Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

Bediüzzaman’ın Penceresinden “Emek Ve Sermaye” İlişkileri

Dünyada bugün 7. 5 milyara yakın insan yaşıyor. Birçokları açlık sınırının altında yaşarken dünya nüfusun 2 bin kişisi, bütün sermayeyi elde tutuyor. Mesela Dünyanın en zengini Bill Gates; on altı yıldan beri birinciliği elden bırakmıyor ve 2105 yılında hala 79. 2 milyar dolarlık servetliye tahtını koruyor.

Yeryüzündeki insanların siyasal ve ekonomik hayatları, tarihsel açıdan irdelendiğinde bu zaman sürecinde birçok devrin yaşandığı, çok azınlık bir grup insanın her zaman zengin, çoğunluğun ise her yerde fakir olduğu görülmektedir.

Bediüzzaman’a göre insanlığın yaşadığı bu devirler, şöyle sıralanabilir:

*Birinci devir: Vahşet ve bedevilik

*İkinci devir: Kölelik

*Üçüncü devir: Esirlik

*Dördüncü devir: Ücretli çalışma

*Beşinci devir: Serbest çalışma ve girişimcilik

Vahşet devri dinlerin ve hükümetlerin etkisiyle yarı medeni bir devire doğru bir değişim sağlasa da, insanlar arasındaki zeki ve güçlü olan kimseler; diğer insanları kul köle yapıp hayvan gibi muamele ederek topraklarda çalıştırmışlar, o fakir insanların emeklerini sonuna kadar sömürmüşlerdir. İşte bunun adı, Feodalizm yani toprak ağalığıdır.

Bir zamanlar savaşlarla esir alınan insanlar da köleler gibi çalıştırılmışlar ama bunlara onlardan farklı olarak bir miktar ücret ödenmiştir. Fakat 1789 büyük Fransız İhtilalı’ndan sonra çalışma hayatının koşulları yeniden değişime uğramış ama, yine zenginler; fakir halk tabakalarına düşük ücret ödeyerek çalıştırmışlar ve emeklerini yine de sömürmüşlerdir. Sabahtan akşama kadar çalışan bir işçi ancak kıt kanaat geçinebilirken sermaye sahipleri bankalar kurarak oturdukları yerden faizle besleniyorlardı. Zenginler ile fakirlerin arasının bu kadar açılması toplumlarda sosyal patlamalara sebep olmuştur. İşte Fransa’da 1789 da yaşanan ihtilal ile Rusya’da 1917 yılında yaşanan Bolşevik devrimi böyle önemli sosyal patlamalardır. Dünyanın başına daha sonra bela olacak Sosyalizm-Komünizm gibi halkı zenginlere karşı ayaklandıran akımlar, I. Dünya savaşından sonra ise dünyanın başka ülkelerine de yayılmıştır.

Bediüzzaman bu devirleri ve değişim süreçlerini kendi ifadeleriyle şu şekilde anlatır:

*Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-i beşerin hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev-i beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler.

Sonra bu memlûkler dahi bir intibâha düşüp, gayrete gelerek, o devri esir devrine çevirmişler; yani, memlûkiyetten kurtulup, fakat "El Hükmül Galib" (1) olan zâlim düsturuyla yine insanların kavîleri zaiflerine esir muâmelesi yapmışlar.

Sonra, ihtilâl-i kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukâbilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa'yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukâbil istihdam etmeleridir.

Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte'l-arz mâdenlerde çalışıp, kût-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya'yı zîr ü zeber edip, geçer Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar. Şu bolşevizm perdesi altındaki kıyâm-ı avâm, havâssa karşı bir kin ve bir tezyif fıkrini verdiğinden, büyüklere ve havâssa âit medâr-ı şeref herşeyi kırmak için bir cesâret vermiş.

(1)Hüküm galip olanın lehinedir. (MEKTUBAT, 28. Mektup)

Bediüzzaman Dünyada ortaya çıkan sosyal patlamaların önünü almak için Kur’an ayetlerini delil göstererek emeğin esas kabul edilmesini ve servetin zalim insanların elinde neden toplanmaması gerekliliğini şöyle anlatır:

*İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?" Derim: Sa'y asıl, esastır. Servet-i insaniye zâlimlerde toplanmaz; saklanmaz ellerinde. Buna dâir şâhidim: “veenleyse lilinsani illamaseğa”(1), “vellezine yeknizunezzehebe velfizzete velayunfiguneha fisebilillahi febeşşirhum biazabin elim”(2)

(1)İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. “Necm Sûresi:, 39. ”

(2)Altını ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları ise, acı bir azabı müjdele. “Tevbe Suresi, 34. ” (SÖZLER, Lemaat)

*bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir.

Birinci Kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne. "

İkinci Kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim. "(SÖZLER, 25. Söz)

Tarih boyunca emek-sermaye ilişkileri iyi yönetilemediği için İslam dışı toplumlarda sosyal patlamalar olmuştur. Emeğin değeri verilmemiş, işveren servet biriktirme uğruna üretimden elde edilen kardan çalışana az bir ücret vererek işi götürmeye gitmiştir.

İslam toplumlarında ise “Zekat, sadaka ve faizsiz borç verme” gibi sosyal yardımlaşma müessesesi ile “faizin yasak oluşu” gibi ekonomik önlemler sosyal patlamaların önünü almakta etkili olmuştur.

*beşerde, havas ve avam, iki tabaka var. Havastan avâma merhamet ve ihsan; ve avamdan havâssa karşı hürmet ve itaati temin edecek, zekâttır. Yoksa, yukarıdan avâmın başına zulüm ve tahakküm iner; avamdan zenginlere karşı kin ve isyan çıkar. İki tabaka-i beşer, daimî bir mücadele-i mâneviyede, bir keşmekeş-i ihtilâfta bulunur. Gele gele, tâ Rusya'da olduğu gibi, sa'y ve sermaye mücadelesi suretinde boğuşmaya başlar. (MEKTUBAT, 22. Mektup)

İnsanlar yaşamak için çalışmak zorundadırlar. Her devirde ihtiyaçlar farklı farklıdır. Geçmişte köylerde yaşayan insanla, zamanla topraklarını terk etmişler, tarımı bırakıp şehirlere gelmişler ve buralarda çalışma hayatına girmişlerdir. Orada dört şeye muhtaçken bu yeni tarzı, onlara yeni ihtiyaçlar doğurmuştur. Kimisi yirmi, kimisi yüz şeye muhtaç hale gelmiştir.

Ancak helal çalışmalar; bazılarının ihtiyaçlarını karşılamağa yetmemiş, kazanç az gider fazla olunca, bu yeni hayat tarzı onları fakirleştirmiştir. Kazancı artırmak için ise bir kısım insanlar hileye başvurmuş, hatta bazıları da lüks ihtiyaçlarını karşılama adına ahlaki bir zafiyete düşmüşlerdir.

Bediüzzaman bu düşündürücü değişimi esefle şöyle anlatır:

*Bedâvette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtac-ı fakir etmiştir. Sa'y-i helâl, masrafa etmemiştir kifâyet. (SÖZLER, Lemeat)

*Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y, masrafa kafi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlakın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev'e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı, fakir, ahlaksız etmiştir. (T. HAYAT)

*“kulu veşrebu vela tusrifu”(1) “leyse lilinsani illa maseğa” (2) fermân-ı esâsîsi ile beşerin saadet-i hayâtiyesi iktisat ve sâ'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir diye Risâle-i Nur bu esâsı izâhına binâen kısa bir iki nükte söyleyeceğim.

Birincisi: Bedevîlikte beşer, üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcâtını tedârik etmeyen, on adette ançak ikisi idi. Şimdiki Garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, sû-i istimâlât ve isrâfât ve hevesâtı tehyic ve havâyic-i gayr-ı zarûriyeyi, zarûrî hâcatlar hükmüne getirip; görenek ve tiryâkilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda. tedârik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. On sekizi muhtaç hükmünde kalır.

Demek, bu medeniyet-i hâzıra, insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçâre avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş.

(1) ”Yiyin, için, ancak israf etmeyin!” (A'raf Sûresi: 31. ) 
(2) ”İnsan için çalıştığından başkası yoktur”. (Necm Sûresi: 39. ) (H. ŞAMİYE)

Medeniyet harikaları denen radyo, Tv, cep telefonu, bilgisayar, internet, müzik seti, çamaşır ve bulaşık makinesi gibi elektrikli ev aletleri ile otomobil gibi araçlar; insanlara rahatlık sağlaması yanında tembellik nedeni de olmuşlardır. Kazançları yetersiz olduğu halde bunları satın alanlar ise, maddi manevi birçok sıkıntıya düşmüşlerdir.

İnsanlar rahata alışınca çalışmayı bırakıp eğlenme ve dinlenmeye daha çok zaman harcamışlar, sefahate dalmışlar ve zamanlarını boşa geçirir olmuşlardır. Kazançları yetmeyenler haram yolla bu araç ve gereçleri elde etmenin yollarına da sapabilmişlerdir.

Bediüzzaman Batı medeniyetinin getirdiği faydaların yanında zararlarının daha fazla olma nedenlerini şöyle anlatır:

*Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor. (E. LAHİKASI)

*Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa'y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavî Kur'ân'ın kanun-u esasîsi, “leyse lilinsani illa maseğa” (1) “kulu veşrebu vela tusrifu” (2) ferman-ı esasîsiyle, "beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir"

(1)İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır. " Necm Sûresi, 39.

(2)Yiyin, için, fakat israf etmeyin. " A'râf Sûresi, 31.

Bir toplumda herkes çalışmalıdır. Öğrenci, Öğretmen, İşçi, Memur, Asker, Bilim adamı, Din adamı, Esnaf ve Sanatkâr herkes üzerine düşeni en iyi bir şekilde yapmalıdır. Aşağıdaki hadisler bunu ifade etmektedir:

“Şüphesiz Allah size çalışmayı farz kılmıştır. O halde çalışınız. ”

“Çalıştırdığınız kimsenin ücretini henüz teri kurumadan veriniz!”

Bazı meslekler veya işler vardır ki ortak çalışmayı gerektirir, birinin kusuru veya ihmali bütün bir çalışmayı neticesiz kılabilir. Bunların bedeli, bireysel çalışmalardan daha ağır olduğundan bu açıdan çok dikkatli çalışılmalıdır.

*bir sultanın büyük bir ticaret gemisinde, bir adam az bir hareketle, belki küçük bir vazifeyi terk etmekle, o gemiyle alâkadar bütün vazifedarların semere-i sa'ylerinin ve netice-i amellerinin mahvına ve iptaline sebebiyet verdiği için, o geminin sahib-i zîşânı, o âsiden, o gemiyle alâkadar olan bütün raiyetinin hesabına azîm şikâyetler edip dehşetli tehdit ediyor. Ve onun o cüz'î hareketini değil, belki o hareketin müthiş neticelerini nazara alarak ve o sahib-i zîşânın zâtına değil, belki raiyetinin hukuku namına dehşetli bir cezaya çarpar. (LEMALAR, 13. Lema)

Evet birçok kişinin çalışmasıyla elde edilen başarının şan ve şerefi de bir kişiye verilemez. Mesela savaşta bir kaleyi fetheden taburun komutanı olan binbaşı o şerefin tek başına sahibi olamaz ama başarısız olunursa kusur komutanda aranmalıdır.

*Nasıl ki bir cemaatin malı bir adama verilse zulüm olur. Veya cemaate ait vakıfları bir adam zaptetse zulmeder. Öyle de, cemaatin sa'yleriyle hâsıl olan bir neticeyi veya cemaatin haseneleriyle terettüp eden bir şerefi, bir fazileti o cemaatin reisine veya üstadına vermek hem cemaate, hem de o üstad veya reise zulümdür. Çünkü enâniyeti okşar, gurura sevk eder. Kendini kapıcı iken padişah zannettirir. Hem kendi nefsine de zulmeder. Belki bir nevi şirk-i hafîye yol açar.

Evet, bir kaleyi fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz. Evet, üstad ve mürşid, masdar ve menba telâkki edilmemek gerektir. Belki mazhar ve mâkes olduklarını bilmek lâzımdır. Meselâ, hararet ve ziya sana bir ayna vasıtasıyla gelir. Sen de, güneşe karşı minnettar olmaya bedel, aynayı masdar telâkki edip, güneşi unutup, ona minnettar olmak divaneliktir. (M. NURİYE)

Ancak toplum içindeki sanatkârlar ile buluşlar yapan kâşiflerin özel bir önemi vardır. Onların çalışmaların neticesinden bütün insanlar faydalanır, istifade ederler. Kur’an onlara ayrı bir önem verir, onları hem teşvik eder hem de sanatlarını takdir eder.

*Lâkin, eğer kıymettar bir ibâdet olan sırf menfaat-i ibâdullah için ve menâfi-i umumiye ve istirahat-i âmmeye ve hayat-ı içtimâiyenin kemâline hizmet eden ve elbette ekalliyet teşkil eden muhterem san'atkârlar ve mülhem keşşaflar, arkanızda ve içinizde varsa, o hassas zâtlara şu remz ve işârât-ı Kur'âniye, sa'ye teşvik ve san'atlarını takdir etmek için, elhak kâfi ve vâfîdir. (SÖZLER, 20. Söz)

Çalışmak, üretmek sanatkârın işidir ancak bu konuda dikkate alınması gerekli kurallar da vardır, mesela yapılan işi parçalara ayırarak her şeyi bir kişinin yapmasına bedel o iş birçok kişi arasında paylaştırılarak yaparak aynı zamanda daha fazla üretim yapmak ve emeği değerli kılmak mümkün olabilir.

Bediüzzaman bu konuda şu örnekleri verir:

*Ehl-i san’at, netice-i san’atı ziyade kazanmak için, iştirak-i san’at cihetinde mühim bir servet elde ediyorlar. Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O ferdî çalışmanın, her günde yalnız üç iğne, o ferdî san’atın meyvesi olmuş. Sonra, teşrikü’l-mesâi düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir, ve hâkezâ...

Herbirisi iğne yapmak san’atında yalnız cüz’î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür’atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesâi ve taksim-i a’mâl düsturuyla olan san’atın semeresini taksim etmişler.

Herbirisine bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu hadise, ehl-i dünyanın san’atkârları arasında, onları teşrik-i mesâiye sevk etmek için dillerinde destan olmuştur. (LEMALAR, 20. Lema)

Tarımla uğraşan çiftçilerin de emek açısından ayrı bir yeri vardır. İslamda tarımla uğraşanlar farz olan emirleri yaparlarsa bu çalışmaları onlara maddi kazançla beraber manevi kazanç da sağlar, onların günlük uğraşları kendilerine sevap da kazandırır.

*sen, şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa'yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer, sen, istirahat ve teneffüs vaktini ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarf etsen, o vakit bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki mâden-i mânevî bulursun:

Birinci mâden: Bütün bağındaki Haşiye yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebâtın, her ağacın tesbihâtından, güzel bir niyet ile, bir hisse alıyorsun.

İkinci mâden: Hem, bu bağdan çıkan mahsülâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer; fakat o şart ile ki, sen, Rezzâk-ı Hakiki nâmına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevzîât memuru nazarıyla kendine baksan (SÖZLER, 21. Söz)

Hayvancılıkla uğraşan insanlar da tarımla uğraşanlar gibi değerlidir. Onlar, toplumun beslenmesinde en temel gıda maddesi olan hayvanların yetiştirilmesiyle uğraşırlar.

*Bu hayvanlara bakmak büyük bir ibâdettir. Hattâ, bâzı peygamberler de çobanlık yapmışlar. Yalnız, siz farz namazını kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun. (T. HAYAT)

Toplumun bir kesimi de sanayide çalışmakta, atölyelerde veya fabrikalarda çalışarak hayatlarını kazanmaktadır.

*Siz farz namazlarınızı kılsanız, o zaman, fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibâdet hükmüne geçer. Çünkü, milletin zarûri ihtiyacını temin eden mübârek bir hizmette bulunuyorsunuz. "(T. HAYAT)

Bugün elektrik hayatın kopmaz bir parçası haline gelmiştir, hemen her türlü alet, elektrikle çalışmaktadır. Elektrikte kesilme toplum hayatını felce uğratmaktadır. Bu nedenle elektrik üretim ve dağıtımında çalışmak da önemli bir görevdir.

*Bu elektriğin umum millete büyük menfaati var. O umûmi menfaatten hissedar olabilmeniz için, farzınızı kılınız. O zaman bütün sa'yiniz, uhrevî bir ticaret ve ibâdet hükmüne geçer" demiştir. (T. HAYAT)

Bir ülkenin savunmasında askerlerin görevi en ön plandadır. Günümüzde hava kuvvetleri güçlü ordular, düşmanları caydırıcı en önemli bir güçtür. Savaş uçak ve helikopterleri, havadan uçaklardan atılan bombaların sayısı hava kuvvetlerinin gücünü gösterir. Bu organizasyon içinde çalışanların görevleri zordur ama onlar farzları yerine getirirlerse aynı anda çok sevap kazandıran bir iş de yapmış olacaklardır.

*Farz namazlarınızı kılsanız, kılamadığınız zaman kazâ etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibâdet, husûsan hava askeri olanların bir saati, otuz saat ibâdet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde îman nûru bulunsun ve îmânın lâzımı olan namazı îfâ etsin. "(T. HAYAT)

Gelir İdaresi Başkanlığı verilerine göre bugün Türkiye'de 5, 5 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. Yani toplam SSK ve Bağ-Kur'luların yaklaşık yüzde 40'ı asgari ücretle çalışıyor.

2015 yılı ilk yarı için Türkiye'deki halen asgari ücret brüt 1201, 50 TL. Gelir vergisi, Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) primi ve diğer kesintiler çıkarıldığında ise net 949, 07 TL'ye iniyor. Bir işçinin işverene toplam maliyet ise vergilerle beraber 1. 411, 76 tl oluyormuş.

Çalışan; emeğinin karşılığını günümüzde ne devletten ne de özel sektörden alamamaktadır. Bazılarına göre işçinin emeğinin değeri asgari ücret kadardır. Çalışmak zorunda olan bir kısım insanlar buna istemeden razı olmaktadır. Acaba günümüzde işverenden çalışana karşı merhamet ve ihsan, çalışanlardan da içten gelerek işverene karşı saygı ve hürmet var mıdır?

Her işletme çalıştırdığı işçi sayısına, işin riskine ve çalışma yıllarına göre asgari ücret dışında emeğe saygıyı içeren bir ücret politikasını mutlaka kurmalıdır. Sosyal barışın ve üretimde verimliliğin yolu buradan geçmektedir.

Her işletmeninin zorlukları farklı farklıdır, iş kazası veya meslek hastalıklarına yakalanma riskleri farklı farklıdır ve sektörlerin karlılık oranları da farklıdır. Ülkemizde madenlerde 200 bin işçi çalışmaktadır. Çalışma koşulları en ağır ve riskleri en fazla olan sektördür. Ancak 2014 deki Soma faciasından sonra kanunla çalışma saatleri 6 saate düşürülmüş, ücretleri ise asgari ücretin iki misline artırılmıştır. İkinci riskli sektör de inşaat sektörüdür. Henüz bu sektörde bir iyileştirme yoktur.

Şimdi soruyorum: Türkiye’de hangi işveren kendi farklılıklarını göz önüne alarak işçi ücretlerini asgari ücretin üstünde artırıyor? Çok kar eden şirket işçiye ikramiye gibi sosyal yardımlar yapıyor mu? Devlet işkollarının risklerine göre niçin ücret belirlemiyor? Günümüzde otomotiv sektöründe ortaya çıkan grevler; kardan adaletsiz paylaşıma karşı bir başkaldırı değil midir?

TÜSİAD ile MÜSİAD sanki gizli bir ittifak halinde asgari ücretin artışına karşı çıkmakta ve hükümetler üzerinde baskı grubu oluşturmaktadırlar. Diğer işverenlere karşın İslami hassasiyetinin daha fazla olduğunu, farklı dernekler kurarak iddia eden işadamlarının günümüzde işçiye karşı durumunda da diğer işverenlerden farklı bir davranış var mıdır? Örneğin asgari ücret politikası, onların da uyguladığı bir yol değil midir? İşletmenin tehlike riski veya karlılık oranlarını hesaba katarak, 5, 10 ve 15 yıllık işçilerine kira yardımı, okuyan çocuklarına burs veya yapı kooperatif kurarak ev sahibi yapma gibi projeleri olamaz mı? Hadi asgari ücret arınca vergiler artıyor, bu gibi sosyal yardımlar yapılarak kalifiye elemanlara sahip çıkılamaz mı?

Konuştuğunuz işverenler bunca işsize rağmen işçi bulmakta zorluk çektiğinden, kalifiye eleman sıkıntısından bahsediyor, doğrudur. İşçi; işe talip oluyor birkaç gün çalışıyor, bakıyor ki iş ağır, ücret asgari, işi hemen bırakıyor. Ve yeniden aynı asgari ücretle daha hafif bir iş arıyor. Ucuz emek arandığı sürece de bu kısır döngü devam ediyor. İşyerlerinin farklı ücret politikaları olmadığı sürece de devam edecektir. Bu döngüyü kırmak biraz da işverenin elindedir. Herkese aynı ücreti vermek, primini asgari ücretten yatırmak ama işçiyi asgariden daha az ücretle çalıştırmak, 8 saatlik mesaiden fazla çalıştırıp ek ücret ödememek ve eski çalışanların yenilerden çok farklı ücret almaması gibi politikalar, o işyerinde işe giren çıkanlarının sayısını artırmaktadır. Kurumsal işyerlerinin bir özelliği de, işe giriş çıkışların, en az olmasıdır.

Bu ülkede ücret politikaları yeniden belirlenmelidir. Devlet, işyerlerini risklerine göre az tehlikeli, tehlikeli ve çok tehlikeli diye 3’e ayırmaktadır ama ücret için hepsine asgariyi vermektedir. İşveren de maalesef bunun üstüne çıkmamaktadır. Bu adil bir davranış değildir. İşyerlerinin bu türlü tehlike ayrımları da tam olarak belirlenmemiştir. Yeniden pratik hayatın gerçeklerine göre belirlenmeli ve emeğin değerine göre farklı asgari ücretler olmalıdır. Çalışanlar da yıllık kardan makul ölçüde prim almalıdır.

Bir işyeri hekimi olarak baktığım çok farklı işyerlerindeki gözlemlerim, tespitlerim ve önerilerimi de katarak bu makaleyi yazdım. Ancak kazandığından dağıtmak da insanlara zor geldiği gibi, siyasal iktidarlar da baskılar nedeniyle buna maalesef isteseler de yanaşamıyorlar.

Emeğe saygı, daha fazla üretim ve adil paylaşıma kavuşmuş mutlu bir Türkiye’de yaşamak umuduyla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.