Bediüzzaman’ın ve Abdülhamid’in Okulları (3)

Abdülhamid devletin merkezine kendini koymuştur. Gerek Osmanlı toprakları üzerinde, gerekse de Osmanlı toprakları dışında açtığı eğitim kurumlarıyla halifeliği ve saltanatı güçlendirmeye çalışmıştır. Öyle ki Çin’de açtığı üniversiteye bile kendi adını vermiştir. (Kendi adıyla Hamidiye alaylarını kurduran da odur.)

 

Buradan anlaşılıyor ki Abdülhamid kendi denetiminde olmayan hiçbir faaliyete -bu ilim/eğitim gibi İslamın “farz” kıldığı bir mevzu olsa bile- müsaade etmez.

 

Bediüzzaman Medresetü’z Zehra projesi ile değil de “Hamidiye” adı altında bir eğitim projesiyle gitmiş olsaydı teklifine olumlu cevap verilme ihtimali yüksekti, diyebiliriz. Abdülhamid’in zaptiye nazırı ile Bediüzzaman’a maaş ve ihsan-ı şahanesini sunması sorunun eğitim sorunu olmadığını gösterdiği gibi, Abdülhamid’in Bediüzzaman’ın yaptıklarından haberdar olduğunu da gösterir.

 

Bediüzzaman’ın Abdülhamid’in bu teklifini ret etmeyerek “Hata ettim. Fakat, o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim; hürriyetimi terk etmedim, o şefkatli Sultana boyun eğmedim, şahsî menfaatimi terk ettim” demesi de gösterir ki Abdülhamid Bediüzzaman’a maaş bağlayarak onu kontrol altına almaya çalışmaktadır. (Bediüzzaman’ın “hata ettim” demesi de “ironi”den başka bir şey değildir. Zira Bediüzzaman’ın bu tür ifadeleri çok nadir de olsa bazı kişiler tarafından her nasılsa “özür dileme” gibi algılanabilmektedir.)

 

Armağan’ın, Medresetü’z Zehra projesinin Bediüzzaman tarafından daha uygun bir kanaldan ve daha uygun bir zemin ve zamanda sunulmuş olsaydı Sultan’ın projeyi sadık bendeler yetiştirmek üzere politik olarak ciddiye almaması düşünülemezdi, şeklindeki tespitinin kısmen doğru olduğu söylenebilir.

 

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Bediüzzaman’ın bu projesi Abdülhamid zihniyetiyle üretilmiş olsaydı Abdülhamid tarafından proje zaten kabul edilirdi.

 

Bizce meselenin en can alıcı noktası “uygun kanal”dır. Her ne kadar Abdülhamid’inki bir şahsın “mecburi”, “cüz’i” ve “hafif” bir istibdat ise de istibdat kısa zamanda devletin hemen her kurumuna yayılarak mutlak istibdad şeklini almıştır. Abdülhamid’in hatası burada aranmalıdır. Şefkatli, veli bir padişahın elindeki cüz’i bir istibdat kısa bir süre içinde külli ve umumi bir istibdada dönüşmüştür ki, böyle bir durumda Padişaha ulaşmak neredeyse imkansızdır.

 

Bediüzzaman’ın tenkitlerini ilk elden bir şahsın “mecburi”, “cüz’i” ve “hafif” bir istibdadından ziyade, külliyet kesb eden istibdad minvalinde değerlendirmek gerekir. Mesele Abdülhamid olunca, Bediüzzaman’ın ifadelerinin hemen çoğu menfidir, müspet olan kısımları ise onun idaresini değil, şahsını ilgilendiren şeylerdir. Armağan yazısında zaman zaman bu ayrıntıyı kaçırıyor.

 

İstibdat süreli bir zamanda, sınırlı bir coğrafyada hüküm sürer. Etkisi cüzi ve geçicidir. Oysa gönüllerde kurulan sultanlık ebediyeyete kadar gider. Nursi Van’da Medresetü’z Zehra okulunu kuramadı. Ama bu gün dünyanın dört bir tarafında milyonlarca talebesine ders verdiği  Medresetü’z Zehraları, Dersane-i Nuriyeleri var.

 

Bunlar Abdülhamid’in Hamidiye okullarından daha çok hizmet görüyorlar ve görecekler. Abdülhamid’in Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışını önlemek için kurduğu okulların yerini “kainatta Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) adını duymayan bir kişi,  Allah’a secde edilmemiş bir karış toprak kalmayıncaya kadar mücadele etmeye yemin etmiş  İttihad-ı İslam sevdalısı Nur şakirtlerinin açtığı Nur dersaneleleri aldı, alıyor.

 

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum