Bir edebiyat ve sanat şaheseri: Münacat–ı Bediüzzaman

Münacaat Bediüzzaman’ın bir edebi eseridir, duadır. Münacaat kurtuluş için yapılan duadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin en sade ve yalın bir Türkçe ile yazılmış eseridir. Burada takip ettiği üslub dua geleneğinde bir yenilik, hatta orjinal bir anlatımdır. Çünkü anlatım tarzı dünyada insanın hayatını devam ettiren ne kadar öğe ve nesne varsa onların tarifleri ve akabinde duaya dönüştürülmesidir.

Yenilik olan, çarpıcı olan mahlukatın misyon ve fonksiyonlarını büyük bir maharet ve vukufla anlattıktan sonra o yaratılan şeylerinden Yaratıcısına varlıklarının dilleri ile yakarmaktır.

Bediüzzaman‘ın yenilik olan bir yanı da ilimlerin verilerine göre varlığa bakmasıdır. Bu noktada eserde birçok ilmin eşya, nesne ve olaylara bakış tarzı ve kainatı ve hareketi ve insanı anlamlandırma çabası, aklı ve gözlemi hayrete verecek bir tarzdadır. Bütün ilimlerin verilerine göre yorumlama onun çok orijinal bir müellif ve geleneksel ve de yenilikçi olmasını gösterir.

Modern çağa gelinceye kadar nesneler isimleri ile anılırdı. Bediüzzaman olay ve nesneleri ilmin yeni buluşlarına göre yorumlar. Çünkü Bediüzzaman‘ın yeni bir tarzı da tabiatı bir cansız ve misyonsuz kütle olarak görmeyip onun İlahi bir sanat eseri ve hayatı devam ettirmek için bir araya gelmiş bir muavenet heyeti olarak görmesidir. Bu kadar sayısız olay ve nesneyi bir arada çalışıp hem Sanat-ı İlahiyi göstermek hem insanın güzellikten anlayan nazarlarına arzetmek hem de herkesin karınca kararınca umumi hayata katkılarını belirlemektir.

Eserin en önemli yanlarından biri müellifin gözlem ve dikkatinin derinliği ve insanı hayrete düşüren varlığı misyonlarına göre bilmesi, taraması ve onları bir dil haline getirip İlahına sunmasıdır.

Bediüzzaman, eserinin başında eserinin neleri anlattığına dair bir özet yapar ve bu özet aslında bir esas cümledir. Bütün eser bunun açılımıdır:

”Bu Risale-i Münâcât, hem vücûb-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs’at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı imaniyeyi hârika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat’iyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile ispat eder. Haşre işârâtı ve bilhassa âhirdeki şiddetli işârâtı çok kuvvetlidir.”

Sanat eşyaya ve olaylara yeniden bakmaktır, çünkü hayat boyu gördüğümüz nesnelere yeniden onların yeni yanlarını tesbit etmiş olarak bakarız. Yeniden bakmak bir din, sanat ve estetik unsurudur. Kur’an ve sanat bu yeniden bakmak ile ilgili örneklerle doludur. Kur’an “deveye bakmaz mısınız, arzı nasıl düz yarattım bakmaz mısınız, dağları nasıl yükselttim ve geminizin dengesi için yeryüzüne çaktım“ buyurur. Bütün bunlar insana etrafını çeviren olaylara yeniden bakmayı örgütler. Aslında Kur’an bir bakıma yeniden bakma ve yorumlama kitabıdır. Köhnemiş kainat yorumlarını, eski kitapların bozulmuş muhtevasının yerine yeni bir varlık, nesne ve insan tasarımı koymaktır.

Bediüzzaman yeniden bakmaya perspektif bakış zenginliği getirir. Yıldızlara bakışına bak:

“Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise, mutî neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acâip lâmbalar gibi vaziyetiyle, Senin saltanat-ı ulûhiyetinin şâşaasını gösteriyorlar.”

Sadece yıldız demiyor. Semavat meydanı, deniz, feza kelimeleri ile gökyüzüne üç değişik perspektiften bakıyor. İmaja bak! Semavat meydanı, deniz, feza. Meydan kelimesi nasıl yerden kalkıp yukarı çıktı. Kelimeler onun dilinde yeni mahiyetler kazanırlar.

Aynı yıldızlar için bak ne der: “Muti neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acaip lambalar.” Dört değişik bakış. Nasıl farklı yerlerden bakmış değil mi? Edebiyatın olaylara ve nesnelere bakış açılarıyla Bediüzzaman’ın bakış açısı karşılaştırılsa ortaya ne kadar harika eserler çıkar. Mesela gökleri anlatır:

“Hem bu sâfi, temiz, güzel gökler, fevkalâde büyük ve fevkalâde sür’atli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zâhir delâlet…”

Ne kadar zengin ve orijinal bakış açıları. Adeta varlığı yeniden keşfetmek gibi.

Dünyada hiçbir müellifin başaramayacağı bir derinlik ve bilgeliktir bu eser.
Semavattan başlar aşağı iner, sırayla sonra hava boşluğunu cevv-i semayı anlatır. Coğrafya bilgisi ve astronomi bilgisi ile:

“Nasıl ki gökler, yıldızlar Senin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet ederler. Öyle de, cevv-i semâ, bulutlarıyla ve şimşekleri ve ra’dları ve rüzgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet ederler."

Bulutu, şimşeği, radı ve rüzgarı tek tek anlatır. Sonra onları birlikte anlatır:

“Senin vücub-u vücuduna şehadet eden bulut, berk, ra’d, rüzgâr, yağmur, birer birer şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardım etmek haysiyetiyle, Senin vahdetine ve birliğine gayet kuvvetli işaret ederler.”

O hava boşluğunda birbirinden farklı bu olayları tek tek ve birlikte idare etmek ve hayata hizmet ettirmek… Ne kadar harika bir yaratmak, görev vermek, yerli yerine koymak ve onları bir piyano gibi kullanmak.

İşte bu Allah’ı böyle anlatım Bediüzzaman’ın Münacat’ının büyüklüğünü, sanat ve edebiyat harikalığını anlatmak bir kitap olacak kadar geniştir.

Yine devam ederiz inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum