Bediüzzaman aklı

“Eğer sual edersen: Senin bu telâşın ve ulûm-u mütearife hükmüne geçen şeylere burhan getirmeye ne lüzum vardır? Zira telâhuk-u efkâr ve tecârübün keşfiyatıyla meydan-ı bedahete gelen mesaile burhan getirmek, malûmu ilâm demektir.

Cevaben derim: Maatteessüf, benimle şu zamanın kıt’asında iştirak eden cümlesi, eğer çendan sureten on üçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurun-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız üçüncü asrın nihayetinden on üçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmûzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır.” (Muhakemat)

Bediüzzaman'ın kullandığı üslubu açıklayan bir kaç başlık şunlardır:

1. Şeriat felsefesi
2. Görmek ve göstermek
3. İspata 'çalışmak'
4. İ'cazın icazla beyanı
5. Temizlenmiş ve soyutlanmış bir güzellik

Bediüzzaman, 'akıl' diyen felsefecilere: "evet, akıl" diyor ve bunun peşini bırakmıyor. Onları akıl dışına çıktıkları her noktada yakalıyor ve "akıl" diyor.

Risalelerde o kadar sağlam bir akıl vardır ki, o zeminde saçmaya ve safsataya en küçük bir tahammül yoktur. Bazen müslümanların da aldandıkları "akılla ispat edilemez" noktasına kaçtıkları anı yakalıyor ve "sizin aklınız nerede?" diye Kur'anın sualini hatırlatıyor.

Evet, her hakikat içinde ispatı mümkün olmayan bir doğru olabilir, ancak burasını çıkarıp yerine bir safsatayı (ya da fantaziyi) yerleştirerek ispata devam edemezsiniz ve aklı o safsata üzerinde sabitleyemezsiniz.

Kur'andan alınan akıl (zira vahiy, kainatın aklıdır) öyle bir akıldır ki, en küçük bir silik nokta, boşluk bulunamaz.

Efendimizin (asm) aklı, bunun en belirgin yansımasıdır; tilmizi olan risalelerin de böyledir.

***

Bediüzzaman evrenin ve bilimin her köşesinde ehli küfrü kovalıyor, onlara yalnız olmadıklarını hissettiriyor; en güvendikleri sebepler, tabiat, kuvvet, ısı ve sıcaklık, soğukluk, rüzgar, hava, akıl; hatta nefis, benlik, hayat, mutluluk, güzellik, devinim, dönüşüm, evrim, hareket, metafizik, uzay, zaman, zerre, atom, çekirdek, madde, enerji, varlık, yokluk, hiçlik ve daha birçok noktada Halık'ın izini, yüzünü, sözünü gösteriyor; ispat ediyor, ayna tutuyor, fıtratı konuşturuyor, aklı kurtarıyor.

'Her an yeni bir iş üzerinde olan' Halık-ı Zülcelâl'in yarattığı her bir zerrenin yeni bir emr-i İlahiye amâde yer ve konumlarıyla düşünmeyi kafalara sokuyor...

***

Aklı kurtarmak... Bozuk bir fener, yarım yamalak ışığıyla kendini ışıtmaktan aciz, (kendini bilmeyen akıl).. "ben kimim" diye soran ve henüz 'ben'i bilmeyen bir akıl, hem kendini hem ben'i bilmeyen ve aklı kullanıp ben'i soran bir insan...

Aklın nurunu (Kur'an aklı ) vermekle ve 'ben'i silip tekrar çizdiği hayalini Ceziret'ül Arab'a çevirerek ve görev başında Efendimizi izleterek... "Ben kimim, nereden geliyorum nereye gidiyorum, burada işim nedir" diyerek aklın düğmesini çalıştıran Risalet-i Ahmediyeyi takip eden bir akıl...

Aklı kurtarmak, hakikati görmek ve göstermek yeteneğiyle donatıyor. Ondan sonra Ayet'ül Kübra'yı (kainat) talime başlıyor.

Yeni bilimin uzayı işte bu sınırlarda (sınırlı ve fakat sonsuz bir alan) gerçekleşir.
(Mesela, sadece Ceziret'ül Arab'a seyahat sosyoloji ve psikolojiye ve de tarih bilimine bir meydan okuma ve yeni bir meydan açmaktır, bu disiplinlerin temizlenmiş aklı, sadece bu seyahatten bile üretilebilir.)

***

Bediüzzaman'ın akla ulaşmayan hayallerle uğraşmadığı ve bunu eleştirdiği ortadadır. Buna rağmen, Bediüzzaman'la safsatayı birlikte düşünmek aklın alacağı bir şey değildir. Bediüzzaman'ın pratikte henüz ulaşılamamış bölgelere teorik ve matematiksel olarak ulaşması bir zaafsa, o zaman bilim zaaflarla doludur ve bizzat zaaftır.

Eğer, biri bunu saçma olarak görüyorsa, burada aklının yaşadığı sorunu somut olarak göstermesi gerekir.

Bediüzzaman eserlerini tanıtırken, "Risale-i Nur tasavvur değil, tasdiktir" der. Bu şu demektir, vehme ve saçmaya yer vermek mümkün değildir, dolayısıyla Bediüzzaman aklında safsatanın yeşermesi mümkün değildir.

***

Yunus Emre'nin "delilsiz gidilmez yollar yamandır" sözünde olduğu gibi İslam geleneğinde mantığın, aklın, delilin ve ispatın açık bir riyaseti vardır. Buna rağmen uzun yüzyıllar bu yaklaşım yaralar almıştır.

Bediüzzaman'ın aklı, yüzyıllardır İslam alemine yerleşmiş: "biz bunu anlayamayız, sadece alimlerimiz ilimleriyle, evliyamız maneviyatlarıyla bu makamlara çıkarak görebilir" şeklindeki algıları değiştirerek, iman vasıtasıyla insanı sultan yapıyor, tarikat marifetiyle olan vezirliğe üstün geliyor.

Yeni zamanın gereği olarak, her şeyi, herkes, derecesine göre anlayabiliyor; fikri oluyor, oradan bir yaklaşım belirleyip, kendine has bir kullanım alanı ve taraf açabiliyor, imanın sonsuz okyanusuna bir sızıntı olarak girebiliyor; büyük bir güneşi karşılıklı aynaları tutarak sonsuz çokluğa ulaştırıyor ve herbiri bir sahipliğe kavuşuyor.

Birinin kulluğundaki saltanatı (Allah'a hakiki abd olanın kainat mülkü gibi olur), diğerine engel olmuyor, nuraniyet sırrıyla çoğaldıkça özel niteliğini de bulabiliyor.

parmak_b.jpg

Bu noktada Vahidiyet içinde Ehadiyet kavramı Bediüzzaman aklının değerli bir keşfidir.

Vahdaniyet, tevhidin herşeyi kapsayan bütüncül bakışını temsil eder. Ehadiyet ise, herşeyle birlikte görülebilen her birine ait özel niteliği anlatır. Her bir fen kendi lisan-ı mahsusuyla Ehadiyeti ilan ederek, buradan tevhidin bütününe, herşeyin üstünde ve bütünü içine alan Zatın vücudunu ifade eder.

Ehadiyet, bilimi iman okyanusuna ulaştıracak hava, su, ışık gibi unsurları eline veriyor.(Ancak tutmaya çalışma kaçar!)

Bu demektir ki, kainattaki hangi parçadan başlarsanız başlayın nihayetinde aynı yola çıkacak ve sırat-ı müstakim denen bu yolla tevhide ulaşacaksınız.

Bu aradaki sıkıntılar sizin Vahdaniyet bakışınız içinde eriyecek, (bir buz parçası hükmündeki enaniyeti, Vahdaniyet içinde açılan Ehadiyet penceresiyle tevhid içinde eritmek), Ehadiyet içinde böylece pekçok pencereler açabileceksinizdir.

Demek ki, engizisyon zincirlerinden kurtulan Batı biliminin gerçeği tam yakalaması için yeniden parçalanması ve tevhide yaklaşması gerekecektir.

***

Müslüman bir bilim adamının (ehl-i tahkik) en önemli kolaylığı, Kur'an vasıtasıyla neticesi belirlenen yolları süslemenin getirdiği sanat zevkidir.

Mümin bir araştırıcı (ya da arayıcı) şüphecilikle yol almaz, güvenlik imanın hassasıdır. Şüphe ve tereddüt imanın olmadığı yerde bulunur. İman olmazsa şüphe doğar, imansız bilim şüphecidir, şüphelerinden kurtulmanın yolları ise, hileleridir. Bilim tarihi imansız bilimin sayısız hilelerinin de tarihidir.

İman bir bağlılık olduğundan intisabın gereği şüpheyi hakikatle değiştirir. Hileye tenezzül etmez, en büyük hileyi hilesizlikte görür. Kesinlik, ispat edebilirlik imanın iki kere iki dört kesinliğinden bir an ayrı bırakmaz.

İntisabın gereği bir yerdeki kopukluk herşeyi darmadağın edecektir, bütün kainat insanın nazına göre hareket edecek değildir, insan kendini bilmekle yükümlüdür; kendini bilmekle kainatı harekete geçirir, zihin çarklarını döndürebilir. Yoksa durmuş bir zihin sadece kendini karartır. Zihin ışıklarını kapatmakla kendi gözünü kapatmıştır, kendi alemini fesada vermiş, yokluğa mahkum etmiştir. Böylece cehenneme layık bir zulmü gerçekleştirmiştir.

Halbuki kader, perde gerisinde hakikat-i halinde hükmünü ifa ediyordur.   

***

Bediüzzaman müslüman aklını diğerlerinden ayıran farkı şöyle açıklar:

"Tedkik iki çeşittir

Biri: gittikçe Nurun ala nur tenevvür eder.
Diğeri gittikçe şübehatın zulümatına düşer
Mesela tatlı suyun menbaı var. O menbadan binlerce cedavil ve o cedvellerden şubeler teferru ederek çok yerlerde dolaşıp bazı ecza-i aher ile bulaşmış. İşte bir adam menbaı gördü tattı. Hakkalyakinle tatlılığını anlamış, teşaubatın ittisalini derketmiş. Sonra hangi cedvele yahut herhangi fer'a rastgelse, edna bir emare tatlılığına dair ona kanaat verir. Ta aksi kati bir delil ile tebeyyun edinceye kadar. O vakit başka madde karışmış der. Bu nevi nazar ve tedkik imanın kuvvet ve inkişafına yardım eder.

İkinci nazar: menbadan aşağı inmeye bedel, aşağıda gezer. Bu ise, hangi fer'a rastgelse, acılığına bir emare görse şübheye düşer. Tatlılık için delili kati arzu eder. Heyhat! Her yerde bürhan ele gelmez. Böyle incecik bir fer'a cesim bir neticeyi bindirmek ister. Gitgide şüphe, emniyetsizlik tezayüd eder."

AKILDAN SONRA...

Aklın nuru ile sınırlarını bulan mümin aklı için hakikati arayış aynı yolda devam edecektir. Kalp ve diğer aletlerle yüksek sonuçları iz'an, iltizam ve itikad gibi zihni süreçleri tamamlayacaktır. Bediüzzaman, devamla bunu hatırlatıyor:

"Hem de akıl nazar penceresiyle eşyaya bakar. Halbuki mahalli iman olan kalp hads ve ilham gibi isimlerle tabir edilen bir hissi sadise-i batına ile hakaika bakar ki, enbiyada vahy o hisse göredir.

Nazarı aklî kendi desatirinde çok fakirdir ve dardır. Pek çok hakaika karşı kasır olur, kavrayamadığından hakikat değil der reddeder."

Akıl ve akletme tarafsızlığı gerekli kılar. İman ise "bitarafane muhakeme" edilemez. Aklın buraya kadar getirdiği insanın hakikatin ortaya çıkışından sonra artık bir yakine ulaşması ve bunu bir anlayışa dönüştürmesi zorunludur. Buradan iman taraf olmayı gerektirir.

Akıl aramakla bulmayı bilse de bulduktan sonra başka arayışlara girmesi aklın misyonunu bozan bir yaklaşımdır.

Bundan sonra Bediüzzaman aklı kalbin ve diğer duygu ve latifelerin rengine boyanması ve bulduğu hakikati kainat laboratuvarında iman, tefekkür ve şükre bağlamayı gerektirmektedir.

Bediüzzaman bu gerekliliği şu şekilde beyan ediyor:

"Zihnin cüziyeti hasebiyle müşteri nazarıyla ispatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlalat ve berahinin vazifesi menfidir. Matlabı tavzih eder. Tasfiye eder. Bazan da takviye eder"

Aklın nuru ile ispat ve tasdik'e gelen mü'min için ilerisi 'hayat' merhalesidir. İz'an imanın bir şubesidir, merhalesidir; buradan medeniyet üretilir. Medenî bir mü'minin dünyasında yerleşen iltizam ittihadı, iman ise kainatla kurulan gerçek barışı ve dostluğu getirir.

Bediüzzaman çoğu zihni yoran ülfeti yırtmak, herşeyi yerli yerinde tutmak; aklı, delili, Kur'ana merbutiyeti bir an bile kaybetmeme ısrarı ile medeniyeti, ittihadı ve barışı Kur'an aklı ile yeniden dizayn edecek, Medresetüzzehra fikrini işte bu akıl üzerinde kurmuştur.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum