Bir kez daha Said Nursi ve Abdülhamid cevabı

Bir kez daha Said Nursi ve Abdülhamid cevabı

Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan da benzer hataya düşenlerden

İbrahim Mert'in haberi:

RİSALEHABER-Bediüzzaman Said Nursi ile Sultan Abdülhamid'in iletişimi medyada sık sık gündeme geliyor. Ancak genelde Said Nursi'nin Abdülhamid'e bütün bütün karşı olduğu fikri işleniyor. Kimi kasten bunu yaparken kimi de bilgi yetersizliğinden aynı hatayı tekrarlıyor.

Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan da benzer hataya düşenlerden. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Sultan Abdülhamid dönemindeki muhalefleri birbirine benzeten Kaplan, Said Nursi konusunda eksik ve şimdiye kadar teyit edilmemiş iddiaları yazdı.

Abdülhamit'in karşısına sosyalistler, liberaller, gayrimüslimlerden sonra bazı İslâmcıların da dikildiğini ifade eden Kaplan, Said Nursi ile ilgili şunları yazdı:

"Said Nursi, istibdat kelimesiyle eşanlamlı gördüğü Abdülhamit'in en büyük muhaliflerindendi. 
Her ne kadar öğrencilerinin çoğu yakıştıramasa da Said Nursi de hata işleyen bir fani idi ve o da Abdülhamit'e muhalefetinin özeleştirisini yapmıştı. Hatta yıllar sonra öğrendiğimize göre, vefatından kısa süre önce, Abdülhamit'in torunu Nemika Sultan'dan üç kez helallik isteyecekti."

Konu daha önce de gündeme gelmişti. Uzmanların Risale Haber'e yaptığı açıklamalar şöyle:

BEDİÜZZAMAN: SULTAN ABDÜLHAMİD VELİDİR, HER SABAH DUA EDERİM

Bediüzzaman Said Nursi'nin merhum talebesi Mustafa Sungur ağabey, Üstadın Sultan Abdülhamid'i “Veli” olarak nitelendirdiğini belirterek şöyle dediğini aktarmıştı: "Sultan Abdülhamid, velidir. Ben, onu hususî dualarımın içine almışım. Her sabah, ‘Ya Rabbi, sen Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Vahidüddin ve Hanedan-ı Osmaniye’den razı ol’ diye dualarımda yad ederim.”

BEDİÜZZAMAN'IN HAZRETLERİNİN SULTAN ABDÜLHAMİD'E BAKIŞI

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz:
Bediüzzaman’ı, Abdülhamid muhalifleri ve muarızları arasında sayan iddia sahipleri, Bediüzzaman ve Mehmed Âkif gibi İslâm âlimlerinin meşru dairedeki hürriyet ve meşrutiyeti istemeleri ile Abdülhamid düşmanlığını birbirine karıştırmışlardır. Elbette ki o dönemin çok mühim simaları, özellikle Hafiyye Teşkilâtı son zamanlardaki baskı idaresini tenkid etmişler ve Abdülhamid’in kurduğu hükümetlerin, bazan istibdâd denebilecek faaliyetlerini tenkid eylemişlerdir. Ancak Abdülhamid’in de devletin devamını sağlamak için yürüttüğü şahsî idare sistemini, her yönüyle meclis-i şûrâ esaslarına uygundur demek mümkün değildir.

Özellikle Bediüzzaman ile ilgili iddialara gelince, Bediüzzaman-Abdülhamid münasebetlerini kısaca özetlemekte yarar vardır:

1907’de İstanbul’a gelen Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultân Abdülhamid’i, “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî” diye vasıflandırmaktadır. 1909 Mart’ında kaleme aldığı bir makalede ise ona şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

“Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarfet. Ta ki, bi’atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız’ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doldur; Yıldız’ı Dârül-Fünûn gibi yap”.

Bediüzzaman’a göre, Abdülhamid zamanında yapılan bütün istibdâdlar onun şahsına verilmemelidir. Maalesef İttihâdcılar bunu yapmıştır. Zira o şefkatli bir sultândır. Başka bir eserinde de, Abdülhamid’in şahsî idaresini anlatırken, “Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdâd” ifadesini kullanmaktadır. Namık Kemal’in Abdülhamid’i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendiren Bediüzzaman, 1930’lu yılların idaresini kastederek, meseleyi bütün yönleriyle gözler önüne sermektedir:

“Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddâr yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın, yani Abdülhamid’in yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün;
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhây-ı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyyetten.”

1952 yılında bazı kimseler, Bediüzzaman’ın sanki İttihâdcıları destekleyerek Sultân Abdülhamid’e muhâlif olduğu iddialarını yaymaya başlayınca, talebelerine kaleme aldırdığı Lâhika Mektubunda aynen şunları ifade etmektedir:

“1) Bir adamın kusuru ile başkası mes’ul olamaz. Dolayısıyla Abdülhamid’in hükümetlerinin hataları ona verilemez.
2) Bediüzzaman, II. Meşrutiyetin başında, hürriyet-i şer’iyyeyi teşvik etmiş, bazı siyasi muhâliflerinin istibdâd adını verdikleri, Abdülhamid idaresi için de, “mecburî, cüz’î ve hafif istibdâd”, İttihâdcıların zulmu için ise, “pek şiddetli külli istibdâd” tabirlerini kullanmıştır. Şu cümlesi meşhurdur: “Eğer meşrûtiyet, İttihâdcıların istibdâdından ibaret ise ve şerî’ata muhâlif hareket demek ise, bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciyim.”
3) Hürriyet, İslâmî terbiye ile terbiye olunmazsa, çok şiddetli bir istibdâda dönüşeceğini haykırmıştır ve maalesef öyle de olmuştur.
4) Abdülhamid’in yabancı düşmanlara karşı gösterdiği dehası, İslâm âleminin tam bir halifesi olması, Şark Vilâyetlerini Hamidiye Alayları ve İslâm Kardeşliği ile Ermenilere karşı koruması; İslâm’ın bütün hükümlerini hayatında yaşaması ve Yıldız Sarayı’nda manevi şeyhini eksik etmemesi sebepleriyle bir veli olduğunu açıkça ifade etmiştir.
5) Ancak insan hatasız olmayacağından, onun da bazı hataları olduğunu ve ancak bu hataların mecburiyet altında işlenen hatalar bulunduğunu açıkça beyan eylemiştir.”

O halde başta Bediüzzaman ve Mehmed Âkif olmak üzere, büyük İslâm âlimlerinin Abdülhamid’e muhâlif oldukları ve hatta aleyhindeki hal’ fetvâsı hazırladıkları şeklindeki iddialar doğru değildir. Fetvâyı zamanın Fetvâ Emini Hacı Nuri Efendi imzalamamıştır; ancak maalesef İttihâdcıların kuklası haline gelen Şeyhülislâm Mehmed Zıyâaddin Efendi imzalamıştır. Bu fetvâdaki hal’ gerekçeleri tamamen iftiradır. Zira Sultân Abdülhamid’in 31 Mart Vak’asına sebep olduğu zikredilmiştir ki; tamamen yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Dinî kitapları yaktırdığı iddia edilmiştir ki, tam bir iftiradır; zira en çok dinî kitap onun zamanında basılmıştır. Devlet hazinesini israf ettiği söylenmektedir ki, Abdülhamid gibi dindar bir padişaha bunu isnad etmeye şeytan bile yaklaşmaz. Zâlim olduğu ileri sürülmüştür ki, iktidarı boyunca idam cezasını uygulamadığı herkesin malumudur.

ABDULHAMİD İLE ERDOĞAN İDARESİNİ KARŞILAŞTIRMAK ABESLE İŞTİGALDİR

Yazar Hüseyin Yılmaz da twitter üzerinden Hilal Kaplan'a cevap verdi:

Hilal Kaplan kaynağını ifade etmese de Mısıroğlu'nu dayanarak Üstad'ın Nemika Sultan'dan dedesi adına helâllik aldığını söylüyor.
Üstelik bu helâllik işinin Üstad'ın vefatından hemen önce gerçekleştiğini de aynı kaynağa paralel olarak tekrarlıyor.

Üstad, neredeyse ömrünün ikinci yarısının tamamını yanında bir kaç talebesi olmadan atmamıştır. Vefatından hemen önce, sıhhati o kadar
Kötü iken, yalnız başına Ankara'nın altını üstüne getirip Nemika Sultan'ı bir apartman dairesinde bulup helallik almasıakla zıtdır.

Talebeleriyle birlikte olması durumunda onlardan bir şehadetin gelmesi gerekirdi. Böyle bir şehadetin varlığını en azından ben bilmiyorum
Üstad'a yakın kaynaklardan gelmeyen böylesi bir şehadeti, kimse kusura bakmasın ama Kadir beyin nakli ile kabul etmek mümkün değildir.

Üstad, Abdulhamid'in sadece müstebidane idaresini tenkid etmiş ve ona itiraz etmiştir ki, bu kebairden değildir.
Tenkidlerini daha sonraları yumuşatmış olduğunu biliyoruz ancak bu yukarıdaki açıklamaları haklı kılmaz.

Üstad'ı her cihetle Abdulhamid'in muhalifi görmek ve göstermek insafsızlık olur. Üstad'ın muhalefeti, istibdadınadır.
Köşe yazarlarının her kaynağa ulaşması beklenemez ama, Bediüzzaman gibi bir insandan bahsederken daha itinalı olmak gerekir.

İttihatçıların daha dehşetli bir istibdad sergilemeleri Abdulhamid'in zayıf istibdadını aratmıştır, doğru. Ama yok değildir.
Sultan Abdulhamid'in idaresi ile Erdoğan idaresini karşılaştırmak abesle iştigaldir... Değişen şartları yok sayılarak bu kıyas yapılamaz.

İYİ TARAFLARINI ONAYLAMIŞ, KÖTÜ TARAFLARINI REDDDETMİŞTİR

Doç. Dr. Adem Ölmez:

"Said Nursi her zaman analitik düşünmeyi tercih etmiştir. Bir şeyi tamamen reddetmediği gibi tamamen de kabul etmemiştir. İyi taraflarını onaylamış, kötü taraflarını reddetmiştir. Abdülhamid yaklaşımı da öyledir. Padişahın kişisel dini hayatını takdir etmekle birlikte siyasetini asla tercih etmemiştir. II. Abdülhamid’in devletçiliğini, hatta devleti korumak için İslamı bir araç olarak kullanmasının şiddetle reddetmiştir.

"Bediüzzaman Doğu Anadolu’da eğitim çalışmalarına hız verilmesini isterken II. Abdülhamid bölgedeki sorunların çözümünde öncelikli konu olarak kolluk güçlerinde görüyordu. Yani kendisine sadık aşiretlerin ödüllendirilmesiyle oluşan Hamidiye Alaylarını etkin kılınmasını istiyordu. Bediüzzaman Meşrutiyetin ilan edilerek sorunların bu yolla çözülmesi gerektiğini söylerken, II. Abdülhamid istibdatın devamından yanaydı. İşte bütün bu nedenlerden dolayı, II. Abdülhamid Bediüzzaman’ı İstanbul’dan çıkarmaya ve geldiği yere geri göndermeye karar verdi. Fakat çok geçmeden II. Meşrutiyetin ilan edilmesi ve buna bağlı olarak yeni bir dönemin başlaması Bediüzzaman’ın İstanbul’dan çıkarılmasına gerek kalmadı.”

rasimozdenoren_risalehaber.jpgmetinkarabasoglu_risalehaber.jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum