Bediüzzaman’ın bütün direnişi ümmet direnişidir

Bediüzzaman’ın bütün direnişi ümmet direnişidir

Latif Erdoğan: Fitnenin önüne bir an evvel geçilmezse

Risale Haber-Haber Merkezi

Latif Erdoğan'ın yazısı:

Harmanımız yanmadan

Ümmet, aynı inancı, aynı ülküyü, aynı değerleri paylaşan, keyfiyet ve kemiyeti ile mükemmel bütünlüğü temsil eden fert ve böylesi fertlerden oluşan toplumun adı. 

Kur’an-ı Kerim, ümmet oluşumuna dikkat çeker ve konuyu Hz. İbrahim ile örnekler. “İbrahim bir ümmetti” buyurur.(16/120) Asrımızda ise, tek başına ümmet olmayı biz, Bediüzzaman’ın şahsında görürüz. “Mesleğimiz haliliye olduğu gibi meşrebimiz dahi hıllettir” prensibinin hayata geçirilmiş olmasından ibaret bu bereketli ömür, ümmet varlığına adanmış bir ömürdür. Onun “millet” kavramına yüklediği mana da kuşkusuz ümmettir. “Kimin himmeti milleti ise o tek başına millettir” vecizesi, zannederim dediklerimize ve bundan sonra diyeceklerimize açıklık getirmesi bakımından yeterlidir.

Bediüzzaman’ın bütün mücadelesi ümmet mücadelesi, bütün direnişi ümmet direnişidir. Tek başına kaldığı dönemlerde dahi o bu mücadele ve direnişinden asla vazgeçmemiştir. Birinci döneminde o, ümmet toplumun ayakta kalabilmesinin kavgasını vermiştir. İkinci dönemde ise, Ümmet İnsan yetiştirmenin  isabetli kararını hayata geçirmiştir.

İlk eserlerinin bütünü, hele İngilizlere karşı neşrettiği Hutuvat-ı Sitte eseri ümmet kavgasının somut örnekleridir. Bir insanın, ölümü istihkar etmeden, İngilizleri öylesine tahkir etmesi imkansızdır. İngilizlerin sinsi maksatlarını deşifre ve onlara gereken ilmi cevabı verme nasıl bir deha gerektiriyorsa, cevabın içeriği ve üslubu da aynı şekilde ciddi bir cesareti, gerçek bir adanmışlığı gerektirmektedir. Bediüzzaman, her iki cephesiyle de bu zor göreve liyakatini, dedikleriyle, söyledikleriyle ve yaptıklarıyla ispat etmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi, hem fert hem de toplum planında ümmet olmanın çığırını açar. Acz, fakr, şefkat, şevk, şükür ve tefekkür gibi şeritlerden oluşan, büyük, geniş, herkesin, her istidadın içinde yer bulabileceği, hiç kimseyi dışlamayan bir Cadde-i Kübra inşa eder. Referansı doğrudan  Kur’an ve Sünnettir. Sahabede şekillenen İslam şuuru ve yaşantısı söylenenlerin imkanına en somut, en parlak delildir. Öyleyse ümmet olmak, sahabeye, yani hadiste “gökteki yıldızlar” teşbihiyle anlatılanlara benzemek demektir.

Bediüzzaman Hazretleri, sahabe örneği üzerine çeşitli vesilelerle vurgu yapar, onların seçkin yanlarını sürekli nazara verir ve konuyla ilgili düşüncelerini Yirmi Yedinci Söz’ün Zeyli’inde en mükemmel şekliyle taçlandırır. Niçin enbiyadan sonra en büyüklerin onlar olduğunu, niçin en büyük velilerin bile sahabenin en küçüğüne yetişemeyeceğini, Kitap ve Sünneti anlamada, yorumlamada niçin onlar seviyesine ulaşılamayacağını, en muhkem, en mantıki delillerle bir bir ispat eder. Sahabeyi sorgulama noktasına gelenlerin düştükleri vartaları, bunlardan bir kısmının kötü ve sinsi maksatlarını deşifre etmeden de geçmez.

Çünkü din bütünüyle bizlere onların yed-i eminiyle intikal etmiştir. Onlarla aramıza girecek her türlü kesinti bizim can damarımızı kesmek, hayat kaynağımızı kurutmak anlamına gelecektir. Çünkü onlarla aramıza girecek her türlü kesinti, bizi ayakta tutan en önemli harcın dökülmesi, yani ümmet olma şuurunun kaybedilmesi neticesini doğuracaktır. Sahabe, ümmet ağacının çekirdeğidir, köküdür.  Kökten kopuk bir ağacın varlığını devam ettirmesi, hele her dönemde yeni meyveler vermesi elbette imkansızdır.

Ümmeti bir insan organizmasının bütünü kabul edecek olursak, sahabe anlayışı, sahabe bilgisi, sahabe yaşantısının içselleştirilmesi bu organizmanın genleridir. İslam, saf, duru, katışıksız, hurafesiz şekilde ancak onlara benzeme ölçüsünde temsil edilebilir, “ümmet” lafzı ancak onlar gibi olunduğu sürece mecazi anlamlardan kurtularak gerçek anlamıyla buluşabilir. Bu sebeple de sahabeye olan bağlılığı önce kurmak sonra korumak çok önemlidir.

İşte Üstad Hazretleri, yüzyılımızda bu önemli görevi  ilk üstlenen kişidir. Ümmet şuurunun amansızca darbelendiği, tarumar edilmeye çalışıldığı bir fırtınalı dönemde onun bu hassasiyeti hiç kuşkusuz tehlikenin vahametini görmüş olma feraset ve basiretiyle de yakından alakalıdır.

Onun bu feraset ve basiretinden nasiplenmişlere ayandır ki, içten bir topluluğun piyon olarak seçildiği ya da  figüran olarak rol aldığı ant-i devlet depreşmelerine - ki o devlet ümmet tespihinin imamesidir- çanak tutan son olaylar, son savrulmalar, geçmişten günümüze ümmet yapımıza vurulan darbelerin en sinsisi, oynanan oyunların en akıl almazıdır. Bu darbeden çok hasar görmeden kurtulmanın, bu oyunları en akıllıca boşa çıkarmanın yolu ise, bizi ümmet kılan değerlere dönüş, bu değerleri tavizsiz savunuştur. Yani, topluca Allah’ın ipine sarılarak; tefrikaya sürükleyici her türlü ayrıntıdan, ayrılıktan yüz çeviriştir.

Yoksa akıbet hiç de iyi görünmüyor. Birbiri ardınca sökün edip gelen yanlışların kabarık bilançosu, hüsn-ü zanları bitirip tükettiği gibi, asırlık ümitlerimizi de bitirip tüketmek üzeredir. Yazık oluyor, yazık olacak. Fitnenin önüne bir an evvel geçilmezse, nice kış, nice kar, tipi, fırtına yaşayarak başağa durmuş, derlenmiş, toparlanmış el emeği, göz nuru harmanımız yanacak; ümitlerimiz, ideallerimiz mahvolacak. Rabbimiz, kötü emellilere fırsat vermesin, onların her türlü şerrinden, fitnesinden Ümmet-i Muhammedi korusun, muhafaza buyursun. Amin, kainatın zerreleri sayısınca amin..

Yeni Akit

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum