Abdullah YILMAZ

Abdullah YILMAZ

Gazze’nin Mazlum Şehitleri, Kıyamet Kronometresi ve II. Asr-ı Saadet

Her zaman olduğu gibi yine fakültedeki odamda ikindi vaktinin mahmurluğu ile bilgisayar ekranının başında vakit geçiriyordum. Sessiz moddaki telefonumun masanın üzerinde titreyerek Mevlevi dervişi misali dönmeye başladığını fark edince -her zaman olduğu gibi- önce arayanın kim olduğuna baktım.

Zaten konuşma havamda değildim. Ama Pîrimin aradığını görünce; konuşmamak olmaz, dedim kendi kendime. Şimdi taaa oralardan gayb aşina nazarıyla halime muttali olur, sonra pirincin taşını ayıklamakla uğraşır dururum, dedim kendi kendime.

Halime, tavrıma ve gönül dünyama hızlı bir çekidüzen verdikten sonra açtım telefonu:

-Selamünaleyküm. Bu şerefi neye, kime borçluyuz? Pîrimiz bizi aramış.

-Aleykümselam Hacım! Bakıyorum keyfin yerinde. Sesin şen şakrak geliyor.

-Pîrim aramış, ben keyiflenmeyeyim de kim keyiflensin?

-Ne desen haklısın azizim. Dünya meşgalesi diyeceğim de öyle bir meşgalem de yok. Sevinsem mi, üzülsem mi? Bilemiyorum.

-Olsun. Lütfetmişsin, aramışsın. Daha ne isteyeyim?

-Bizim de seninle musahabelerimiz hep büyük musibetlere, dâhiyelere denk geliyor.

-Hakikaten Pîrim! 10 gündür yediğim yemek, içtiğim su boğazımdan geçmiyor. Gazze’de taş üstünde taş omuz üstünde baş kalmadı. Hele o masum ve mazlum sabiler! Onların çektikleri eziyetlere yürek dayanmıyor. Kahrolasıca İsrail bütün dünyanın gözü önünde dünya zulüm tarihinde eşi benzeri görülmemiş yeni zulümlerini hız kesmeden devam ettiriyor. Hastane bombalamak neyin nesidir, arkadaş?

-Bela ve musibetler karşısında rikkat ve şefkat hisleriyle donanmış, kalbi kasavet bağlamamış, ruhu tefessüh etmemiş her Âdemoğlu hüzünlenir ve gözyaşı döker. Ama ne diyordu o büyük Üstad; Şikâyet O’na olmalı, O’ndan olmamalı! Zalimi ve zulmünü O’na şikâyet etmeli insan! Haşa O’ndan hesap sorar tarzda, densiz ve hadsiz bir üslupla O’ndan hesap sormamalı!

-İyi hoş diyorsun da Pîrim! Vallahi insanın bazen asfalyaları atıyor. Ayarı, dengesi bozuluyor. Haddini hududunu aşabiliyor. Rabbim affeylesin, merhametiyle muamele eylesin biz densiz kullarına. Neyse biz asıl mevzumuza gelelim. Tamam, bütün kalbimle iman ve itikat ediyorum ki; bu zalimlerin zulmü altında vefat edenler şehadet şerbetini nûş ederek cennet ve cemal-i İlahi ile müşerref olacaklar. Giden mallar makbul zekât ve sadaka hükmünde olacak. Kalanlar manen o kadar büyük sevaplar kazanacaklar ki perde-i gayb açılsa bu çektiklerinden şikâyet değil bilakis şükredecekler. De! Bu olanlar niye oluyor, bu görünenin arkasında nasıl bir kaderî plan işliyor? Kaç gündür buna kafa yoruyorum ama işin içinden çıkamıyorum, Pîrim!

-Bazen sana çok şaşırıyorum Hacım! O nurlu Külliyatı okurken makam-ı hora mı geçiyorsun? Bilemiyorum!

-Pîrim, benim yarım yamalak okumamdan ne olacak ki! Hele sen bir kapıyı aç!

-Aziz Üstad, hatırlarsan, Hutbe-i Şamiye’de 3 yerde “(Beşerin zulüm ve hatasıyla) başına çabuk bir kıyamet kopmazsa” diyor.

-Evet hatırladım. Hatta 3 defa tekrar ettiğini sen söyleyince şimdi fark ettim. Eee!

İçimi ürperti ile karışık bir merak ve heyecan dalgası sarmıştı.

-Necip Fazıl merhumun dediği gibi; yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe verebilecek bu Siyonistlerin “İşaya’nın Kehanetleri”ni gerçekleştirmek için neleri göze alabileceklerini hayal bile edemiyorum.

Beşerin bu pür-şer tayfası dergâh-ı İlahiden rahmet istemeye yüzümüzün kalmadığı öyle zulümler işliyorlar ki, acaba diyorum; Bediüzzaman Hazretlerinin bahsettiği o çabuk kıyametin kopmasına sebep olacak “beşerin zulüm ve hatası” bu yaşananlar mı olacak?

Mevzu ilginç bir noktaya doğru gidiyordu. Sesimi çıkarmadan merak ve ilgiyle Pîrimin ağzından dökülen sözlere odaklanmıştım.

-Ben -Rabbim beni affetsin- Üstadın “Âhir Zamandan Haber Veren Mühim Bir Hadis” mektubunu (Kastamonu Lâhikası: 33) yıllarca alelusûl, üzerinde çok düşünmeden, baştan savma okumuşum, azizim. Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İmam-ı Hanbel velhasıl bütün hadis imamlarının naklettiği o hadisi hatırladın mı?

-Hatırlamaz mıyım? “La Tezalu" Hadisi. Defalarca lahika dersinde bizzat cemaate okumuşluğum var. Bekle bir dakika telefondan bulayım, tam metnini okuyayım: “Ümmetimden bir taife Allah'ın emri gelinceye kadar (yani kıyametin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”

-İşte o hadisi ele aldığı mektubunda muazzez Üstad; “حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ (şedde sayılır) fıkrası dahi makam-ı cifrîsi bin beş yüz kırk beş (1545) olup kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder” diyordu ya. Ben yıllar boyu o hicrî 1545 tarihini hiç ama hiç ciddiye almamışım azizim.

Biz şimdi hicrî 1445 yılındayız, biliyor musun? Yani önümüzde tam 100 yıl var. Dünyanın ve kâinatın ömrünü hesaplamakla ömürlerini geçiren koca koca profesörlerin fıtri bir kıyamete daha milyarlarca yıl kaldığını söyledikleri bir devirde Bediüzzaman ortaya çıkıp kıyamete 2 asırdan az var diyor, 1940’larda. Bu çok büyük bir iddiadır. Ve her babayiğit böyle bir iddiayı çekinmeden dillendiremez.

Hazret otomatiğe bağlamış soluksuz konuşuyordu. Tabii ki ben de aynı şekilde dinleme modunda devam ediyordum.

-Geçen benim yaramaz yeğenlerden biri telefonda video izliyordu. Ne izliyor bu yeni nesil? Diye yamacına yanaşıp ben de göz ucuyla izlemeye başladım. Baktım, konuşmalar çok hızlı geçiyor. Niye böyle oluyor? Diye sorunca cehaletimle dalga geçerek; “Dayı 1.5 hızda izliyorum” dedi. Ne dediğini anlamamıştım ama çaktırmadım ve başımı tasdik makamında salladım. Sonradan ablama sorunca öğrendim. Meğer bu yeni nesil zamandan tasarruf etmek ve daha fazla video izlemek için görüntüleri mevcut hızının 1.5-2 katı hızla seyrediyormuş.

Acaba diyorum; Üstad “beşerin başına kopacak çabuk kıyamet” derken bunu mu kastetmişti? Yani, şirkten şükre girmeyen, hayat hırsını asla bırakmayan beşerin bu pür-şer tayfası küfür ve küfranıyla, zulüm ve isyanıyla kıyamet kronometresini çok ama çok hızlandıracak mıydı ki, aziz Üstad gayb aşina nazarıyla bunu gördü de Nev’-i Beşerin en belîğinin (asm) bu vecîz hadisinden böyle bir gaybî istinbatta bulunmuştu.

Velhasıl artık hiç şüphem kalmadı ki; beşeriyet koşar adım kıyamete doğru gidiyor ve bizler artık mazide asırlar süren değişim ve dönüşümleri yıllar belki aylar içinde göreceğiz.

Ve İnşaallah, bu fakirin mazide uzak istikbalde yaşanacağına iman ve yakîn eylediği “yeni bir asr-ı saadet”i çok uzak olmayan bir istikbalde, belki de daha bizler hayattayken görüp yaşayacağız!

Hazret coşkun akan bir nehir misillü sözlerini bu kutlu müjde ile hitama erdirmişti.

Tam tebrik ve tahsin hislerimi kendisiyle paylaşmak için ağzımı açmıştım ki kapı çaldı. Ve bendeniz bir anda irkilerek gözlerimi açtım. Çay ocağındaki ablamız açık çayımın üstünde olduğu tepsisi ile kapıda arz-ı endam ediyordu.

-Çok özür dilerim Hocam. Uyuduğunuzu bilmiyordum. Kazanı boşaltacaktım. Son bir bardak çay içmek istersiniz diye getirmiştim.

-Yo, ne demek, getir tabii ki. İçmez olur muyum? Çok teşekkürler ablacığım.

Abla gittikten sonra telaşla masanın üzerindeki telefona baktım. Arama kaydında Pîrim yoktu. En son arama 2 saat önce oğlumdan gelen ve 20 dakika muhabbet ettiğimiz görüşmeydi.

Şimdi ben ne görmüş ne yaşamıştım. Manen rüya olan yakazada bulamadığım umut ışığını hakikatte yakaza olan âlem-i menamda mı aramıştım?

Ya da Pîrim işi ilerletip misal âleminde de bu fakire ders vermeye mi başlamıştı!

Ne oldu, nasıl oldu? Bilmiyorum! Ama bu hadiseyi yaşadığım saatten bu yana yaşananlara ve yaşayacaklarımıza çok farklı bir zaviyeden bakmaya başladığımı söylememe hacet yoktur herhalde…

فَاعْتَبِرُوا يَٓا اُو۬لِي الْاَبْصَار

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum