Bedüzzaman’a göre türbe ziyareti nasıl yapılmalı?

Bedüzzaman’a göre türbe ziyareti nasıl yapılmalı?

Acaba türbeler İslami inanca göre nasıl ziyaret edilmelidir?

Risale Haber-Haber Merkezi

Dr. Selçuk Eskiçubuk’un yazısı:

Bedüzzaman’a göre türbe ve kabir ziyaretleri nasıl yapılmalıdır?

Türbeler  genelde dini kişilerin veya devlet adamlarının  adına yaptırılmış oda şeklindeki mezarlardır. Dünyanın bir çok ülkesinde bu tür yapılar vardır. Ülkemizin de her ilinde, ilçesinde  türbeler, kabirler mevcuttur. Bu dini kişiler sahabeler, evliyalar olabildiği gibi, dini kanaat önderleri de olabilir.

İstanbul ili 487 türbe ile en başta gelenleridir. İstanbul’da en çok ziyaret edilen türbeler Eyüp Sultan ile Aziz Mahmut Hüdai türbeleridir. Konya’da da en çok Mevlana, Ankara’da ise Hacı Bayram-ı Veli türbeleri ziyaretçi akınına uğramaktadır.

Türbeler varsa ziyaretçileri de olacaktır. Bu ziyaretçiler acaba hangi amaçla buraları ziyaret etmektedir? Bunları kesin olarak bilemeyiz ama genellikle halk arasında iş ve eş bulma, sınav kazanma ve sınıf geçme  gibi dünyevi amaçlar için yapıldığı kanaati hakimdir.

Hadisi şerifte kabir ziyaretleri yapmanın ve onlara hürmet göstermenin öneminden bahsedilir. Acaba türbeler İslami inanca göre nasıl ziyaret edilmelidir? Geçmişte ve bugün, türbe ziyaretlerinde ne gibi yapılmıştır, halen yapılmakta mıdır? Yanlış amaçlar tarihte hangi olaylara sebep olmuş ve kişileri nereye götürmüştür?

Tarihte  halk kitleleri cahilce ve aşırı giderek İslam büyüklerinin türbe ve kabirlerini kutsallaştırma derecesinde hürmet göstermişlerdir. O kabirlerde yatanların Allah’ın makbul ve sevgili birer kulu olduklarını unutup, onlardan manevi dua ve şefaatten başka bir şey beklememek gerekirken dünyevi isteklerde bulunmuşlardır. Onları bir tasarruf ve kudret sahibi olarak görerek, türbelerden, dilekte bulunmak onları cahilce kutsamaktır. Her şeyi veren Allah’tır, zahiri sebeplere bakıp aldanmamak gerekir. Allah’ın birliğine aykırı onlardan medet ummak, gaflettir. Onlar birer aynadır. Hakiki tasarruf sahibi gibi görülürse sonra kader fetva verir bir zalimin eliyle türbeler yıktırılır, kabirler yerle bir edilir. Ziyaretler yasaklanır.

Tarihte türbe ve kabirlerin gerçek anlamını aşan ziyaretlerine kader müsaade etmemiştir. Arabistan’da geçmişte Vahhabiler aşırı giderek kabirleri yıkmışlar, ziyaretleri yasaklamışlar. Kader o zalimlerin eliyle yanlış ziyaretlerin önüne geçmiş fakat onların da aşırı gitmelerinden dolayı “Zâlim Allah’ın kılıcıdır; onunla başkalarını cezalandırır, sonra da onu cezalandırır” kuralınca hükmünü icra etmiştir. Tarihten ibret almazsak aynı olaylar yine tekrarlanır. Çünkü kader böyle cahilane yanlışlıklara izin veremez.

Cumhuriyet döneminde de Türkiye’de “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile uygulamaya konmuştur.

25 yıllık bir süreçte Türkiye’de yasaklar devam etti.  T.B.M.M’ye  sunulan yeni bir kanun, geniş bir mutabakatla 5 Mart 1950'de yasalaştı. Yeni yasa, türbelerin bir bölümünün Milli Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına imkan sağladı. İlk olarak İstanbul'da Koca Mustafa Reşit Paşa türbesi, ardından Gazi Osman Paşa türbesi açıldı. Bunu Barbaros Hayrettin Paşa türbesi, Osmanlı sultanlarından Kanuni ve Yavuz'un, Bursa'da Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin türbelerinin ve Yeşil Türbe'nin açılışı izledi. Mimar Sinan'ın, Fatihin türbesi, içinde Abdülaziz ve II.Abdülhamit'in de yatmakta oldukları II. Mahmut Türbesi, Bolayır’da Şehzade Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir’de Âşık Paşa, Konya’da Selçuklu sultanları, Akşehir’de Nasreddin Hoca türbeleri ilk partide açılan türbelerdendir.

Aradan 40 yıllık 2. bir süre daha geçtikten sonra da, 1990’da çıkan başka bir yasa ise ile türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartını ortadan kaldırdı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü. Böylece ilk yasaklamanın kaldırılabilmesi için 65 yıllık bir zaman dilimi geçmiştir.

Türbe ve kabir ziyaretleri konusunda Bediüzzaman, Mektubat isimli eserinin 28. mektup 6. risale olan 6. Mektupta şöyle demektedir:

...Birincisi: Hadis-i sahîh ile sabit olan ziyaret-i kubûr ve makberistana hürmet-i şer’iyesû-i istimâl edildi gayr-i meşrû hâdiseler zuhura geldi.Husûsan evliyâların makberlerine karşı hürmet ise, mânâ-yı harfî cihetiyle kalmadı mânâ-yı ismî derecesine çıktı.
Yani, sırf Cenâb-ı Hak hesabına makbul bir abdi olduğuna ve şefaatine ve mânevî duasına mazhar olmak için olan meşrû hürmetten ziyade; o kabir sahibini âdetâ sahib-i tasarruf ve kendi kendine medet verecek bir kudret sahibi tasavvur edip, âmiyâne, câhilâne takdis edildi.Hattâ o dereceye varmış ki, namaz kılmayanlar, o mâruf ve meşhur türbelere kurban kesip, ona yalvarıyordu. İşte bu müfritâne hâl, kadere fetvâ verdi ki, o muharribi onlara musallat etsin.Fakat, o muharrib dahi, onları tâdil etmek ve ifratlarını kırmak lâzım gelirken, öyle yapmayıp, bilâkis o da tefrit edip köküyle kesmeye başladı.
Elbette,اَلظَّالِمُ سَيْفُ اللهِ يَنْتَقِمُ بِهِ ثُمَّ يَنْتَقِمُ مِنْهُ (1)1 kaidesine mazhar olur. Onlar da sonra cezasını bulurlar.
İkincisi: Şu asırda maddî fikir galebe çalmış. Esbâb-ı zâhiriye, hakîki telâkkî ediliyor. İnsanlar esbâba yapışıyor. Eğer esbâb-ı zâhiriye bir âyine hükmünden çıkıp nazar-ı dikkati kendisine celbetse, Tevhîd-i hakîkiye münâfi olur.
İşte, şu gafil maddî asırdaki insanlar, mütedeyyin de olsa, esbâba fazla sarılmalarına hikmet-i şer’iye müsaade etmiyor.
İşte buna binâen, evliyânın ve eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine birer mukaddes ziyâretgâh nazarıyla bakmak, o hikmet-i şer’iyeye şu zamanda pek muvafık düşmediğinden, kader-i İlâhî onu tâdil etmek istedi ki, bunları musallat etti.

-Zâlim Allah’ın kılıcıdır; onunla başkalarını cezalandırır, sonra da onu cezalandırır

Üçüncüsü: Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler.
İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ enâniyetle ittiham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah’ı tanımadıkları için, çok şeylere, çok zâtlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda ve sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gayet müthiş bir riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette hikmet-i şer’iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharripleri Ehl-i Sünnete taslît etti. Onlarla tâdil edecek.

Fakat Vehhâbilerin seyyiât ve tahribâtlarıyla beraber, medâr-ı şükran bir cihetleri var ki, o çok mühimdir. Belki onların tahripkârâne olan seyyiâtlarına mukabil o cihettir ki, onları şimdilik muvaffak ediyor. O cihet de şudur ki:Namaza çok dikkat ediyorlar. Şeriatın ahkâmına tatbik-i harekete çalışıyorlar. Başkaları gibi lâkaytlık etmiyorlar. Güyâ dinin taassubu nâmına tecâvüz ediyorlar. Başkaları gibi dinin ehemmiyetsizliğine binâen şeâir-i diniyeyi tahrip etmiyorlar.
Hem, Vehhâbilik az bir fırkadır. Koca âlem-i İslâmın havz-ı kebîri içinde ya erir, ya itidâle gelir; çünkü menbâı hâriçte değil ki, âlem-i İslâmı bulandırsın. Menbâı hariçte olsaydı, çok düşündürecekti...

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :1 : “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.