda Osmaniye’ye varırlar. 7.30’da Gaziantep’e varırlar. Orada oyalanmazlar. Urfa’ya girdiklerinde saat on biri gösterir. Doğru Kadıoğlu Camii’ne giderler.

İpek Palas Oteli 27 numara

Bediüzzaman Urfa’ya gelince Abdullah Yeğin‘in tavsiyesi üzerine İpek Palas otelinin 27 numarasında kalmaya başlar. Yüzlerce Urfalı otelde Bediüzzaman’ı ziyaret eder ve elini öperler. Duasını alırlar. Ertesi gün otele iki sivil gelir, şöförü sorarlar. “Şöför nerde” derler?

Şöföre “hazırlanın gideceksiniz“ derler. Daha sonra on bir polis memuru otelin etrafını sarar, bir kısmı da içeri girerek Bediüzzaman’a emri tebliğ ederler. “İçişleri bakanı Namık Gedik’in emri var derhal Isparta’ya dönmelisiniz.” Ölüm döşeğinde hayatının son demlerini yaşayan Bediüzzaman Said Nursi “Acaip ben buraya gitmeye gelmedim, ben belki de öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz. Siz beni müdafaa edin” şeklinde cevap verir.

Zübeyir Gündüzalp ile Hüsnü Bayram‘ı emniyete celb ederler. Sorgu sual başlar. “Niçin geldiniz buraya? Kimden izin aldınız?” Zübeyir Gündüzalp cevap verir. “Biz Üstadımıza tabiiyiz. Biz taş gibiyiz, camidiz. Üstad vurur biz yuvarlanır gideriz. O nereye derse biz o tarafa gideriz.”
“Yaman üstadınız var. Ona söyleyin yukarıdan vekaletten kati emir var. Hemen Urfa’dan çıkacaksınız. Doğru geldiğiniz yere. Kendi arabanızla gidemezseniz size ambulans vereceğiz.”

“Efendim hastalığı şiddetlidir. Tekrar 24 saatlik yol zahmetine katlanması imkansız. Biz Üstadımıza müdahale edemeyiz. Zaten bitkin haldedir.”
“Buraya nasıl kalkıp geldi ise öyle de gidecek. Bizzat vekil Beyin kati emir geldi, Urfa’dan hemen çıkacaksınız.”
“Biz hiç müdahale edemeyiz, siz gelin söyleyin. Durumu arzedin, bize gidelim derse biz de gideriz. Biz kendisine hiçbir şey söylemeyiz. Sizin emrinizi de biz ona tebliğ edemeyiz.”

Emniyet müdürü ve memurlar hiddetlenip bağırıp  çağırıyorlar.
“Ne demek öyle? Siz ona en küçük bir şey de mi söyleyemezsiniz?”
“Evet efendim söyleyemeyiz. Üstadımız ne derse harfiyen onu yaparız.”
“Ben de memurum, amirlerime bağlıyım. Derhal iki saat içinde burayı terk edeceksiniz, doğru Isparta’ya götüreceksiniz.”

Bu arada otele bir doktor geliyor, fakat hastayı görmeden çıkıp gidiyor. Bu esnada Bediüzzaman’ın Urfa’dan çıkarılacağını duyan Urfalılar galeyana geliyor, çeşitli yerlere müracaat etmeye başlıyorlar. Durumu haber alan  DP il başkanı Mehmet Hatipoğlu koşa koşa emniyete geliyor ve emniyet müdürüne şiddetle çıkışıyor:
“Ne oluyor? Eğer Bediüzzaman Hazretlerini buradan bir yere çıkarırsanız, karşınızda beni bulursunuz. Bir kılına halel gelmeyeceği gibi buradan bir adım bile attıramazsınız. Bizim misafirimizdir.”
“Efendim üstten vekaletten emir var, derhal geldiği yere dönecek.”
“Nasıl döner yahu? Adamcağız şiddetli hasta, kıpırdayacak durumda değil. Çok muhterem bir zattır, bu misafir olarak buraya gelmiş, Urfa’nın misafiridir, bu kadar tazyike lüzum yok.”
Hiddetlenen Hatipoğlu tabancayı masaya dayar…

Bediüzzaman’ın Urfa’dan götürüleceğini haber alan 5-6 bin kişi ötelin önüne toplanır. Nur talebeleri bu durum karşısında hastaneye koşarlar, baştabibe dilekçe ile müracaat ederler. Yola  devam edemeyecek olduğunu arz ile muayenesini isterler. Mehmet Hatipoğlu hükümet doktorunu getirir. Bediüzzaman’ı muayene eden doktor talebelere, “Siz ne cesaretle buraya geldiniz. Kırk derece ateşi var, yarın dokuzda gelin, bu zata heyet raporu verelim. Bu haliyle bir yere gidemez” diye teminat verir.

Nur talebeleri sıra ile nöbet tutuyorlar. Otele gelen polisler Bediüzzaman’ın arabasının anahtarını alıyor. Emniyet amiri otele bizzat gelerek Bediüzzaman’la görüşmek istiyor. Durum Bediüzzaman’a bildiriliyor. “Gelsinler“ diyor. Emniyet amiri geliyor. Emrin kati olduğunu mutlaka Isparta ya dönmesi icap ettiğini söyler.

Bediüzzaman, “Ben şimdi hayatımın son dakikalarını geçiriyorum. Ben gideceğim. Belki de burada öleceğim. Siz benim suyumu hazırlamakla mükellefsiniz. Amirinize bildiriniz” diyor.

Emniyet amiri ve polisler müteessir bir şekilde oteli terk ediyorlar. O gün Urfa’dan  Ankara’ya yüzlerce telgraf çekilir. Dernekler, cemiyetler ve halk, telgraf telgraf üstüne “Nasıl olur da Bediüzzaman’ı Urfa’dan çıkarırsınız?" diye tepki gösterir.

Bu arada Bediüzzaman’ı yüzlerce Urfalı sıra ile 27 numaranın önünde kuyruk olup  ziyaret ediyor, elini öpüyor ve duasını alıyor. Hayret! Bediüzzaman Said Nursi hiç bu kadar insanla görüşmezken hepsini birden kabul ediyor. Hepsiyle vedalaşıyor. Gidecek. Ebedi aleme. Rabbine kavuşacak.

O gün böylece geçti . Akşam oldu. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Tabeleler herhangi bir taarruza karşı kapıyı içeriden kilitlediler. Nöbet sırası Bayram Yüksel‘e gelmişti. Bediüzzaman’ın ateşi çok yükselmiş, devamlı üzerinden yorganı atar. Bayram Yüksel de devamlı üzerini örter ve siyanet meleği gibi itina gösterir.

Sadık talebeleri Bediüzzaman rahatsız olmasın diye ayaklarının ucuna basarak dolaşırlar. Artık konuşmuyor, yalnız dudakları kıpırdıyor, nurani siması ışıl ışıl parlamaktadır. Gece 2-3 sıralarında başucunda hizmetkarı Bayram Yüksel ellerini göğsüne koyuyor ve kendi kendine:
“Üstad biraz iyileşti, uykuya daldı. Elhamdülillah, Üstad uyudu“ diyerek üstünü iyice örtüp, sobayı yakıyor.

Zaman Ramazan‘ın yirmi beşi, saat üç. Sahur vakti diğer talebeler Zübeyir Gündüzalp, Hüsnü Bayram ve Abdullah Yeğin gelirler. Sabah ezanı okunur. Vaiz Ömer Efendi gelir ve nabzını yoklar, yaşlı gözlerle vefat ettiğini belirtir. Otel sahibi Mehmet Efendi durumu anlayınca ellerini dizine vurur, feryad eder. Dışarıda Emniyet müdürü ile karşılaşır. Müdür “Ne o?” Otelci “Vefat etti.” Müdür “Hakikat mi?” Otelci “Evet” Hemen doktor gelip muayene eder. “Allah Allah çok ateşli ama vefat etmiş, hiç ölüm haline benzemiyor.” “Mehmet Hatipoğlu ve Urfa’nın ileri gelenleri “Üstadı dergahta yıkayacağız ve oraya defnedeceğiz?” diye karar alırlar.

Haberi alan Türkiye’nin her yerinden onbinlerce insan sel gibi Urfa’ya akın eder. 23 Mart Çarşamba günü öğleden sonra teçhiz ve tekfin işleri yapılır. Halilürrahman dergahında yıkanır. Bu esnada Bediüzzaman’ın naaşının üstünde binlerce ak kanatlı güvercin uçuşur. Hafiften yağmur yağar, cenaze Ulu Camiye getirilir. O gece cenaze camiide kalır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum