Alaaddin BAŞAR

Alaaddin BAŞAR

Bilinmezler Ülkesi

Görme sıfatı ve göz... İç içe gibi görünürler, ama aralarında manen sonsuz denecek kadar büyük bir mesafe vardır. Gözün maddesi kördür; ruh olmasa hiçbir şey göremez. “Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.” (Sözler, 27)

Buna göre, gözümüz pencere gibi. Pencereden bakarız, ama gören, pencere değildir. Aynı şekilde, kulağımızla işitiriz, fakat işiten kulak değildir; dimağımızla anlarız, lâkin düşünen beyin değildir. Misâlleri çoğaltabiliriz ve fikir akışımıza şu cümle ile son noktayı koyarız: “Kalbimizle inanırız, ama inanan, kalbin maddesi değildir.”

Sıkıntılı anlarımızda kalbimiz sıkışır gibi olur, heyecanlandığımızda kalbimiz daha hızlı atmaya başlar. Ama üzülen de, heyecanlanan da o et parçası değildir. Çiçeğin rengini, kuşun sesini, yemeğin tadını sevdiğimiz gibi, hikmetli bir cümledeki ince mânâya da sevgi besleriz. Bütün bunları kalbimizle yaparız. Göz, kulak ve dil gibi, akıl da mahsullerini kalbe gönderir. Anlamak başka, sevmek ve inanmak daha başkadır.
Bu ikinciler tamamen kalbe aittir. O hâlde kalp nedir? Bu sorunun cevabını Nur Külliyatında şöyle buluyoruz: “Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır.” (İşârâtü’l-İ’caz, 77)

Hissiyat ve efkâr... Her iki grup işler de kalp denilen o Rabbanî lâtifeye ait... Seven, korkan, üzülen o olduğu gibi, düşünen ve anlayan da o. Biz hisler âlemimizi vicdanen biliriz. Elimizin varlığını gözümüz vasıtasıyla, midemizin varlığını ilmen bildiğimiz gibi, his âlemimizin varlığını da vicdanen biliriz. Yani bunları bizzat yaşamakla biliriz. Aynı şekilde, dimağ da fikirlerimizin bir makesi, bir aynası olmuştur. Her iki tip faaliyetin de aslı kalptedir. Kalbin çok önemli bir yönü de şu ifadeyle nazarımıza sunuluyor: “Kalbin ihtiyacat saikasıyla âlemin enva’ıyla, eczasıyla pek çok alâkaları vardır. Esmâ-i hüsnanın bütün nurlarına ihtiyaçları vardır.” (Mesnevî-i Nuriye, 117)

Kalbin ihtiyacı denilince, sadece şu gördüğümüz maddî varlıkları, güneşi, havayı, suyu, gıda maddelerini... anlamamız eksik olur. Onlar, kalbin değil, bedenin ihtiyaçlarıdır. Beden ruhun hanesi olduğu için, bunlar kalbin de ihtiyacı sayılabilirlerse de, kalbin asıl ihtiyaçları bu âlemde tecelli eden mânâlar ve hakikatlerdir. Birkaç misâl verelim: Görme sıfatının ihtiyacı görülen eşyadır. Eşya olmasa, bu sıfat, tabiri caizse aç kalacaktır.

Aynı şekilde kalpteki birçok hakikat çekirdekleri, ancak bu âlemdeki karşılıklarını bulduklarında yeşerir, meyve verirler. Aksi hâlde toprağını bulamaz, neticesiz kalırlar. O hâlde, kalp, Basîr (gören, görücü) ismine ayna olabilmek için, Hâlık (yaratan), Musavvir (suret veren), Müzeyyin (tezyin eden, süsleyen) gibi çok ismin nurlarına ihtiyaç göstermektedir. Onlar eşyada tecelli edecektir ki, ruh da eşyayı görebilsin.
Kalpte kerem sıfatı, ikram etme duygusu vardır. Bu âlemde ilâhî bir ihsan olarak insanlara ve diğer canlılara takdim edilen nimetleri seyreden bir insanın kalbinde ‘ikram’ mânâsı hayat bulur ve onun için bir marifet penceresi olur. Demek oluyor ki, kalp ‘Kerîm’ isminin nuruna da muhtaçtır. Bir başka misâl, kalpte öfkelenme, gazap etme duygusu da vardır. Bu âlemdeki âfetler, musibetler ve belâlar kalpteki bu duyguya bir pencere olur; ilâhî kahrı ve azabı bu sahnelerde seyreder. O hâlde kalbin Kahhar, Cebbar gibi isimlerin de nurlarına ihtiyacı vardır. Aynı konuda bir başka hakikat dersi: “...kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihata eden bütün esmânın âsârını göstermek...” (Sözler, 295)

Kalpte bütün ilâhî isimlerin tecellileri mevcut... Bu, insanın ahsen-i takvim üzere yaratıldığının en büyük bir göstergesi. Her varlık kendinde tecelli eden isimlere göre bir şeref kazanmakta. Taş bitkiden, bitki hayvandan daha aşağı bir mertebededir; zira, bu ikinciler daha çok isme, daha ileri seviyede mazhardırlar. İnsan kalbinde bütün isimler tecelli ediyor. Bu hakikate bazı misâllerle bir derece bakmaya çalışalım: Bütün kâinatta tecelli eden isimlerden birisi Hâlık ismi...

Ruh da mahluk olması cihetiyle bu isme mazhar. Bir başka isim Rab ismi. Ruh da, ruh olarak terbiye görmesi yönüyle bu isme mazhar. Bir başkası Kadîr ismi. Ruhta kudret sıfatı bulunmasıyla bu isim de tecelli etmiş oluyor. Her varlık ilâhî ilimde plânlanması, programlanması yönüyle Mukaddir ismine ayna oluyor. Ruh da plândan anlaması ve işlerini programlamasıyla bu isimden de bir tecelli nasibi almış.

Musavvir ismini düşünelim. Ruhun kendine has bir sureti olmakla birlikte, bir de insanın kendi yaptığı eserlere bir şekil vermesi sözkonusu. Bu kabiliyet ruhtan geliyor. Misalleri çoğaltabiliriz ve sonunda görürüz ki, insan ruhu ve kalbi bütün isimlere ya doğrudan ya dolayısıyla mazhar, o isimlerin tecellilerinden nasip alıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum