Beş kuruş mu yüz kuruş mu?

Yirmi Üçüncü Söz - üçüncü nüktede anlatılan bir hikayecikte; “Baktım ki, ben tünel içinde sukut eder gibi bir sür'atle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim. Fakat ne çare ki hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaipten olarak, o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım. O çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat o çiçekler ve meyveler dikenli mikenli; mülâkatında elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle müfarakatinden elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı.
Birden, şimendiferdeki bir hademe dedi: "Beş kuruş ver; sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine, elin parçalanmasıyla yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de ceza var; izinsiz koparamazsın."

Bu konunun devamında, Üstad Said Nursi, bu hikayeyi tabir ederek, trenle yapılan bu yolculuğun, insanın ruhlar aleminden gelerek, dünyadan geçerek, ahiret alemine gidişini gösterdiğini söylüyor. Bu yolculuğun vasıtası olan trenin de aslında zaman olduğunu hatırlatıyor.
Tünelin ise, dünya hayatı olduğunu ve dikenli cazip çiçekler ve meyvelerin meşru olmayan lezzetler ve haram davranışlar olduğunu belirtiyor. Bunların yapılması esnasında (mülâkatında) ve sonrasındaki oluşacak üzüntüler kalbi kanatıyor, yapılıp bittikten sonra (mufarakatinde) da pişmanlığından kalbi ve duyguları parçalıyor, üzülüyor ve böylece bir çeşit ceza (yüz kuruş ödeme) çektiriyor.

Genellikle insan haram lezzetlerin peşinde koşar, bunları işlediği esnada (vicdanıyla baş başa kaldığında) ve sonrasında pişmanlıklar duyar. Neden?
Peki, insan niye bu şekilde davranır? Niye kendine zarar verecek şeyleri bilerek ve isteyerek yapar?

Bu yazımızda biraz da olsa bu nedenin cevabına dokunmaya çalışacağım.
Müslüman toplum içindeki çocuklarımıza ve gençlerimize baktığımızda yukarıda anlatılan olayların gerçek olduğunu görürüz.
Peki Müslümanlarımız, haramı bildikleri ve yasak olduğunu bildikleri halde niçin bu şekilde davranıyorlar?

Toplum, insanlarımız, aileler dindarlaştıkça dini yaşantılarını dar(!)laştırmaya, zorlaştırmaya başladılar. Dini hayatın darlaşması, helal dairenin kısıtlanması demekti.  Böylece, başta gençlerimiz ve çocuklarımız olmak üzere, bu durum, Müslümanları helal dairenin dışına çıkmaya sevk etti.
Halbuki helal dairenin keyfe kafi geldiği onlara gösterilebilseydi, insanlar, Müslümanlar, bu tür haram zevklerin peşine düşmeyeceklerdi.

Burada aşağıdaki deneyi araya sokalım; “Bir laboratuarda deney yapılıyor. İçinde bir büyük ve çokça küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konuyor. Haliyle, büyük olan acıktıkça küçükleri yiyor...
Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor böylece akvaryum ikiye ayrılıyor.
Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da Diğer tarafa yerleştiriliyor.
Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor. Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor.
O da ne!!! Büyük balık küçükleri yemek için hiçbir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği halde onları yemediği görülüyor.”

Buna psikolojide "Öğrenilmiş Güçsüzlük" deniyor.
İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının, "yapma; elleme, dokunma" gibi sözlerini duyuyormuş.
Böyle olunca da çocukta büyüyünce "yap(a)mama","ed(e)meme" özellikleri gelişiyor ve özgüvenini yitiriyormuş. Yani bir bakıma buna da "Öğrenilmiş Güçsüzlük" diyebiliriz.
Bu şekilde yetişen ve büyüyen insan, “...enâniyetine istinad edip, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde, muvakkat bazı lezzetler için çalıştığından, gayet dar bir daire içinde boğulup, gider.” diyor Üstad Said Nursi.

Her çocuğun yaşadığı aile ortamına göre beyninde bazı şablonlar oluşur. Çocuk büyüdükçe ve toplumun değişik ortamlarına girdikçe bu şablonla, girdiği ortamların şablonları arasında uyuşmalar ve/veya uyuşmazlıklar yaşanır. Eğer, ailede aldığı terbiye ve yaşantı örneklerinde aldığı lezzetlerle yani öğrendiği yaşantı örneklerindeki zevkler farklı ise, çatışmalar başlayacaktır. Tam bu durumda nefsin ve ruhun tatmini ortaya çıkmaktadır.
Böylece, insan, nefsinin tatminini hedeflediğinde gayr-ı meşru yollara başvuracaktır. Çünkü; nefis kolayca tatmin olmaz. Ruhu tatmin etmek daha kolaydır. Çünkü, ruhun tatmini manevi bir tatmindir. Ama, biz ruhu tatmin etmek yerine nefsimizin tatminini tercih ettiğimiz taktirde haramların tongasına düşmüş oluruz.

Halbuki; insan“...hayat-ı dünyeviye’nin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflisini tatmak için bütün letaifini ve kalp ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur..”  (1)

Peki ne yapmak gerekir? Bunun için, “..çocukların vicdanlarını küçük yaşlardan itibaren mantıklı, hikmetli, şefkatli ve sevgi dolu bir disiplinle terbiye etmek, onlar için boş vermişlik ve ilgisiz bir serbestlikten daha yararlı ve olgunlaştırıcı olur..”  (2)

İbadetleri yapmada hedefler koymalı, ulaşıldığında da ödüllendirilmeli, çocuk, nimetleri idrak etme ve nimetlere şükretmeyi yaşamalı ve örnek olarak şükürdeki saadet çocuğumuza fiili olarak gösterilmelidir.
Çünkü; “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen  hayatından lezzet alır.”
“Korkutmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz, sevdiriniz.” hadisi ışığında davranmalı, namaz kılındığında ‘Kendimi huzurlu hissediyorum’ veya Kur’andan bir yer okuduğunda, ‘Şu ayetin anlamı ne kadar güzel’ gibi duygular bizzat gösterilmelidir.

“Kanaat en büyük zenginliktir. Genellikle bu söz maddi değerler için söylenir. Ama, bu aynı zamanda duygusal ihtiyaçlarımız için de geçerli olmalıdır. Aksi halde insanlarda duygusal yoksunluklar yaşanır. Daha sonra da, bunları tamamlamak adına haramlara kaymalar yaşanabilmektedir.  (3)

Çocukların lezzet alarak bazen yanlış ve eksik yaptıkları dini emir ve hareketlere göz yumulmadığı taktirde o çocukta, dini emirlere karşı bir soğuma ve sonrasında ise düşmanlık olabilecektir. Ve böylece yasaklanan fetva sınırı içindeki olaylara da bir meyli olacaktır.
Halbuki, “Bir şey tamamen elde edilmezse, tamamen de tek edilmez.” kuralına göre davranılsaydı, böyle olmayabilirdi. Çocuğun büyüdüğünde haramlara girmesi kolayca olmazdı.

“Aynen onun gibi, insandaki cihâzât-ı mâneviye ve letâif-i insaniye ki, her birisi hayvana nisbeten yüz derece inbisat etmiş. Meselâ, güzelliğin bütün merâtibini fark eden insan gözü; ve taamların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zâika-i lisaniyesi; ve hakaikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı; ve kemâlâtın bütün envâına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, âletleri nerede; hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişaf etmiş âletleri nerede? “

Şimendifer hademesi demişti: "Beş kuruş ver; onlardan istediğin kadar vereceğim." Onun tabiri şudur ki: İnsanın helâl sa'yiyle, meşru dairede gördüğü zevkler, lezzetler, keyfine kâfidir; harama girmeye ihtiyaç bırakmaz. Yani, yukarıda söylediğimiz gibi, çocuklarımıza terbiye vereceğim diye, helal dairenin güzellikleri olabildiğince göstermeli, çok fazla da, o dairenin çapını daraltmamak gerekir.

Bu olayın başka bir açıdan baktığımızda, aşağıdaki paragrafı da göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum.
“Deccalın yalancı cenneti ise, medeniyetin cazibedar lehviyâtı ve fantaziyeleridir. Merkebi ise, şimendifer gibi bir vasıtadır ki, bir başında ateş ocağı bulunur; kendine tâbi olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı, yani diğer başı cennet gibi tefriş edilmiş; tâbi olanları oraya oturtur. Zaten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir cennet getirir; biçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için, medeniyet elinde cehennem zebanîsi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.”  (4)

Demek helâl daire içinde yapılan işlerimiz için sonunda herhangi bir cezai yaptırım olmadığından bize az masraf getirecek (5 kuruş kadar), helal dairenin dışına çıkıp yaptığımız işler sonunda maddi-manevi olarak çekeceğimiz sıkıntılar bayağı masraf (100 kuruş kadar) getirecektir.

Peki, öyleyse bir düşünelim bakalım. Hayatımız boyunca harcamalarımız hangi ölçüye göre oluyor? 5 kuruşlar mı, yoksa 100 kuruşlar mı toplanarak harcamalarımızın toplamını arttırıyor?

Dipnotlar:
1-Sözler,291
2-Ayşe Aydın, Bizim Aile, Eylül 2008
3-Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu, bizim aile, eylül 2008
4-15.mektup,4.sual

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.