Bela vereni buldunsa…

Bela “evet” demek. Ruhlar âleminde “belâ/evet” demişiz. Rabbimize söz vermişiz. Dağların bile yüklenmekten çekindikleri emaneti kabul etmişiz. Evet dedik. Belalı mı belalı bir dünyaya gönderildik. İmtihanımız çetin. Dağları bile hallaç pamuğuna döndürebilecek olan emanetin sahibi olarak yeryüzünde tasarruf etmeye başladık.

Evet demek bir ahitleşmedir. Her neye evet demişsek, arkasından gelen mükellefiyetlere de evet demiş olmuyor muyuz? Girdiğimiz yolun etrafına imkân dairesinde dizilmiş olan zahmetlere, musibet ve belalara karşı göğüs germeyi göze almış olmuyor muyuz?

İşe evet diyoruz. İşyerinin mükellefiyetlerini yerine getirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Yoksa yerimizi muhafaza ve başkalarına muhtaç olmadan geçimimizi temin etmemiz, işverenden de maaş almamız mümkün olmayacaktır. Zahmetsiz rahmet de lezzet de olmuyor.

Yuva kurmak için evet diyoruz, evliliğin, eş ve çocukların sorumluluklarını yerine getirmek için çaba gösteriyoruz. Aksi halde aile dağılır, çoluk çocuk rezil olur, daha çok belalara ve musibetlere mübtela oluruz. Çaresizlerin ve feryad edenlerin sayısı çoğalır. Feryad ise, hatayı ve belayı ziyadeleştirdikçe ziyadeleştirir.

Cihan, küçüklü büyüklü belalarla doludur. Yaradan büyüklerinden saklasın. Lakin saklanmak da biraz bize düşüyor. Bu belaları bizim üzerimize çeken, cefalardan cefalara atan, kendini beğenmiş, sadece kendi keyfine bakan bencil nefsimizdir. 

Belalardan korunmanın ya da hafifletmenin yolu, evvela feryadı bırakıp tevekkül etmekten, bela vereni bulmaktan ve O’na şükretmekten geçiyor. Belki belayı, safa verici bir hediye, belki de daha büyük belalara karşı bir kalkan, bir uyarıcı olarak kabul etmek icab ediyor. Şükür ise, belanın önünü keser, yüzünü güldürür, sen güldükçe o da güler, küçülür, bela olmaktan çıkar.

Dünya keyif yeri değil, çalışma, gayret etme, zahmet çekme yeridir. “Bela” dedik kabul ettik zaten bunu. Bu fani dünyada neye elimizi atsak bir süre sonra elimizden kayıp gidiyor, bağlanıp, “artık bu bizim” dedikçe yüreğimizi parçalayarak ortadan kayboluyor. Bu nedenle mesud ve saadete nail olmak istiyorsak dünyayı bedenen değil, kalben terk etmek, kalbimizde hiçbir fani varlığın kök salmasına müsaade etmemek gerekir.

Bütün eşyanın dostluğunu ve lehimizde olmasını istiyorsak Hüdabîn olmak, her şeye Yaratıcısı namına bakmak, onlarla kardeş olmak icab eder. Aynı zamanda onların imdadımıza ve yardımımıza koşmalarına vesiledir. Hem bu çok kârlı bir ticarettir. Fani şeyler bâkîleşir. Bâkî olanın bir zerresi, fâni olan her şeyin fevkindedir.

Teklif saadet içindir. Biz de bela dedik. Cenab-ı Hakk bizi fiillerimizden sorumlu tutmuş, ruhumuza hediye olarak sonsuz sayıda ekilen istidat tohumlarını sulama ve büyütme ile mükellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı, ruhumuzdaki o tohumlar gelişemezdi. Manen ruhun, vicdanın, aklın ve fikrin gelişmesini ve yükselmesini aşılayan şeriattır, hayat veren Peygamberlerin gönderilmesidir, ilham eden, dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar vicdanî kemâlâtve güzel ahlâk tamamen yok olacaktı.

Zahmetlerin arkasındaki lezzetler ve keyifler için, çok kârlı bir ticaret için, kabiliyetlerimizin gelişmesi için, kömür yığınlarından kurtulup elmas olmak için, saadet-i dareyn için, Cemalullah için bela dedik.

Hayat bu kadar belalı da olsa, verdiğimiz sözün arkasında durmaya değmez mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.