Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

Dr. Selçuk ESKİÇUBUK

Bediüzzaman’ın gözünde “Cumhuriyet”

Cumhuriyet; egemenlik hakkının belli bir aile veya kişi elinde olmadığı, halkın özgür seçimle idarecilerini işbaşına getirdiği bir rejimin adıdır.

Bediüzzaman; Padişahlık, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini yaşamış bir din alimidir. Yaşadığı bütün zaman dilimlerinde her zaman islamiyetin gösterdiği doğruların yanında, yanlışların karşısında olmuştur. O, İstibdatın karşısında Meşrutiyetçidir, hürriyet taraftarıdır. Tek adama dayanan idari sistemlere hayatı boyunca karşı olmuş ve bunu da açıkça ifade etmiştir. :

*”Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur. Cumhuriyet ki, (HAŞİYE-1 O zaman Meşrutiyet; şimdi o kelime yerine Cumhuriyet konulmuş. ) adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. (İlk dönem eserleri)”

Bir zamanlar tek parti ve tek adama dayanan bazı ülkelerdeki otoriter rejimler kendilerine Cumhuriyet adını verdiler. Mesela Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Libya Sosyalist Halk Cemahiriyesi ve İran İslam cumhuriyeti gibi. Ülkemizde 1923 yılında ilan edilen Cumhuriyet rejimi de taşıdığı özellikler bakımından uzun yıllar bunlarla benzerlikler göstermiştir. 1923 yılından 1946 yılına kadar tek partili rejimin adı olmuştur. Çok partili sisteme geçişe 23 yıl boyunca izin verilmemiştir. Buna izin verilen çok partili dönemlerdeki ise askeri ve bürokratik vesayet, Cumhuriyeti koruma ve kollama adına yaptıkları ihtilallerle halkın seçtiklerine engel olmuş, hatta özel mahkemelerle seçilmişler idama göndermişleridir. Bir de bu dönemde muhalifleri sindiren “İstiklal mahkemeleri” de unutulmamalıdır.

Bediüzzaman’ın da bir Cumhuriyet anlayışı vardır. Bu konudaki fikri de gizli değil, çok açıktır. O, “dindar bir Cumhuriyetçi”dir. Çünkü dört Halife ona göre; hem halifedir hem de cumhurun yani halkın reisidir. O, manasız bir isim ve resim taşıyan rejimden yana değildir.

*”Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vakıa-i müdafaayı beyan ediyorum.

Orada benden sordular ki: "Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?"

Ben de dedim: "Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâli bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim. İşitenler benden soruyordular. Ben de derdim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim. "

Sonra dediler: "Sen Selef-i Salihîne muhalefet ediyorsun. "

Cevaben diyordum: "Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşereye ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer'iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler. " (Tarihçe-i Hayat)

Bediüzzaman’ın Cumhuriyet anlayışı ülkeyi tek adam anlayışı ile yönetmek isteyen laik Cumhuriyet anlayışı ile tabi ki örtüşmedi, o da siyasi hayattan koparak kendi başına yaşamak gayesiyle 17 Nisan 1923 de Ankara’dan ayrılıp Van’a hareket etti. Ama buradaki yaşamı ancak 3 yıla yakın sürdü. 1926 yılında patlayan Şeyh Said isyanı bahane edilerek oradan alınıp 1954 yılına kadar sürecek çeşitli hapis, sürgün ve mahkemelerle dolu eziyetli bir hayata mahkum edildi ve “Dindar bir Cumhuriyetçi” olmanın bedeli ona ve talebelerine fazlasıyla ödetildi.

Hapishaneler ve sürgünler ona Medrese-i Yusufiye oldu, o da eserlerini yazmaya başladı. 1911 ve 1912 yıllarında yazılan (Kızıl İcaz, Muhakemât, Münazarât, Hutbe-i Şamiye, Deva-ül Yeis, Teşhis-i İllet, Divanı HarbiÖrfî ve Nutuklar) ile Birinci Cihan Harbi esnasında da yazılan ”İşarât-ül İ’câz” adlı eseri dışındaki bütün Risale-i Nur’lar Cumhuriyet döneminde yazıldı. Laik cumhuriyetin zulümleri ona bu eserleri yazma kapısını açtı. Çıkarıldığı mahkemeler aslında ona fikirlerini anlatacak bir kürsü oldu ve o da Risale-i Nurlar’ı anlattı, kendi fikirlerini müdafaa etti. Cumhuriyetin, ilmi ve fikri hareketleri koruması altına alması gerektiğini, asayişe yani kamu düzenine karışmayan hareketlere baskı uygulanamayacağını söyledi. Çünkü Cumhuriyet ona göre özgürlüktü. Bir ülkede bütün fertlerin aynı kanaatte olması beklenemez, bu rejimde çoğulculuk esastı. Laik Cumhuriyet; dini dünyadan ayıran esaslar üzerine kuruluydu, asla dini reddeden ve dinsiz olmaya zorlayan bir rejim değildi. Laik Cumhuriyet savunucuları da dinsiz değildi.

*“Madem hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir. Ve madem hükûmet ise, cumhuriyetin en serbest suretini kabul etmiştir. Elbette, hakikî ve kat'î ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkâr-ı saibeyi âsâyişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdat altına alamaz ve onu bir suç tanımaz. Evet, dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün milleti bir tek kanaat-i siyasiyede bulunsun? Haydi—farz-ı muhal olarak—ben, perde altında kendi kendime kanaat-i siyasiyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim. Halbuki Risale-i Nur, iman nurundan bahseder; siyaset zulmetine sukut etmemiş ve tenezzül etmez.

Eğer faraza, lâik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: "Senin risalelerin, kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor. " 

Elcevap: Hükûmetin lâik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi, Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda ve nerede Türk varsa Müslümandır. (Tarihçe-i Hayat)

O yaşadığı dönemdeki hükümet erkanını, kaymakamları, valileri, savcı ve hakimleri yazdıkları mektuplarla veya mahkemedeki savunmalarıyla uyarır. Adalet, kanun ve asayiş namına, yazmış olduğu Kur’anın imani ayetlerini esas alan Risale- i Nur adı verilen tefsirine, dini ve ilimi eserlerine yasaklar getirilmemesini ister.

*”Madem, hükûmet-i cumhuriye, cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette, dindarlara ve takvâcılara da ilişmemek gerektir. Ve madem dinsiz bir millet yaşamaz ve Asya din noktasında Avrupa'ya benzemez ve İslâmiyet, hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde Hıristiyanlığa uymaz ve dinsiz bir Müslüman başka dinsizler gibi olmaz. Ve bu bin seneden beri dünyayı diyanetiyle ışıklandıran ve bütün dünyanın tehacümatına karşı salâbet-i diniyesini kahramanâne müdafaa eden bu vatandaki milletin bir ihtiyac-ı fıtrîsi hükmüne geçen diyanet, salâhat ve bilhassa iman hakikatlerinin öğrenmesi yerlerine hiçbir terakkiyat, hiçbir medeniyet tutamaz. Ve o ihtiyacı onlara unutturamaz. Elbette bu vatandaki millete hükmeden bir hükûmet, Risale-i Nur'a adalet ve kanun ve âsâyiş cihetinde ilişemez ve iliştirmemeli. (Şualar)

Ülkemizde bugün cumhuriyetin 92. yıldönümünü kutluyoruz. Kuruluşundan bugüne kadar Cumhuriyetimiz çok aşamalar yaşadı. Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” kitabında anlattığı sofralardan, “Cumhurbaşkanlığı sofrası”na kadar bir dizi değişim yaşandı. Aydınlar, akil insanlar, sanatçılar, muhtarlar ve her ilden seçilmiş halkın temsilcileri, bizzat halk tarafından seçilen cumhurbaşkanlarıyla buluştular. Cumhuriyet bayram kutlamaları da sivilleşti. Halkın seçtikleri üzerinden vesayetler de kaldırıldı.

Cumhuriyet ve Demokrasinin kazanımlarını iyi bilelim. Bugünlere kolay gelinmedi, halk çok bedel ödedi, öyleyse:

Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşasın çok partili Demokrasi!

Yaşasın halkın bizzat katıldığı Cumhurbaşkanlığı seçimleri!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.