Bediüzzaman'ın üzüm ağacında gördüğü

Bediüzzaman'ın üzüm ağacında gördüğü

Hekimoğlu İsmail, Bediüzzaman Hazretleri ve Bayram Yüksel ağabeyden örnekler verdi

Hekimoğlu İsmail'in yazısı:
 
Sen o imkândan mesulsün!
 
Bir insanın şahsına ait olmayan her şey emanettir. Evlat, mal, mülk, makam, servet, imkânlar… “Ben çalıştım, çabaladım da bu noktaya geldim.” diyor.
 
O zaman derler adama, “Demek ki Allah sana verdikleriyle senden bir şeyler bekliyor.” Sebepler Allah’ın sıfatlarına perde olunca Müslümanlarla İslamiyet arasına birçok maniler giriyor. Bu ikisi birbirine ulaşamayınca İslamiyet Müslüman’sız, Müslümanlar da İslamiyet’siz kalıyor. O zaman “Allah” diyen mü’min ne kendini ne de Rabb’ini gerçek manada biliyor. 
 
Ameliyat olan hasta, doktoru görüp, yarayı iyileştireni görmezse, eczacıyı görüp ilacın hammaddesini, formülünü yaratanı bilmezse, hemşireye, hasta bakıcıya, temizlikçiye binler teşekkür edip, Allah’a şükretmezse, sebepleri görüp onları yaratan Şâfi-i Kerim’i görmezse, basireti kör demektir. Yani perdeler çok önemlidir. Allah’a ait işleri sebeplere vermek şirktir.
 
Mesela bir anneye sordum, “Bu çocuk sizin mi?” “Elbette benim!” dedi.  Yine sordum, “Bu çocuğun ellerini sen mi yaptın, gözlerini sen mi taktın? Dünyaya gelen çocuk elektronik bir cihaz gibi girift, bir o kadar güzel ve sanat eseri… Dünyanın bütün mimarları, mühendisleri toplansa böyle bir çocuk yapabilirler mi?” O anne başını öne eğdi, “Bu çocuğu bana Allah verdi.” dedi. Ben de dedim ki; “İnsanların yapamadığı eser Allah’ı gösterir. Bu çocuk sizin değil, size emanet edilmiş. Öyleyse onu Allah’ın istediği şekilde yetiştirin.”
 
Mesela ziyarete gelen arkadaş, “Benim şirketim benim şirketim!” diyerek kabara kabara kurdukları şirketi anlattı. Hâlbuki bu şirket onun değil. Allah’ın verdiği akılla tahsil yaptı, sanat öğrendi, Allah sevk etti ve o noktaya geldi. Demek bu şirket ona emanet edilmiş. Arkadaş, sen o şirketin hizmetkârısın. Allah için işleteceksin, Allah için çalışacaksın, haram bulaştırmayacaksın. Yani o imkân sana verildiyse, sen de o imkândan mesulsün.
 
Yıllar önce kızımın bahçesine Erzincan’dan getirdiğim asmayı diktim. O kadar üzüm verdi ki… Bediüzzaman’ın Onuncu Söz’de tarif ettiği gibi, “Kemik gibi bir kuru ağacın ucundaki tel gibi incecik bir sapta gayet münakkaş, müzeyyen bir çiçek ve gayet musannâ ve murassâ bir meyve, elbette gayet san’atperver, mucizekâr ve hikmettar bir Sâniin mehâsin-i san’atını zîşuura okutturan bir ilânnamedir.”
 
Nasıl ki asma denilen odundan Allah tulumba tatlısı gibi üzümler yaratmış, o üzüm ağacı gururlanamaz. Çünkü salkımları o ağaç kendi takmamış, Allah ona takmış. Nasıl ki asma, üzümlere sahip çıkamazsa, aynı şekilde insan da Allah’ın verdiği kabiliyetlere, imkânlara sahip çıkıp “ben yaptım, benimdir!” diyemez.  
 
Mesela Bayram Yüksel ağabeyimizin muhtereme eşi sormuş: “Ben ölünce Münker-Nekir’e ne cevap vereceğim? Ahiret âlemi nasıl olacak? Orada başımıza neler gelecek?” Ağabeyimiz şahsına yakışan bir cevap vermiş: “Ben bunları düşünmüyorum. Ben hizmeti düşünüyorum. Herkes gibi biz de hesap vereceğiz. Cenab-ı Hak nasıl münasip görürse o şekilde yargılar bizi. Ben bunları hayatımda hiç düşünmedim.”
 
İlmini, mevkiini, aklını, hayatını zerre miktar olsun İslam’a hizmet için seferber etmek imanın alametidir. Hizmet için zamana ve mekâna bakılmaz. Allah için yapılan şeyin büyüğü küçüğü olmaz.
 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.