Bir fotoğrafın öyküsü

Allahu Taala alemde zıtları birbiri içine geçirmiş. Taki iyiliğin ve güzelliğin bir tek mertebesi binler mertebeye çıksın. İyiliğin bütün güzel neticeleri, kötülüğün ve çirkinliğin en adi ve alçak derekeleri kolayca anlaşılsın.

Nurun aydınlığı bütün gözleri ve gönülleri kendine aşık ve teshir etme istidadına sahip, ne var ki girişte işaret ettiğim hakikat buna müsaade etmiyor. Arzın çeşitli esrarengiz noktalarında derin karanlık kuyularında birileri kopkoyu bir karanlığa sığınıyor. Himaye ediyor. Orada nurun hakikatlarına düşmanlık ediyor. Bunu yaparken kendini ve kimliğini gizliyor. Zaten bu tipler tiynetleri gereği güneşe çıkamaz aynalara bakamaz, kendileri ile yüzleşemezler. Suret-i haktan görünüp iftira ve gıybet ile beslenirler.

Bu ağır ifadeleri sürdürmek mümkün ancak lüzumsuz! Fakat bu ifadelerin özel bir sebebi var:
Bütün hayatını Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için sarf eden ve şahsen bu gayretine şahit olduğum bir adam tarafından müstear isimle neşredilen bir iftiraname bana getirildi. Başından sonuna göz attım. İftihar etmem gerekirse tamamı iftira idi. Yüz küsür maddeden tek bir doğru itham çıksa belki affına sebep olabilirdi. Lakin bu müfteri bütünüyle nasipsiz biri!

saidnursi_yanlis_foto.jpg(Bediüzzaman Said Nursi sağ taraftaki yanlış fotoğrafına 'bu Said değil' diyerek itiraz etti.)

İçinde ciddiye almam gereken tek nokta, falan tarihli Tarihçe-i Hayat falan sayfa diye verdiği bir resim idi. Bu resmin Üstad’a ait olmadığı İlk bakışta görülmekteydi. Nasıl olmuşta bir tarihçeye girmişti. Bu olayı bilmesi gerektiğini düşündüğüm bir şahsı ziyaret ettim. Ona bahsi açtığım dakikada dışarıdan yeni gelen daha önce tanımadığım bir kardeş, “ben bu meseleyi biliyorum, bana sorun” diye araya girdi. Tevafuk bu kadar olurdu. Sadece İstanbul için düşünüldüğünde bu kardeşin o anda orada bulunması on milyonda bir ihtimaldi. Hele ta Konya’dan kalkıp gelmesi…!
Açıkçası bu bilgiyi paylaşma konusunda bir süre tereddüt yaşadım. Ancak bu tevafuk bana cesaret verdi. Kardeşin verdiği yetkiye dayanarak (belki gönülleri olmaz düşüncesiyle) bazı isimleri gizleyip bana bu konu ile ilgili yazdığı mektubu neşretme kararı aldım:

Selamün Aleyküm Muhterem Ağabey;
Üstad Hazretlerinin olduğu iddia edilen malum resim ile ilgili bahse konu Tarihçe-i Hayat kitabını bizzat Ankara'da neşreden ve o resim ile ilgili hatıraların ilk lisandan yani lisan-ı Üstad'dan şahidi olan babam Mustafa Cahit Türkmenoğlu'ndan bizzat dinlediklerimi arzunuz üzerine yazıyorum. İnşaallah bu mevzuda zihninde çeşitli istifhamlar olanlara faidesi olur.

Bundan yaklaşık 15 sene önce idi. Bu malum resim yine bir derginin kapağında Üstad Hazretleri diye neşredilmiş idi. Resmi neşreden dergi Üstadın resminin ilk Tarihçe-i Hayat kitabında da bu şekilde olduğunu daha sonra bu resmin o zamanki talebeleri tarafından eserden çıkarıldığını söylüyor ve bu mevzuuda neşriyatta çalışan ilk talebeleri suçluyordu. Ben bu dergiyi okuduktan sonra neşriyatta çalışan ilk talebelerden olan babama bu resmin hikayesini sordum. Şöyle anlattı:

"Biz Tarihçe-i Hayat'ı Ankara'da bastık. Ben, (..). ve (…). kardeşler beraberdik. Eser basılırken bize çeşitli yerlerden  -resim basacaklar resim basmak caiz değildir- tarzında tenkitler geliyordu. Biz de bunun üzerine Üstad Hazretlerinin de resme muhalif kalabileceğini düşünerek ilk baskıda resimleri eserin içine koymadık ama diğer taraftan da isteyebileceğini düşünerek resimleri eserden ayrı tek sayfalar halinde kuşe kağıdına bastık. Bu resimler Tarihçe-i Hayat'ta bugün de mevcut olan malum resimlerdi. Bunlar arasında bugün neşre konu olan ve çeşitli ithamlara maruz kaldığımız o malum resim de vardı. Bu dönemde matbaa işleriyle daha çok ben ilgilendiğim için bu resmi de bana Üstadın resmi diye basmak üzere S.Ö. kardeş vermişti. Hatta resmi Üstad hazretlerine pek benzetemeyerek ona “bu resim Üstada pek benzemiyor, bunu nerden aldın” diye de sordum. O da bana “Urfa'dan (…) kardeş gönderdi. Üstadın ilk hayatına ait bir resimmiş” deyince ben de onu da Üstadın resimleri ile birlikte bastım. Fakat dediğim gibi resim ile ilgili tenkitlerden çekindiğimizden resimleri ilk olarak eserin içine koymadık.

Tarihçe-i Hayat kitabının baskısı bitince kitabı (…) kardeş Üstada götürdü. Biz kitap basarken her formayı bastıkça Üstada bir vasıta ile gönderir bizzat kendine tashih ettirirdik. Kitap basımı bitince bu defa ciltli olarak Üstada gönderir ondan müsaade almadan kimseye dağıtmazdık. Tarihçe-i Hayat için de böyle oldu. 5.000 adet bastığımız bu kitabı da hiç kimseye dağıtmadan Üstada gönderdik. (…)’nin anlattığına göre Üstad eseri alıyor baş taraflarını inceler gibi içinde birşey arar gibi karıştırıyor, ve Brc'ye dönerek "Alaküllihal (muhakkak) burada Eski Said'in resimleri olacaktı" diyor. (…) gelip de bize bu haberi getirince biz bunu resimlerin konulması için bir emir telakki ettik ve daha önceden bastığımız resimleri tek tek sayfa aralarına ilgili yerlere koyduk.

Bundan sonra resimler konulmuş kitabı Üstad'a ben götürdüm. Yani biz bu konuda o kadar hassastık ki hem eseri forma forma üstada göndermiş hem eserin ciltli halini Üstadın tashihinden geçirmiş olmamıza rağmen ve resimlerin ilavesini Üstad istemesine rağmen resimler ilave edilmiş şeklini de yine Üstadın tashihinden geçirmeden dağıtmamaya karar vermiştik. Tabii bütün bunlar Üstadın emri ile oluyor, Üstad neşriyatın sıhhatine çok ehemmiyet veriyordu. Bu sefer kitabı Üstada ben götürdüm. Üstad eline bir kurşun kalem aldı. Boy resimlerini ortadan çizdi ve "bana yarım insan yaşamaz dedi" bununla boy resminin uygun olmadığını ama resme de muhalif olmadığını ifade etmiş oluyordu. Bu malum resim de diğer resimler ile birlikte Tarihçe-i Hayat'ta yer almıştı. Bana dönerek "bu Said değil" dedi.

Bunun üzerine biz Ankara'da o resimleri ilgili yerlerinden çıkararak eseri dağıttık. Zaten tüm resimler kuşe kağıdına basılmış ve sonradan yerine yerleştirilmiş olduğu için çıkarması kolay olmuştu. Fakat maalesef bizim hatamız oldu. 5.000 kitap arasında 50-60 tanesini gözden kaçırmışız. Bu kitaplar o resim ile birlikte dağıtıldı. Tabii biz bu hizmeti yapan iki-üç kişiyiz 5.000 kitap tek tek elden geçecek acelemiz var her yerden kitabı istiyorlar ve bizim tek işimiz de bu resim işi değil neşriyat bütün yoğunluğu ile devam ediyor, sürekli matbaaya gidip-gelmek gerekiyor. Zaten baskı altındayız her an matbaanın basılıp kitaplara el konulması mümkün her formayı kaçırıyoruz. Bu işler arasında o resim işine gerekli hassasiyeti gösteremedik ama tüm hata bizim o resimleri çıkarmayı unuttuk. O resim ile dağılan eserler de sonra bu tür ithamlara istinat noktası teşkil etti çok üzüldük Allah bizi affetsin."

Muhterem ağabey rahmetli babamdan bizzat dinlediğim resim hatırası bu şekilde.
Bu konu ile ilgili şöyle de bir belge var bugüne intikal etmiş müsaadeniz olursa ondan da bahsetmek istiyorum:

Bir gün rahmetli peder sevinçle eve geldi. Çok mesrur idi. “Allah'a şükür ölmeden bu resim işini hallettik” dedi. “Baba ne oldu” diye sordum. Bu resmi yayınlayan neşriyat hizmetinin müdebbiri rahmetliyi ziyaret etmiş bu resim işini ona sormuş esasen Konya'da inşaat işleri ile uğraşan bir ağabey bu zatı rahmetli peder ile görüşmeye ve bu bahsi ondan dinlemeye ikna etmiş her ikisini kendi inşaat bürosunda buluşturmuş. Rahmetli babam bu meseleyi yukarıda size yazdığım gibi ayrıntılı bir şekilde anlatmış. Bunun üzerine meseleyi anlayan ve ikna olan o nur naşiri ağabey babama "Abi bu ifadeler kaybolmasın çok önemlidir. Bunları yazsanız” diye ricada bulunmuş. Rahmetli de bu ifadeleri kendi el yazısı ile anlattığı şekilde yazarak imzalamış. Bunun üzerine o ağabey de "ben de bu açıklamayı dinledim kabul ettim bu resmin Üstad hazretlerine ait olmadığına ikna oldum bundan sonra bu resmi Üstadın resmidir diye hiç bir yerde neşretmeyeceğim" demiş.

Rahmetli pederin isteğiyle o da bu ifadelerini kendi el yazısıyla babamın yazdığı ve imzaladığı kağıdın altına yazarak imzalamış. Sonrasında bu ifadelerin el yazısı ile yazılı olduğu ortak kağıdı orada bulunan başta babam ile bu naşir ağabeyi bürosunda buluşturan ağabey olmak üzere  birkaç daha meseleye şahit olan ağabeyler "biz de bu konuşmaya ve yazılmaya şahit olduk" diyerek isimlerini yazarak imzalamışlar.

Muhterem Ramazan Ağabey mesele bu şekilde ancak maalesef bende ortak imzalanan kağıt yok bu kağıt babam ile bu naşir ağabeyi buluşturan Konya'da ikamet eden ağabeyde var ama neşre açar mı açmaz mı bilmem.

Ben meseleyi en ayrıntılı şekilde yazdım siz münasip kısımlarını çıkarıp bir veya birden çok yerde ihtiyaç olan miktarını neşredebilirsiniz. Her yerde farklı miktarı neşretme hususunda da tasarruf size aittir. Benim ismimi de kullanmanızda bir mahzur yoktur.  Allah hayırlı hizmetlere vesile eylesin.  Çok selam ve dualar.

Mehmet Ali Türkmenoğlu
Konya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum