Bediüzzaman’ın inkılapları ve onu başarıya götüren sebepler (I)

Eğitimcilerin eğitim hakkında çok özet bir tanımları vardır. Derler ki: “Eğitim, değiştirmek, geliştirmek, olgunlaştırmaktır.”

Üstad Bediüzzaman işte bunu yaptı. Cenab-ı Hakk’ın lütfu inayetiyle değiştirdi, geliştirdi, olgunlaştırdı. 

-Neyi?

Türkiye’yi, hatta kısmen dünyayı.

1400 senelik dünya İslam hâkimiyetinin son kalesi Osmanlı idi. O yıkılınca araya bir 80 yıllık fetret dönemi girdi. Dünya özellikle de Türkiye adetâ İslam öncesi döneme döndü.

İslamyet bütün kurum ve kurallarıyla susmuş veya susturulmuş, bunların bir daha dirileceğine dair, nerdeyse kimsede umut kalmamıştı. Âkifi’ın şu mısraları ne korkunç anlatır o günkü halet-i ruhiyeyi:

“Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;

Ezan sussun fezalardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzî serâb olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!”

En kudretli bir geçmişin harap ve türap olduğu, her kesin dut yemiş bülbüle döndüğü veya döndürüldüğü bu devirlerde bir adam ayağa kalktı, “hayııııır” diye haykırdı. Salahaddin-i Eyyubilerin ve Fatihlerin yurdunda çan çalınmayacak, Osman’ın beyninde nâkûs inlemeyecek, “medreseler hayatlanacaktır.”[1]dedi.

Mekke’deki Daru’l-Erkam’dan İslam’ın nuru dalga dalga bütün cihana yayıldığı gibi, Anadolu’nun mütevazı evlerinden de Bediüzzaman’ın Nur Risaleleriyle iman ve Kur’an hakikatleri vatan sathına yayılmaya başladı. Müslüman’ların evleri, İslam’ın talim ve terbiyesi için birer okul, birer medrese oldu.

Bediüzzaman’ın bu gayretlerini gören zamanın hâkim güçleri, onu rahat bırakmadılar. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargıladılar,  sürgüne gönderdiler. Göz hapsinde tuttular. Zindana attılar, defalarca zehirlediler. Her türlü eza ve cefaya maruz bıraktılar.

Ama o yılmadı, usanmadı, cehd etti, cihad etti, inledi, dua etti, Eyyup gibi ağladı, sular gibi çağladı, yürekleri dağladı, Allah’ın lütfu inayetiyle Türkiye’yi yeniden İslam’a kazandırdı.

Evet Bediüzzaman, Allah Teala’nın lütfu inayetiyle değiştirdi.

-Neyi?

Bakışları, görüşleri, düşünceleri, basını, yayını, ekranları, kalbleri, kalıpları, kıyafetleri, hatta siyasî konjonktürü, yargıyı, orduyu, tüm  Türkiye’yi, hatta kısmen Orta Doğu’yu, kısmen dünyayı değiştirdi.

-Ne ile?

Peygamber ahlakıyla, metin karakteriyle, dikleşmeden dik durmasıyla, eskimez İslam’ı yeni sunumuyla, orijinal tesbitleriyle, tahkiki iman dersleriyle, Nur Risaleleriyle, müsbet hareketiyle, şefkatiyle, muhabbetiyle, ihlası ve isarıyla…

Diğer bir ifadeyle Bediüzzaman, Hz. Peygamber’den aldığı model ahlakla ve model tebliğ hareketiyle Türkiye’yi yeniden mazisiyle buluşturdu, dinine, imanına, kaybettiği değerlerine kavuşturdu.

Asıl inkılap, büyük inkılap ta bu idi zaten. Türkiye’nin böyle bir inkılaba ihtiyacı vardı. Bunu da Allah Bediüzzaman’a nasip eyledi.

“GÖZÜMLE GÖRMEDİĞİME İNANMAM” FELSEFESİNİ YIKTI

Bediüzzaman, “Gözümle görmediğime inanmam” felsefesini yıktı. İnkârın yerine imanı, şirkin yerine tevhidi koydu. “Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.”[2] dedi.

Tabiatçılar ve materyalistler:

Bütün varlıkları zararlı birer fani,

Hayatı azap,

Aklı işkence aleti,

Bekayı bela,

Ömrü heva,

Kemali heba, 

Ameli riya,

Emeli elem (arzuyu acı),

Kavuşmayı ayrılık,

İlacı hastalık, 

Işığı karanlık,

Sevgilileri yetim;

Sesleri ölüm ağıtları veya ayrılık çığlıkları,

Dirileri ölü,

İlimleri evham,

Hikmetleri boş şey,

Lezzeti acı,

Varlığı yokluk;

Kâinatı bir matemhane,

Varlıkları birbirine yabancı ve düşman,

Cansız varlıkları birer dehşetli cenaze;

Canlı varlıkları yokluk ve ayrılık sillesiyle ağlayan yetimler görürler ve gösterirlerken;

BEDİÜZZAMAN:

Hayatı, Hayy’ın ve Hakk’ın aynası,

Aklı Allah’ın en büyük nimeti ve hazinelerin anahtarı;

Fenayı, bekanın kapısı;

Ayrılığı vuslat;

Ölümü hayatın tâ kendisi;

Elemi, lezzet;[3]

Kâinatı bir matemhane değil, şevk ve cezbe içinde bir zikirhane, Varlıkları birbirine yabancı ve düşman değil, bir dost ve kardeş,

Sessiz duran cansız varlıkları, materyalistlerin sandığı gibi dehşetli cenazeler değil,  birer munis memur ve emre amade kılınmış birer hizmetkâr;

Bütün canlıları, inkârcıların sandığı gibi yokluk ve ayrılık sillesiyle ağlayan yetimler değil, zikreden birer zakir veya vazife paydosundan şükreden birer şakir suretinde gördü ve gösterdi.[4]

En büyük mezar suretinde görünen geçmiş zamanı, ahbabın toplandığı bir âlem,

En büyük kabir suretinde görünen gelecek zamanı, sevimli saadet saraylarında Rahman’ın ziyafet meclisi,

Bir tabut vaziyetinde görünen hazır zamanı, ahiretin bir ticaret dükkanı ve Rahman’ın bir misafirhanesi,

Ömür ağacının başında cenaze şeklinde görünen bedeni, ruhun eskimiş elbisesi,

Ruhu da o eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek üzere çıkan ebedî saadet ve cennet adayı,

İçinden çıktığımız toprakla tekrar döndüğümüz toprağı cennet kapısı ve cennet salonunun bir perdesi,

Kuyu kapısı gibi görünen kabri, nur alemine açılan bir kapı;

İnsanın elindeki cüz-i ihtiyariyi Cenâb-ı Hak namına, Onun yolunda kullanıldığında beş yüz sene genişliğindeki Cenneti kazandıran bir araç;[5]

Hastalıkları, ehl-i iman için günahları silen bir silgeç veya dereceleri yükselten bir asansör;

Günahları da tevbekâr olmayanlar için ahirette ebedî hastalıklar olarak gördü ve gösterdi.[6] (devam edecek)

 



[1] Muhakemat, 45

[2] Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, 457

[3] Bkz. Sözler, 17.söz, 214-215

[4] Bkz. Sözler, 19. Söz. 4. Reşha.

[5] Lem’alar, 26. Lem’a, 7. Rica

[6]Bkz. Hastalar Risalesi.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum