Bir bahriye zabitinin verdiği ders

Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan bir gemi seyahati ile kurucu yöneticilerin hali pür melalini anlatmaya çalışacağım. Bu olayları anlattıktan sonra bazı insanlar “o günün şartları öyle idi, günümüzle mukayese edilmez” diyebilirler. Lakin yazıyı okuyunca Osmanlı Devletinde özellikle Bahriye zabitlerinin iyi bir eğitim aldıklarını hatta günümüzde aydın olarak geçinen bir çok insandan en az yüz yıl ileride olduğu anlaşılacaktır.

M. Celalettin Orhan, “Bir Bahriyelinin Anıları” isimli kitabında Cumhuriyetimizin kurucuları olan başta Mustafa Kamal ve yakın arkadaşları Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kel Ali, Sâlih Bozok ile birlikte Hamidiye Kruvazöründe geçen hatıralarını anlatıyor. Hamidiye’de henüz mülazım olan Celalettin Orhan, diğer gemi zabitleri ile birlikte aynı zamanda Bahriye mektebi öğretmeni olan Hamdullah Suphi’den görüşme talep ederler. Subay salonundaki toplantıya M. Kamal’in milletvekili arkadaşları da katılır. Gemi zabitleri üç tarafı denizlerle kaplı olan ülkemizin güçlü bir donanmaya ihtiyacı olduğunu söylerler.

Milletvekilleri tam da o günün adamlarıdır. Şahıslara olan bağlılıklarını şu soru ile ifade ederler: “Bahriye demek Rauf (Orbay) demek midir?“ Soruya cevap vermesi için kitabın yazarı Celalettin Orhan’a söz verirler. O da cevap vermeden önce soru sorar “Kara ordusu demek Mustafa Kemal demek midir?” Cevaben milletvekilleri “Yoksa bundan şüphe mi duyuyorsunuz” diyerek şahsa olan bağlılıklarını ifade edince şu cevapla karşılaşırlar “Şüphe etmiyor bilakis reddediyorum. Kara ordusundaki subay arkadaşlarımı böyle sakim (aşağılık) bir düşünceden tenzih ederim. Silahlı kuvvetler yalnız ve yalnız devletin emrindedir. Hiç birimiz şahısların emrinde olmayacak kadar karakter sahibiyiz.” Bu sözünün sonunda şu örneği dahi verir “Ordu sadece memleketin olup, hükümetin emrindedir. Hatta o kadar ki; meclis şimdi Cumhurreisini iskat edip tevkifini hükümete ve hükümette kumandanlığımıza emir etse, ben şahsen alacağım emri hiç düşünmeden yerine getiririm.”

Tam bu sözü söylediği esnada üst güvertede M. Kemal’in gezindiği ve durduğunu fark ederler. Nitekim akşam yemeğinde neşesi kaçmış bir M. Kemal vardır. Yemeğe ve içki sofrasına kitabın yazarı Celalettin Orhan beyi çağırır ve içki ısmarlar. Bahriye zabiti nöbette olduğunu ve söyler içki içmez. İzin isteyip nöbeti devredince sofraya oturur ve M. Kemal’in şu sorusu ile karşılaşır: “Söyleyin bakalım, bugün mebus arkadaşlarla neler konuştunuz? Hani şu beni tevkif edeceğiniz vesaire hakkında…”

Bunun üzerine konuşulanları aktarır bahriye teğmeni ve M. Kemal şu cevabı vermek zorunda kalır: “Ordunun bir teğmeni kadar olgunlaşılmamış olunmasının hayretleri içerisindeyim. Elbette ordu şahısların peşlerinde olacak kadar küçülemez. Ne Bahriye Rauf ve ne de kara ordumuz Mustafa Kemal değildir ve hiçbir zaman da olmamalıdır, asla olmamalıdır, beyler” diyerek tebrik eder ve diğer gemi zabitleri ile de tanışmak istediğini söyler.

Gemi gezisinden sonra anı defterine “Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devletinin, Donanması da mühim ve büyük olmalıdır” der ve gemiden ayrılan M. Kemal ne yazık ki donanmanın büyümesine ve gelişmesine gayret etmez. Bilakis Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın yönetimindeki ordu denizcilik konusunda çok geri kalır. Üç tarafı denizlerle ve dört tarafı düşmanlarla çevrelenmiş vatanımız Yavuz zırhlısını dahi savaşa hazır hale getirmekte zorlanmış Yavuz-Havuz davaları sonucunda donanmamız atıl bir vaziyete getirilir. Bu nedenle başta Ege denizi ve Kıbrıs olmak üzere yüzyıllarca vatan toprağı olarak kalmış adalarımız başkalarının eline geçmiştir.

Şimdi Türkiye uçak gemisi üretir hale geldi. Dünyanın en modern denizaltı ve savaş gemilerini üreten tersanelere sahibiz. Elbette bunlar durup dururken olmadı. 14 Yıldır iktidarda olan hükümetimiz sadece donanma konusunda değil milli savunma sanayinin gelişmesinde büyük rol oynadılar. Dostlara güven ve moral düşmanlara ise korku ve moral bozukluğu verdiler. Şahıslara bağlı olmanın kötülüğü ve özellikle silahlı kuvvetlerin ideolojik yaklaşımlardan korunması için dahi büyük emekler verildi. Fakat gelinen bu nokta yeterli değildir. Zira iktidara ulaşmayı askeriyeyi ele geçirip darbe yapmakta gören zihniyet hala boş durmuyor, darbe yapmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Allah’ın izni ile bunda muvaffak olamayacaklar zira halkımız şuurlandı ve artık eskiden olduğu gibi “gelene ağam gidene paşam” demekten vaz geçti, vesselam…

İşlerinizde kolaylıklar dilerim. Rabbim cümle alemi İslama ve içerisinde de sizlere iki cihan saadeti nasip etsin, vesselam...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.