Ayhan KÜFLÜOĞLU

Ayhan KÜFLÜOĞLU

Bilimsel Bilim, Allahu Teâlâ’yı niçin kabul etmez, hatta reddeder!? (2)

Bilimsel Bilim’e Suç Duyurusu ve İslâmî Bilim’e Geçme Talebi

Bedî’üzzaman Said–i Nursî Hazretleri’nin (R.Â.) “Medresetüz Zehra” Projesinin Ders Müfredatı kapsamında; “Bilimsel Bilim’in Eksik – Yanlış – Zararları ve İslâmî Bilim’e niçin Geçmeliyiz? / Metabilgi – Metabilim (Sihrin Yapısı)” isimli kitap çalışmamızın ön hazırlığı niteliğindeki Yazı Dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Geçen haftaki yazımızın sonuçlarından biri: Rabbimiz’in “kûl” emriyle yazdığı Kur’ân-ı Kerîm Kitabı ile “kün” emriyle yazdığı Kâinat Kitabı’nın anlaşılması; Bilim’in ateist ve materyalist, natüralist ve determinist Bilimsellik Kriterlerinin terkedilip; İslâmî Bilim’e geçmekle mümkün.

“İslâmî Bilim” derken, burada yeni bir “kutsal” inşa etmekten bahsetmiyoruz. Bu yeni Bilim Anlayışıyla elde edeceğimiz veri ve gözlemlerin, “vahiy” gibi hata ve yanlıştan münezzeh ve ma’sum olacağını da iddia etmiyoruz. İslâmî Bilim çalışmaları sonuçta insan ve müslüman cehd ve çalışmasının bir ürünü olacağından; kusur ve yanlıştan uzak, hattâ günahtan korunmuş ve mukaddes olması zaten mümkün değildir.

Bu bilime “İslâmî” sıfatını eklememiz; maksadımızı ifade edecek daha iyi bir kelime bulamamamızdan kaynaklanıyor! Mevcut Ateist Bilim’den 180 derece farklı ve ayrı bir anlayışın ürünü olacağını anlatmak sadedinde bu bilime “İslâmî Bilim” dedik.

İslâmî Bilim yerine, “Teist” veya “Deist Bilim” de diyebilirdik ama bu yanlış olurdu. Çünkü biz sadece “kâinatın bir yaratıcı ve mimarı var” veya hıristiyan veya eski putperestlerin de kabul edip, üzerinde anlaştığı (yerden kopuk, mücerred) “Lâ İlâhe illâllah”ı söylemekle yetinmiyor; daha ilerisini de söylüyor ve bunun sonuçlarına da bir “müslüman” olarak “teslim” oluyoruz! Çünkü Peygamberimiz, Rabbimiz’in tek olmasından başka; diğer isim – sıfatlarını ve bunun muktazî ve sonuçlarını da bize bildirmiş. Nasıl iman ve itâat edileceğini de göstermiş. (Evet “iman etmek” başkadır, “inkâr etmemek” daha başkadır; aynı şekilde “kabul etmemek” ayrıdır, “reddetmek” çok daha ayrıdır.)

Evet Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerin de ifade ettiği gibi; cahiliye asrında yaşamış ve şimdiki hıristiyan ve yahudiler, hatta o asırdaki putperest ve müşrikler de tek Allah’a, yer – göğü yaratan bir İlâh’a inanıyorlardı! O gün de, bugün de problem “Muhammedun Resulûllah”a iman, dolayısıyle O’nun anlattığı gerçek Allah’a iman da kilitleniyor! Yani onlar ve şimdiki “teist, deist veya agnostikler veya hıristiyan ve yahudiler” de; Peygamberimiz’in peygamberliğine ve O’nun haber verdiği gerçek Allah’a iman etmiyorlar. Taş veya zihinlerinde yonttukları vehmî ve zannî bir tanrıya, bir isme inanıyor ve tapıyorlar! Peygamberimiz’in haber verdiği, gerçek özellik ve sıfatlarıyla Allah’ı kabul etmeyip; üstelik reddedip, inkâr ediyorlar!

Elhasıl geçmeyi zaruret olarak görüp, geçmekte geç bile kalındığını düşündüğümüz Bilim anlayışının başına “İslâmî” sıfatı eklemekle; böylece sadece mücerred bir “Lâ İlâhe illâllah”ı söylemekten çok daha fazlası olduğunu; bu yeni Bilim’in, El Esma-ül Hüsnâ’sıyla Muhammed Efendimiz’in (S.Â.V.) anlattığı Rabbimiz’in fiil / faâliyet, eserlerini inceleyip, gözleyeceğini  ve ölçüp, sınıflandıracağını ifade ediyor. Yani Kur’ân Kitabındaki âyetleri okurken “euzü-besmele”yle başlamak gibi; Kâinat Kitabındaki ayetleri de “euzü-besmele”yle okumaya başlayacağımızı; herşeye O’nun ismi ve adı ve helâl dairesindeki izniyle bakacağımızı ifade ediyor.

Bu hâliyle İslâmî Bilim, bize uzaydan gelmiş bir yabancı gibi olmayıp; kendi fıtrat ve dinimizden süzülmüş bir yöntemi öneriyor. Metod belli. Çünkü okuma–yazma bilmeyen Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz’e ilk inen ayet / emir “Oku, Yaratan Rabbi’nin adıyla (Bismillah’la) oku…”dur ve ayetin devamında da neyi – nasıl okuyacağı bildirilmiştir. Çünkü Kâinat Kitabını fail olan Allah’ın adıyla okumazsak, yani “Allah yok(muş), varsa bile karışmıyor(muş); yani ‘madde’, otomatik bir makina gibi (güya Rabbimiz’in varlıkta tutup, hareket ettirme ve yönlendirmesine gerek ve ihtiyacı olmadan) Rabbimiz’den bağımsız kendi kendine işler(miş)” gibi yaparsak; diğer mecburî istikamet ve ihtimâl olarak; eşyayı failsiz / ustasızmış gibi “madde, tabiat, tesadüf” adına okumak zorunda kalırız! Çünkü bunların dışında başka olasılık; ortası ve dışarıdan bakabileceğimiz haricî ve objektif tarafı, tarafsız noktası yok! Var(mış) gibi yapmadığımız için, mecburen “yok(muş)”un tarafına geçmiş; böylece sadece Allah’ın yapabileceği ve yaptığı eser ve fiilleri; “madde, çekim, mekanizma” veya “tabiat, tesadüf, kanun” gibi vehmî ve zihnî birşeylerle nedensellemek ve tasvir etmek zorunda kalır; yani o şey(ler)i ilâhlaştırmış oluruz! İş burada kalmaz; ayrıca evrende mikrodan makroya her yerde geçerli “temizlik ve tezyin, adalet ve ölçü, güzellik ve san’ât, koruma ve korunma” gibi fiil, kanun ve sıfat, hakikâtleri de “madde + zaman”a zimmetlemiş oluruz! Elhasıl “Allah”; anlamdır, tüm hakikâtlerin hakikât olmasını sağlayan yegâne dayanaktır! O olmadan, “ahlâk”, hatta içimizdeki şahid / penceresi olan “vicdan”ı bile temellendiremeyiz!

Elhasıl “kâinattaki madde ve faâliyetlerini ‘Allahu Teâlâ var – yok’ diye karıştırmadan ve bu konuda hüküm vermeden gözler ve nesnel olarak ifade ederim” şeklinde objektif bir gözlem ve ifade noktası yok! Çünkü o zaman gözlemlerini Yaratıcıya bağlamaktan özellikle kaçınmış olursun. Yani “Yaratıcı yokmuş” önvarsayımıyla hareket edenlerin kuracağı cümleleri kurmuş ve bir de onlara meşruiyet alanı açmış, onların davalarının savunucusu olmuş olursun! Bu kaçınma sonucunda, varlık ve faaliyetlerini; “ilâhî değil, tabiî; dışgüdü (sevki ilâhî) değil, içgüdü; Allahu Teâlâ’nın irade ve emriyle değil, tesadüfen; Allah’ın mu’cizesi / eseri değil, doğanın mu’cizesi / sonucu” olarak nedensellemeye (ve “nasıllamaya”) başlarsın! Ve herşeyi madde – enerjinin değişim ve dönüşümünün olağan ve zorunlu bir sonucu olarak görürsün! Böylece uzun zaman – evrim – devrimle herşeyin olması, senin için “mümkün ve vâki” hâle gelir! Şu ânda vuku bulan, olanları da, bu mümkün’ün gerçekleşmesinin delili olarak görmeye başlarsın! Tam bir kısır döngü, totoloji!

Elhasıl sorun: Bilimsel Bilim’in bir yöntem olarak kullandığı gözlem – ölçme / deney ve bunlardan elde ettiği ham veri / datalarda değil; Bilim’in bu bilgi parçalarını birleştirip, işlerken, kurduğu Bilimsel İfade ve Teorilerini, kendi ateist–materyalist ve natüralist–determinist felsefesinin, inanç / değer / tarafının rengine boyamasından kaynaklanıyor! Bilimsel Yöntem ve bu yöntemle elde edilmiş Bilim’in bu eksik ve yanlışı; aynı zamanda teori ve modellerini de kısıtlayıp, kâinattan elde edebileceğimiz çok daha geniş ve derin ve zengin bilgiyi de görmeme ve kaçırmamıza ve elde ettiklerimizi de yanlış ve eksik anlamamıza ve kullanmamıza neden oluyor!

Elhasıl insan ve dünyanın madde ve mâna kaynaklarını tüketen, 200 yıllık bir yanılma ve tökezleyip, yere kapanmanın adı olan ateist – materyalist Bilim ve natüralist – determinist Bilimsel Yöntemini terketmekte geç bile kaldık.

Soru şu: "Bilimsel Bilim'in felsefesini, varlık ve bilgi  anlayışını (ontoloji ve epistomolojisini) ve buradan kaynaklanan metafizik inanç ve hurafelerini kabul etmiyorsun ama 'bilimselliği'ne, yani eşyayı incelerken kullandığı Bilimsel Yöntem ve Kriterlerine niye karşısın? Bilim'in ateist – materyalist felsefesini ve diğer yanlış ve eksiklerini alma tamam ama Bilimsel Yöntemini al!"

Cevap: Amerika'ya tekrar keşfetmeye gerek yok; Bilim'in şu ana kadar elde ettiği gözlem - deney - ölçüm data / sonuçlarını ve bunun teknolojiye uyarlanmasını alırız, fakat Bilimsellik Kriterleri ve Bilimsel Yöntemlerine ihtiyacımız yok, almayız. Çünkü eksik ve yanlışları var; çünkü bu Bilimsel Yöntem ve Kriterleri de, batıl felsefe ve paradigmalarının bir sonucu.

Bu yanlış felsefe / inançları ve buna göre şekillenen yöntemlerinin eksik ve yanlışlarının sonucu olarak; şimdiye kadar insan ve diğer canlı türlerinin (hayvan, bitki vd.) çoğunluğuna 100 faydası olacakken, sadece insan türünün (o da parası olan küçük bir kesimine) verdiği 5 faydayla; sanki tüm insanlığa hizmet ettiğine ve büyük atılımlar yaptırdığına bizi inandırıyor! Yani mevcut Bilim’in ateist – materyalist felsefesi gibi, bu felsefeden doğan “bilimsellik” felsefesi de terkedilmeli…

Atom bombası ve diğer çeşit bombaların keşif ve kullanımı ve bunun sonucunda 2 Dünya Savaşlarında ölen insan sayısının, tüm dünya tarihindeki savaşlarda ölen insan sayısından çok daha fazla olması; diğer yandan sömürgeci ve ırkçı–milliyetçi anlayış ve politikalara bırakın engel olmak, (Darwin Teorisi gibi teorileriyle) meşruiyet / onay mekanizması sağlaması; yani dünyadaki savaş–çatışmaları “doğal ayıklanma  / elenme ve adaptasyon” süreciymiş gibi gösterip, doğallaştırması ve normâlize etmesi gibi insan nesli ve ahlâki değerlerine verdiği zarardan sarfı nazar, belki 50 yıl sonra; "küresel ısınma, ozondaki delik, içilebilir su kaynaklarının azalması, toprağın ölmesi" gibi, gittikçe telâfisi imkânsızlâşan ekolojik zarar ve felaketlerin sayısı - alanı ve şiddeti arttıkça, yani Dünya ve yaşam formları tükendikçe, Bilimsel Bilim’in insanlığa (ve diğer türlere) zararının, faydasından kat be kat fazla olduğu daha bir netleşecek!...

Yani ileride başka gezegenlere taşınmak zorunda kalınıpta, örneğin Mars'a taşınacak kadar Bilim - Teknoloji gelişirse, bunun için Bilim'e minnettar olmak yerine; dünyamızı niye yaşanmaz hâle getirdiğini, ayrıca buna niçin seyirci kaldığını düşünmek çok daha sağlıklı olur! Mes'elâ; üretim - tüketim çarklarının durmaksızın dönmesiyle çalışabilen "kapitalizm" yerine; dünyayı üretim ve tüketim çöplüğüne dönüştürmeyecek ve tüketmeyecek, insanı her gün 10 - 12 saat çalışma mecburiyetinde bırakmayacak başka ekonomi alternatiflerini niye araştırmadığını veya üretmediğini veya sakladığını sormak çok daha yerinde olur!...

Çamaşır–bulaşık için 10 çeşit kimyasal; yoğurt–çikolata bozulmasın diye 20 çeşit katkı maddesi; meyve kurtlanmayıp, iri olsun ve çabuk büyüsün diye 50 çeşit tarım ilâcı / hormon kullanan; hareket edemeyeceği kadar daracık mekânlara sıkıştırıp, hiç güneş yüzü göstermeden, sun'î ve ilâçlı yemlerle beslediği zavallı tavuk, inek gibi hayvanları iliğine kadar sömüren!... Mide çeperi biraz daha yağ bağlasın diye televizyonu uzaktan kumandayla kontrol eden günümüz insanına, bütün bunlar bugün için mecburî ve normâl gelebilir ve ilerleme olarak görülebilir! Bütün bunlara mecbur olup olmadığımız ayrı konu; mecbur olduklarımız için de, "bizi kim ve niçin bu zorunlu duruma düşürdü?", ayrıca araştırılması gereken bir soru!

Böyle giderse yakın bir gelecekte “otomobil kullanmak” gibi nisbeten zararsız ve mecburî ve normâl görünen fiiller bile, “uzun zaman - mekâna yayılmış cinayet” kategorisinde suç olarak kabul edilecektir. [Ümit ŞİMŞEK abinin tespitiyle konunun bir de şu yönü var: "Otomobil bize zaman - emek kazandırıyor gibi gözüküyor ama o otomobili almak için harcamış olduğumuz zaman - emekle (ben bir de buna, arabanın bakım - onarım - servisinde harcanan zaman - emeği ekliyorum) bir karşılaştırma yaptık mı?!"]

“Eğer bunlar suçsa, bunun sebebi Bilim değil, Bilim’in yanlış kullanımı” iddiası da geçersiz. Çünkü Bilim zaten insan ve içinde yaşadığı dünya ve diğer canlıların ortak menfaat ve saadeti için kurulmamış; şu ânda da böyle bir amacı yok! Zaten ateist ve materyalist, natüralist ve determinist olan ve hiçbir şeyi kutsal kabul etmeyen, hatta gerçek kutsalları bile insan ürünü olarak gören Bilim’den; insana yaptırımı olan, yani insanın kendisini "isteyerek veya istemeyerek uymak zorunda hissedeceği" ahlâk kaideleri ve manevî polisler çıkartmasını bekleyemezsiniz! Günümüzde durum nasıl bilmiyorum ama; teflon, internet, cep telefonu, bilgisayar vs. gibi hayatımızda olan teknolojik aletlerin çoğu "savunma ve savaş"(!) amacıyla yapılan araştırmaların sonucu veya yan ürünüdür! Asker veya devletten, bilmem kaç yıl sonra halkın arzına sunulmuştur ve sunuluyor...

Kapitalizm'in bir açıdan sebebi, başka açıdan sonucu olan Bilimsel Bilim’in, şimdiki ve gelecekteki insanoğlu ve diğer canlı – cansızlara olası kâr – zararını hesapladığını, ona göre hareket ettiğini düşünmek, buna göre ahlâkî ve uzun vadeli kıstaslarla kendini sınırlandırdığını zannetmek, saflık derecesinde aşırı iyimserlik gibi gözüküyor. Büyük bilimsel çalışma ve Ar&Ge'lerin sadece zengin devlet ve şirketler eliyle yapılabildiği ve bunun en birinci nedenlerinden birisi; "kâr, kuvvet, savunma, savaş", yani "iktidar ve menfaat" olduğu düşünülürse; böyle bir amaç ve insan tipinin ürünü ve aleti olan Bilimsel Bilim’in bir an önce terkedilip; artık Kâinat Kitabındaki Âyetlerin bir ân önce doğru telâffuz edilmesi ve tercüme ve anlamlarının doğru yapılması, yani İslâmî Bilim’e geçilmesi zarureti daha bir anlaşılır!...

Dünyadan bugün silinmiş bazı yaşam türleri gibi; meselâ bir nükleer savaş veya kaza sonucu insanlığın çoğu veya tamamı yeryüzünden silinirse; bunun faturası da, freni olmayan Bilimsel Bilim’e ve onun otokontrolsüz (veya iktidar - menfaat - kâr kontrolünde) ve denetimsiz teknolojik ilerlemelerine kesilmeli! Evet teknoloji insanlığın asgarî bir kesiminin hayatını kolaylaştırıyor ve kısa vadede faydalı ama bunun ekoloji ve diğer tür ve gelecek nesillere (biyosfer, atmosfer vs.) toplam mâliyeti henüz hesaplanmış değil. Kâr–zarar hesabı şimdi bile yapılsa, zarar hanesinin çok kabarık, hatta faydasını geçtiği görülecektir! Mes'elâ sadece dinamit ve bombanın (buna atom ve kimyasal silâhlar da dahil) keşfiyle, son 150 -200 yılda, Bomba Felsefesinin suçlu suçsuz ayrımı yapmayan toplu katliâmlarıyla ölen insan sayısı, dünya tarihinde o güne kadar olan savaşlarda ölen insan sayısından çok daha fazla!

Bilim belli coğrafya veya toplumlarda, özellikle alım gücü olanların yaşam süresi ve kalitesini arttırmıştır ama bunun mâliyeti; başka yerlerde toplu ölümler, nesli tükenmiş veya azalmış türler, bozulan veya daralan yaşam alanları; yani kan, sömürü ve gözyaşı olmuştur! Yani kısa vadede azınlığın faydası, uzun vadede çoğunluğun zararıyla ödenmiş ve ödenmektedir! Bilim’in şu âna kadar detaylı bir şekilde “fayda – zarar analizi” yapılmamış, “getirdikleri – götürdükleri ve götürecekleri” hesaplanmamış; bilâkis hep faydasına, o da insanlığın küçük bir kesimine olan faydasına dikkat çekilmiştir!

İslâmî Bilim ise, insanlığın ve diğer canlı - cansızların ekserisine olan fayda ve saadeti kabul eder. Eskiden insan 3 – 5 şeye muhtaç ve bununla hayatını idame edebilirken; şimdiki Bilim 100 tane yeni sun'î ihtiyaç veya sun'î zorunluluklar doğuruyor! İnsanın bunları elde etmeye ve her gün artan yeni ürünlere yetişmeye, emek ve zamanı yetmediği için; aslında mevcut Bilim (ve sebep -  sonucu  olan medeniyet, kapitalizm, kültür) insanlığın ekserisini zenginleştirmiyor ve hayatını kolaylaştırmıyor ve zaman - emekten tasarrruf sağlamıyor; aksine insanları fakirleştiriyor, yaşamı zorlaştırıyor, zaman – emeğinden çalıyor; öyle ki ailenin kadın erkek, çoluk çocuk tüm fertlerini, yılın neredeyse tamamında sabahtan akşama kadar çalışmak zorunda bırakıyor! (Ufacık bebekler bile sabah erkenden kreş mesaisine gidiyor!)

Gelelim sorudaki “Bilim’in gözlem – deney – ölçme” yöntemlerini al” problemli ifade biçimine. Bu yöntemler Bilimsel Bilim'in malı değil ki ondan alayım; o icad etmiş değil ki ondan talep edeyim; patenti ona ait değil ki ondan izin alayım! Yani “gözlem – deney – ölçme” Bilimsel Bilim'in tekelinde değil! Bunları gökten vahiyle almış veya ilk defa kendisi bulmuş, keşfetmişte değil! Bu yöntemler ilk insandan beri var ve kullanılıyordu. Belki bu “gözlem – deney – ölçme”yi ellerini ateşe sokmak gibi basit yöntemlerle yapıyorlardı ama vardı. Hatta Kur’ân’da, Kabil bile cenazeyi nasıl defnedeceğini kargayı gözleyerek öğreniyor! Fakat Bilimsel Bilim bunu öyle lânse ediyor ki; sanki kendisinden önce gözlem – deney – ölçme yapan insan, toplum ve medeniyet yokmuş; sanki bu yöntemleri kendisi keşfedip, icad etmiş! Yani sanki bunların patenti sadece kendisinde olup; “bilimsellikten vazgeçen, bu gözlem – deney – ölçüm yöntemlerinden de vazgeçmek zorundaymış” ilüzyonu uyandırıyor! Bu yöntemler Bilim’in tekelinde değil ve keşfedip, icad eden de kendisi değil ki; onu taklid edip, bu yöntemleri ondan alayım! Kendisinden önce yaşamış Mısır, Hint, Çin, Mezopotamya Medeniyetleri ve özellikle İslâm Medeniyeti; bu yöntemlerin değişik şekil ve yoğunluklarda kullanıldığı medeniyetlerdendir. Yoksa Batı Medeniyeti ve buradan doğan Bilimsel Bilim, köksüz bir biçimde gökten zembille inmiş değil!

 

Elhasıl İslâmî Bilim gözlem – ölçme ve deney yapacak, çünkü vahyedilmiş Kâinat Kitabının Âyetlerinin “telâffuz ve okunması” zaten böyle mümkün. Ama “okumak” yetmez, “ne anlama geldiği”ni de bilmek gerekir; bunların tercüme ve anlamını çözebilmek ise, “bilimsellik”in dar ve sığ ve eksik – yanlışlarla malûl ve aklı gözünde yöntem ve kriterleriyle mümkün değil! “Bilimsellik” burada, bize destek değil, bilâkis köstek olup; evrendeki bir sürü mana ve mesaj ve keşfin görülmemesine sebep olur ve zaten olmaktadır!

Elhasıl İslâmî Bilim’in gözlem – ölçme ve deney yapmakta rehber ve öncüsü Bilimsel Bilim değil; dediğimiz gibi, sahibi ve kâşifi o değil ve onun tekelinde değil ki, onu taklid etmek veya izin almak zorunda kalalım! Zaten buna Kur’ân-ı Kerîm’de defaatle teşvik, tavsiye ve emir var.

Bilimsel Bilim’e alternatif olduğunu ve onun yanlış – eksiklerine düşmeyerek, ondan daha geniş ve derin ve zengin bir okuma biçimi olduğunu göstermeye çalıştığımız İslâmî Bilim; mevcut Bilim'in gözlem – deney – ölçme verilerinin yanlış olduğunu da iddia etmiyor ve bu dataları da kullanır, doğru kimin elinden gelirse gelsin zaten kabul etmek gerek. İnsanlığın mevcut çalışma ve birikimlerini reddedip, silbaştan yeniden başlamanın mantığı yok. Fakat daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi: Bir ifadenin “bilimsel olmaması” ayrı şey, “doğru olmaması” ayrı şeydir; çünkü ‘bilim’, ‘bilgi’ye eşit değildir; olsa olsa ve sadece kâinatta mevcut bilgi’nin 5 duyuya daraltılmış ve saptırılmış bir hâlidir! Yani ‘bilgi’ (data – information – knowledge) ile ‘bilim’ (science) aynı şeyler değil.

Evrendeki bilgi’yi keşfetme ve üretme yöntemlerinden olan biri olan gözlem – deney – ölçmeye karşı değil İslâmî Bilim, bilâkis emreder. Çünkü bu yöntemleri Bilim’den değil, direkt Peygamberinden (S.A.V.) – Kitabından alır. Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayet / emri olan “oku”dan itibaren; “okuma–yazma bilmeyen Peygamber”in (S.A.V.) “neyi okuyacağı, nasıl okuyacağı, niçin okuyacağı” ders verilmeye başlanmıştır (Bkz: Alâk Suresi ilk Âyetleri)… Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler’de, kâinatta işlerin “nasıl yürüdüğüne” defaatle bakmamızı istemesi (yani Rabbimiz "niçin"i anlamamız için, "nasıl"ı emreder) ve defalarca akıl – düşünmeye yapılan teşvik ve emirlerle kâinatın okunması zaten başlamıştır. Hem de Bilimsel Bilim’den çok daha geniş ve derin, zengin ve yüksek, eksiksiz ve yanlışsız bir biçimde. Bu çalışmamızın konusu da; hem İslâmî Bilim’in bu zenginliğini, Bilimsel Bilim’le karşılaştırmalı yapılacak kıyaslamalı örnekler üzerinden göstermek, konu hakkında genel bir çerçeve çizmek. Buna karşın Bilimsel Bilim’in “eksik” ve “yanlış” ve “zararları”nı göstermek; böylece İslâmî Bilim’in ayağını bastığı yerlere, Bilimsel Bilim’in değil gözü, hayâlinin bile yetişemediğini göstermek üzerine.

 

Sonuç olarak: İslâmî Bilim'i, mevcut Bilim'in bir sonucu veya bir uzantı ve sonraki aşama ve evrimi olarak anlaşılmasına sebep olacak şekilde davranmak; yani mevcut Bilim'i, İslâmî Bilim'le revize etmek doğru değil. Doğru olmamasının bir sebebi de: İslâmî Bilim'in, şu ânki Bilim'den 180 derecelik bir kırılma ve kopuşu ifade etmesidir. Yani Bilim'in ateist - materyalist felsefe ve buradan kaynaklanan Bilimsel Yöntemiyle birlikte; kavram – anlam haritaları ve isimlendirme – sınıflandırmalarının belki % 95'inin değişmesi gerekiyor, gerekecek.

Örneğin: Bilimsel Yöntem ve Bilim'in "madde"yi esas alması ve herşeyi "madde - enerji"nin değişim – dönüşüm ve sonucu olarak kabul edip; yani herşeyi "madde"ye indirgemesinin (yani herşeyi, "madde"nin tecelli ve tezahürünün bir sonucu olarak görmesinin) aksine; İslâmî Bilim "El Esma-ül Hüsnâ ve mana, manevîyat"ı esas alır ve "madde"yi de; mananın ete kemiğe bürünmüş, beş duyuya indirgenip, cisimlenmiş (tecelli - tezahür) hâli olması itibariyle inceler. Yani İslâmî Bilim Yöntemine göre, "madde" esas ve temel değil; taşıdığı veya temsil ettiği "mana, manevîyat, anlam, mesaj, bilgi, ruh, kanun" esas ve temeldir. Çünkü ve zaten “madde”nin ayakta durması ve hareket, işleme ve fonksiyonu; bu “ruh / kanun / mana / mesaj / program”la mümkün ve vâki. İslâmî Bilim’in “madde” yerine “manevîyat (anlam / mesaj / manaları)” esas ve temel almasıyla, tek başına bu fark bile, Bilim'in en önemli Bilimsellik Kriterlerinden 180 derecelik bir bükülme ve kırılmayı ifade eder!

Elhasıl Bilimsel Bilim'i, İslâmî Bilim’le revize edip, yenilemek ve güncellemek yerine; İslâmî Bilim'in kendi terminoloji ve yöntemlerini belirlemesi; mevcut Bilim'in başına "İslâmî" sıfatı ekleyip, yani bir nevi sun'î teneffüsle yaşatmaya çalışmaktan çok daha sağlıklı ve doğru! Bilimselliğin beyin ölümü çoktan gerçekleşti, sun'î solunum cihazıyla bağlantısını kesersek; kâlp ölümünü de geciktirmemiş oluruz!

Özet olarak: İslâmî Bilim, mevcut Bilim'in "madde"yi esas alan Bilimselliğini veya başka bir yöntem ve kuralını almak zorunda  değil! Çünkü bize lâzım olan kural ve yöntemler ve çok daha fazlası kendi din ve medeniyetimizde zaten mevcut.

 

Bizler, Bilimsel Yayın ve ifadelerde Rabbimiz'in isminin sansür edilmesine karşıyız! O'na atıf yapmaktan çekinen veya O'ndan bahsetmekten utanan biliminsanları istemiyoruz! Kâinattaki faâliyetlerde, asıl sebep ve fail olan Rabbimiz’i görmeyen Bilimsel İfadelerden bıktık!

Allahu Teâlâ’nın “kün” irade – emir – kanun – ilim ve kuvvet ve kudretiyle, Kader İlim / Program / Kitabının, Şimdiki Zaman – Mekân’dan ibaret olan Âlem-i Şehadet (Kitab-ı Mübîn) Defter / Sayfası üzerinde “atom” kalem uçlarıyla yazılıp (Kaza olmasıyla) vücuda gelen Kâinat Kitabındaki Âyetlerinden, fiil / faâliyet – eserlerinden bahsedip, O'ndan hiç bahsetmemek saçmalık ve mantıksızlığı artık terkedilmeli!

Haftaya devam edelim inşâallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.