Bediüzzaman’ın kabrini ziyaret etmek istiyorum

Allah ve meleklerinin salât ve selamı ile mü’minlerin kıyamete kadar kendisine salât ve selam etmesi hasebiyle manevi makamı sürekli olarak yükselen Hz. Muhammed (ASM) Lütf-u İlahi ile beşer sure-tinde gönderilmiştir. Böylece her hareketi ve tavrıyla, hayatının her anıyla bizlere örnek olmuştur.

Tarihin şeref levhaları arasında yer alan bu hayat sahnelerinden iki tanesini paylaşmak arzusundayım. Bunlardan ilki Resul-i Ekrem’in (ASM) Hazreti Ayşe (RA) ile Kâbe’nin yapısıyla ilgili olan konuşmasıdır. Bu konuşmada Resul-i Ekrem (ASM) Kâbe’nin yer seviyesinde olması ve iki kapı açılması arzusunu dile getirmiş ve fakat kavmin cahiliyetten ve küfürden yeni çıkmış olması hasebiyle bu arzusunu yerine getirmediğini beyan etmiştir.

Bu olay bir davetçi ve idarecinin faaliyetlerinde kamuoyunu da (sevad-ı azam) dikkate alması gerekti-ğinin delilidir. Kamuoyunun da bir hakkı vardır ve bu hakkının verilmesi gerekir. Artık siyasal hayatın bir parçası olan Demokrasi (Meşrutiyet) herkesin fikir sahibi olma ve fikrini beyan etme hakkına sahip olmasını gerektirir. Bu aynı zamanda bir görevdir de. Zira kişilerin haklarını bilmemesi ve kullanma-ması ehl-i hamiyeti de zorba ve baskıcı yapar. Bunun İslam hukukuna yansıması da İcma-i Ümmettir.  İcma-i Ümmetin delil olması da bunun bir delilidir.

İkinci bir şeref levhası da hilafet meselesidir. Risale-i Nur’da geçtiği üzere Ehl-i Beyt İmamlarından birinin ifadesiyle Resul-i Ekrem (ASM) kendinden sonra Hz. Ali’nin (KV) halife olmasını arzuluyordu. Fakat sonra anladı ki Murad-ı İlahi farklıdır. Bu nedenle kendinden sonra gelecek halifeyi tayin etme-di.

Resul-i Ekrem (ASM) insan olarak Miraca yükselmiş ve bu şekilde insanlığa, azami ve hiçbir türün na-sibi olmayan bir şerefi kazandırmıştır. Yine bütün kâinat O’nun (ASM) için yaratılmış ve Allah ve me-lekleri O’na (ASM) salat ve selam etmektedirler. Çok geniş bir arenada, bir anda at koşturan hayalimi-zin ulaşamayacağı ve denizlerin içinde boğulduğu idrakimizin anlayamayacağı kadar muazzam bir saltanatın sahibi olan Resul-i Ekrem’in (ASM) istek ve arzuları ancak İlahi İradeye uygunlukla yerine gelebilmektedir. İlahi İrade asıldır ve tüm iradeler ona bağlıdır. Bazen beşerin zulmettiği durumlarda kader adalet etmektedir. Ancak kaderin bu adaleti beşeri zalimlikten kurtarmaz. Beşer yine zalim olarak kalır ve zalim olarak ceza alır.

Bediüzzaman Said Nursi ortaya koyduğu Risale-i Nur külliyatı ile İslam Âlemi ve dünya nezdinde, Tür-kiye’nin yüz akı olarak sürekli yükselen bir değeridir. Bu değer hayatı boyunca gördüğü zulümlerden sonra, vefatından 111 gün sonra zamanın zalimleri tarafından defnedildiği yerden çıkarılarak başka yere nakledilmiştir. Genel kanaat Isparta’ya götürüldüğü yönündedir.

Son olarak Başbakan’ı ziyaret eden Alevi kesimi ileri gelenlerince dile getirilen bu mesele yine gün-demde tartışılmaya başlanmıştır.

İlk olarak Bediüzzaman’ın vasiyetinde geçen kabrinin gizli olması isteğinin mutlak olmadığı kanaatin-deyim. Bu konuda Emirdağ Lahikasında geçen “Vasiyetnamenin Haşiyesidir” kısmında “lüzumsuz ziya-rete gelenlere” ihtar edilmek üzere kabrin başında nöbetle bulunacak adamlara vasiyet edilmiştir. Burada kabrin gizli kalması söz konusu değildir. Sadece kabir ziyaretine gelenlere ihtarcı bulundurul-ması vasiyet edilmiştir. Yine Emirdağ Lahikasında geçen ve Bediüzzaman’ın talebelerine yaptığı ders-ten alınan kısımda da özellikle kabir adabına duyulan rahatsızlıktan dolayı kabrinin gizli kalmasını va-siyet etmiştir. Bu nedenle kabrin gizli olması isteğinin bu sebeplerden bağımsız olarak ele alıp mutlak-laştırma yapılmaması gerektiği kanaatindeyim.

Bu mektuplarda geçen ifadelerle mezarın nakledilmesinin birbirinden ayrı tutulması gerekir. Netice itibariyle Bediüzzaman’ın mezarı bu vasiyete istinaden değil zulmen nakledilmiştir. Bu nedenle bu nakli yaptıran zihniyet ve bunun temsilcilerinin tarihin kara sayfalarında kara yüzleri ile zalimler güru-hu içinde teşhiri gerekir. Hükümetin mezar araştırmasından önce bunu yapması devletin vicdani bir sorumluluğudur.

Bediüzzaman sadece bir gurubun veya bir şahsın Üstadı değildir. O tüm İslam Âleminin Bediüzzaman’ıdır. Bu nedenledir ki Bediüzzaman’la ilgili kamuoyu sadece bizden ibaret değildir. Fikir-leri ile Amerika’dan Filipinlere kadar her coğrafyada bilinen ve eserleri okunan Bediüzzaman’ı kendi tekelimize almamızın imkânı yoktur.

Asrın anlayışına uygun olarak Kur’an’ı insanlığa anlatan Bediüzzaman’ın mezarının hırsızcasına ve zulmen kaçırılarak gizlenmiş olmasının insanlığa ve Bediüzzaman’ı Üstad olarak kabul edenlere izah etmenin imkânı yoktur. Bu nedenle Türkiye’nin bu ayıptan kurtulması ve bir an önce Bediüzzaman’ın mezarını bulması gerekir diye düşünüyorum. Murad-ı İlahi hangi yönde olur bunu bilemeyiz ama asıl belirleyici olan da Murad-ı İlahi olacaktır.

“Said yok. Said’in kıymet ve ehemmiyeti de yok” demiştir Bediüzzaman. Ama bunu diyen Bediüzzaman’dır. Benim bu şekilde söyleme hakkım olmadığı gibi haddim de değildir.

Said var ve Said’in kıymet ve ehemmiyeti de var. O hayatının her safhasıyla çocukluğundan ta vefatına kadar vardır ve büyüktür. Resul-i Ekrem’in (ASM) talimi ve dersi ile onun elini tüm ulemanın elinin üstünde görüyorum. Bu nedenle de Bediüzzaman’ın kabrini görüp ziyaret etmek istiyorum. Bunu bana ve tüm Müslümanlara nasip etmesini de Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. (D.Ö)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum