Bediüzzaman’ın Mahkemeleri

Bediüzzaman Hazretlerinin biyografisinde bilinen ilk mahkeme macerası 31 Mart Vakası’ndan sonraki sıkıyönetim mahkemesinde gerçekleşmiştir.

13 Nisan 1909'da, tarihe "31 Mart Vakası" olarak geçen büyük bir isyan baş gösterir. Bu isyanla her şey altüst olur ve İkinci Abdülhamit tahtan indirilir.

İsyanın on birinci gününde, isyan bastırılır ve sıkıyönetim ilan edilir. Elebaşları yakalanır ve sıkıyönetim mahkemesince idama mahkûm edilir. İsyanı yatıştırmak için çalışan Bediüzzaman Hazretleri de olaylara karıştığı iddiası ile tutuklanacak ve üç hafta kadar hapiste kaldıktan sonra mahkemeye çıkarılacaktır.

Müdafaasında, isyan öncesindeki dokuz aylık sürede yaptığı hizmetleri ve isyanın durdurulması için üstlendiği rolü dile getiren Bediüzzaman Hazretleri "Demek ki, ben bu hizmetleri yapmakla büyük cinayetler etmişim ki, burada idamla yargılanıyorum." der.

*****

İkinci mahkeme macerası tabir caizse başlamadan bitmiş bir vakadır.

1916’da Ruslara esir düştüğünde Sibirya'nın Kostroma şehrinde esir kampında, kampı teftişe gelen Rus Orduları Başkomutanı'nın önünde bütün esirler hürmetle ve korku ile kalkarken, Üstad Bediüzzaman yerinden bile kıpırdamaz, İslam'ın izzetini ve şerefini bil-fiil gösterir. Bunu; hakaret olarak telâkki eden Rus Başkomutanı, kendisinin 'Divan-ı Harbe' verilerek idam edilmesini emreder. Rus başkomutanı sonradan Bediüzzaman Hazretlerinin niyetini anlayarak "o tavrınızın mukaddesatınıza bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim" diyerek, idam kararını geri aldırtır.

******

Üçüncü mahkeme İstanbul’da gerçekleşir. Doğu'daki pek çok aileyi Batı Anadolu'ya sürgüne gönderen hükümet, Şeyh Said İsyanında yatıştırıcı rol oynamasına rağmen Bediüzzaman’ı da Erek dağında inzivadan alarak sürgüne gönderir.

1926 yılının şiddetli bir kış mevsiminde önce Trabzon'a, oradan deniz yolu ile İstanbul'a götürülen Bediüzzaman, burada yirmi gün kadar süren bir sorguya tabi tutulur.

Tahkikatını bitiren özel mahkeme,  Bediüzzaman’ın, Şeyh Said isyanı ile hiçbir ilgisinin olmadığı kararını verir. Buna rağmen Ankara Hükumetinden gelen bir emir üzerine Bediüzzaman Burdur'da zorunlu ikamete tabi tutulacaktır. 1926 yılının Mayıs ayında Burdur'a getirilir.

Eskişehir Hapishanesi

Bediüzzaman, bir cuma namazına giderken, insanların sokağa dökülerek onu görmek istemesi bahane edilerek, civar illerden de toplanılan yüz yirmi talebesi ile birlikte  Mayıs 1935'te tutuklanıp Eskişehir Hapishanesi'ne konur. On bir ay sonra, Bediüzzaman'a on bir ay hapis cezası ile Kastamonu'da mecburi ikamet ve on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilir.

Bediüzzaman zaten on bir ay tutuklu kaldığı için talebeleri ile birlikte 1936 Mart'ında tahliye edilerek, Kastamonu'ya gönderilir.

Denizli Hapishanesi

1943'te, Hazret-i Bediüzzaman'ı rejimleri için tehlikeli görenlerin emir ve tahrikleri ile Ramazan ayının başında evi basılır, her yer arandıktan sonra, bir mücrim gibi alınıp karakola götürülür, buradan alınıp, üç yüz kilometre mesafedeki Ankara'ya, oradan da Isparta'ya sevk edilir. Burada da bir ay nezarette tutulduktan sonra Denizli'ye götürülür; civar illerden tutuklanarak getirilen talebelerinin olduğu Denizli Hapsine konulur. Yetmiş yaşındaki bir insan için bu yolculuklar bile tek başına çiledir, azaptır. Bediüzzaman, talebelerine gönderdiği bir mektupta şu cümleyi kullanır:

"Eskişehir'de bana bir ayda çektirdiklerini burada bir günde çektiriyorlar."

İsnat edilen suçlar Eskişehir Mahkemesi'nde yöneltilen suçlamaların aynısıdır: Tarikat kurmak, siyasi bir cemiyet oluşturmak, inkılaplara muhalefet etmek, dini duyguları istismar etmek. Savcı, Risale-i Nurları tetkik etmesi ve rapor yazması için iki lise öğretmeni bilirkişi heyeti olarak görevlendirir.

Birkaç gün içinde savcının istediği istikamette bir rapor hazırlanır ve iddianameye konulur. Dava ağır ceza mahkemesine intikal eder.

Heyetin raporunu delillerle çürüten Bediüzzaman, ehil olan âlimlerden bir heyet tarafından inceleme yapılmasını ister. Bediüzzaman'ın itirazını kabul eden mahkeme heyeti, davayı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderir ve Hâkim Emin Büke'nin nezaretindeki üç âlimden oluşan bilirkişi heyeti bütün Risaleleri incelemeye başlar.

Neticede, hazırlanan raporda; Risalelerin yüzde doksanının iman hakikatlerinin ilmi izahı olduğu, ne ilim yolundan ne de din esaslarından hiç ayrılmadığı, Bediüzzaman'ın siyasi bir faaliyeti ve hedefi olmadığı, eserlerinin bir Kur'an tefsiri olduğu ifade edilir.

Mahkeme 16 Haziran  1944'te oy birliği ile tüm mahkûmların beraatına ve hemen salıverilmelerine hükmeder. Buna rağmen savcı, davayı Ankara'daki temyiz mahkemesine gönderir. Temyiz mahkemesi, 30 Aralık 1944'te bu başvuruyu reddederek Denizli Mahkemesi'nin beraat kararını onaylar.  

Afyon Hapishanesi

1948'de Bediüzzaman ve komşu illerde bulunan çok sayıda talebesi tutuklanır ve Afyon Cezaevine konulur. Mahkeme, nihayet 6 Aralık 1948'de kararını verir. Bediüzzaman'a yirmi ay, birçok talebesine de altı ve on sekiz ay aralığında değişen hapis cezası verir. Temyiz neticesinde Yargıtay altı ay sonra, Afyon Mahkemesinin kararını bozar. Bediüzzaman ve talebelerinin hemen serbest bırakılması gerekirken, Afyon Mahkemesi ve bilhassa savcısı, oyalama süreci başlatarak Bediüzzaman yirmi ay hapiste kaldıktan sonra serbest bırakılmasını sağlar.

İstanbul Mahkemesi

1952'de İstanbul'da, Gençlik Rehberi  hakkında bir dava açılır ve Bediüzzaman İstanbul'a gelir. Yapılan son duruşmada, Gençlik Rehberi’nin 1943'teki Denizli Mahkemesi'nde beraat kararı aldığı ve bu kararın Yargıtayca onaylandığı dikkate alınarak "meni muhakeme kararı" verilip dava kapatılır.

Mahkeme sonrası Emirdağ'ına dönen Bediüzzaman, 1953 ilkbaharında tekrar İstanbul'a gitmek durumunda kalır. Çünkü Samsun Ağır Ceza Mahkemesi'nde hakkında açılan davaya bizzat katılması ısrarla istenmektedir. Fakat ancak İstanbul'a kadar gelebilecektir. Burada, ne havada ne karada ve ne de denizde seyahat edemeyeceğine dair rapor aldığı için, müdafaasını İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapar.

SONUÇ

  1. Uzun süre devam eden ve sürekli kamuoyunun gündeminde yer alan Bediüzzaman'ın mahkemeleri, Risale-i Nur'un ilânı hükmüne geçmiş, Anadolu’da Risale-i Nur ve Hizmeti’nin mahiyeti bu vesilelerle duyulmuştur.
  2. Mahkemeler Risale-i Nurların ve Nurculuğun devlet erkânınca tanınmaya başlandığı; Cumhuriyetin niteliklerinin, demokrasinin unsurlarının, insan hak ve hürriyetlerinin yeni rejime tekraren anlatıldığı mekânlardır. Bu anlamda mahkemeler Bediüzzaman için ders ve mütalaa verdiği kürsüler halini almıştır.
  3. Laik Cumhuriyetin kanunlarının ceberut şekilde uygulandığı bir zamanda, pek çok mahkemede Bediüzzaman Hazretleri gerçek problemin dini kanunların beşeri kanunlarla değiştirilmesi değil, asıl sorunun hukuk devletinin bulunmayışı olduğunu düşünmektedir. Mahkemeleri reddetmeyerek savunma yapması; durumunu, davasını ortaya koyması önemli bir husustur. Bu davranış özellikle devleti ve kurumlarını tamamen reddeden Dar’ul Harpçi Düşünce’den farklı bir davranış geliştirilebileceğini ve başarıya ulaşılabileceğini ispat etmiştir.

Bu konudaki şu ifadesi açıklayıcı olmaktadır: “Rejimi reddetmek ne vazifemizdir ne de kuvvetimiz var ne de düşünüyoruz; fakat biz kabul etmiyoruz, amel etmiyoruz, istemiyoruz. Red başka kabul etmemek başkadır”.

Şapka Kanunu için: “Kanunu reddetmiyorum, kanunla amel etmiyorum. Dolayısıyla amel etmemekten gelen bir ceza varsa hapis, ceza-i nakdi veya ihtarınızı yapın” demiştir.

Henry David Thoreau’nun "Sivil İtaatsizlik" Civil Disobedience) isimli makalesi bu yaklaşıma örnek verilebilir.  Meksika savaşı yüzünden -ki ona göre bu savaş sadece köleliği geliştirmek içindi- ödemeyi reddettiği vergi sonucu hapiste geçirdiği bir gece, "Sivil İtaatsizlik" isimli makalesini yazar. Bu makale daha sonraları Gandhi'nin en büyük ilham kaynağı olacaktır.

  1. Mahkemelerde iddia edilen konuları ele alarak, davasının tam açıklığa kavuşması için çalışması; özellikle bilirkişilerin raporlarındaki yanlışlıkları göstererek Risale-i Nur hakkında doğru şekilde bilgilendirme yapmaya çabalaması Takıyyeci (Dissimulative) davranışa girmediğini göstermektedir. Savunmalarında asıl amaç beraat etmek değil, davasının müspet propagandasını yapmak olunca, “takiyye” yapılması söz konusu olmayacaktır.
  2. Nur Talebeleri de aynen Üstadları gibi davranmışlardır. Nurculuk davalarının önemli avukatlarından olan Bekir Berk’in, vekâletlerini aldığı Zübeyir Gündüzalp ve Ceylan Çalışkan’a “sizi hapisten kurtarmamı mı yoksa fikirlerinizi savunmamı mı istersiniz” diye sorduğunda “fikirlerimizi hakkıyla savun, yeter” cevabını alması  bu davranışa güzel bir örnektir.

Bu yönüyle savunmalar, Nurculuğu tanıtmaya yönelik bir propaganda vasıtasına dönüşmüştür. Özellikle İşaratül İcaz eserinin sonuna konulan Mehmet Kayalar’ın Diyarbakır Müdafaanamesi önemli bir örnek metindir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum