'Bir asır sonra dinden çıkacaksınız'dan 'Bir tek ben Müslümanım'a doğru

'Bir asır sonra dinden çıkacaksınız'dan 'Bir tek ben müslümanım'a doğru giderken...

Mustafa İslamoğlu dinlemediğim bir isim değil. Kendisinin Hilal TV'deki tefsir derslerini de, esma derslerini de takip edenlerden birisiyim. Her yorumuna, analizine, fikrine katılmasam da pekçok tesbitinden (en azından) bir bakış açısı zenginliği aldığımı samimiyetle söyleyebilirim. Bugüne kadar yazılarımda da ondan alıntılara pekçok kereler yer verdim. (Bunlar için Nurcu kardeşlerimden 'Hişt! Ne yapıyorsun?' uyarısı aldığım da oldu. Uyaranlar hatırlar.) Hatta müstakil bir yazım da var: "Nur talebeleri Mustafa İslamoğlu'ndan neler öğrenebilir?" diye. Ve evet, Kur'an üzerine mesai sarfında, klasik metinlere vukufiyetinde ve tedrisine hazırlanışında ondan öğrenilecek şeyler olduğunu düşünüyorum. Bunu hâlâ düşünüyorum. Çünkü, yorumları hoşumuza gider veya gitmez, hakikaten Kur'an'a mesai ayıran ve yüzü Kur'an'a dönük birisi İslamoğlu. Bu yazıda kendisini eleştirecek olsam bile 'insaflı kalmayı' ve 'muhatabımın hakkını vermeyi' Cenab-ı Hak'tan niyaz ederim.

Öncelikle, kendisinin de bir dersinde takdirle kullandığı, Bediüzzaman'ın bir ifadesini alıntılayacağım en başa: "Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikate inkılâp eder, hurâfâta kapı açar." Geçtiğimiz günlerde Ömer Faruk Uysal abi, Alternatif Bakış programında, bu söz bağlamında, biraz da Harici kafasının psikolojik ve sosyolojik altyapısını irdeleyen tesbitlerde bulunmuştu. Demişti ki: Bir toplumun medeniyet seviyesinin değişmesiyle mecaza yatkınlığı değişir. Medeniyet geliştikçe dil, dil geliştikçe mecaz kullanımı artar. Daha nim-bedevî topluluklarda, mesela Necid sekenesinde, medeniyet gelişmediği için dil de mecaza yatkın değildir. Bu nedenle o topluluklarda Kur'an'daki mecaz kullanımları da reddeden ekoller ortaya çıkmıştır...

Kur'an'da pekçok mecaz kullanımı var. Mesela biyedihi'l-hayr, mesela ahsenu'l-halıkîn vs. Eğer bunları mecaz saymazsanız, birincisinde Allah'ın insan gibi bir eli olduğunu (haşa) düşünebilir, ikincisinde ise Allah'la beraber başka yaratıcılar olduğunu (haşa) hayal edebilirsiniz. Yani buralarda aslında Allah bir benzetme yapmıştır. Peki, ne için? İnsanların daha kolay anlayabilmesi için. Çünkü Kur'an bir tenezzülat-ı İlahîdir. İnsanların fehmine göre konuşmasıdır. Eğer Hak Teala kendi azametinin şanı ile bizimle konuşsaydı; biz o tarz bir kelamı değil anlamak, işitmeye bile dayanamazdık.

Kur'an'da böyle, peki bu bizde nasıl? Esma açısından meseleyi ele alırsak, evet, biz de Cenab-ı Hakkı bir çeşit mecazla biliyoruz. Örneğin: Kendimizdeki ilimden ve bildiğimizle yaptığımızdan anlıyoruz ki; kainatta da bir bilen ve yapan var. Elbette O’nun ne bilmesi ne yapması bizim bilmemiz ve yapmamız cinsinden değil. Ve hakikatte bütün bilişlerin ve yapışların hakikati O’nda. Bizdekiler tecelli. Bizdeki bir ölçü, bir anlama kapısı; ama O’nun esmasını da ancak bizdeki bu gölgelerle anlayabiliyoruz. Mesela; 'şuradan şurası bizim' diyoruz, 'buraları biz idare ediyoruz; öyleyse bu kainatın da bir sahibi var ve o da kendi mülkünü idare ediyor' kanaat getiriyoruz. Benim malikiyetim son minvalde bir gölge malikiyet, gerçek değil, bir mecaz. Ama O’nunki hakiki. Bu yüzden Bediüzzaman'ın Risale metinlerinde en sık kullandığı isimlerden birisi Allah için: Malik-i Hakiki. Biz de intikam alıyoruz, ama hakiki Müntakim olan Allah. Yine biz de adaletli olmaya çalışıyoruz, ama hakiki Âdil olan Allah. Yine biz de sabırlı olmaya gayret ediyoruz, ama es-Sabûr olan Allah. Yani şu dünyada 'bilmenin' kapısını açan mecazi kullanımlar var. Ki Allah Resulü bile yemin ederken diyor: "Muhammed'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim." Allah Resulü, herhalde Allah'ın gerçek bir eli olduğunu (haşa) düşünmüyor.

İşte şimdi İslamoğlu Hoca, bizim bilmemizin kapısı olan böylesi mecazlar yokmuş gibi, bunlar hiç kullanılmıyormuş gibi diyor ki: "Bedi ismi Kur'an'da Allah için kullanılıyor. Bediüzzaman'a o ismi vermek tehlikelidir." İyi de hocam, Tevbe 128'de Cenab-ı Hak buyurmuyor mu kendi Resulü için: "Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir." Bu ayet-i kerime içinde Rauf ve Rahim isimlerini kullanmıyor mu? Haydi, sen bunu da icma-ı ümmetin hilafına başka bir şekilde tevil edersin. "Orada kastedilen Allah'tır, siz yanlış anlatıyorsunuz!" dersin. Çünkü genelde bu ekolün sanatı zorlu tevillerdir. Peki, Allah Resulü, Mekke'nin fethinden sonra müşrik önderlerine kendisini sorduğunda onlardan şöyle bir tarif almıyor mu? "Sen kerîmsin ve kerîm bir kardeşin oğlusun." O zaman onlara "Susun, pis kafirler!" mi diyor? Yoksa kerîm olmanın müminin bir hasleti olmasını kabul mu ediyor? Yoksa biz onu da mı yanlış biliyoruz? Kerîm de Allah'ın isimlerinden birisi değil mi? Belki sana göre değildir.

Bütün bunları geçtim, bir de Bediüzzaman'a Bediüzzaman denmesini kibir alameti gibi imalarla tefsir ediyorsun. Bence onun tevazuuna bütün hayatı şahittir. Senin bir parçayı kaldırıp, cerbeze ile “Bütün bundan ibarettir!" demenle hiçbir şey değişmez. Ancak yine de sormak istiyorum: Allah Resulünün de ismi Muhammed (a.s.m.). Benim Arapçam yok ama Muhammed'in 'övülmüş' veya 'övülen' anlamlarına geldiğini biliyorum; acaba sana göre Allah Resulü de mi bu ismi bir kibir vesilesi olarak (haşa, yüzbin defa haşa) kullanıyor? Kaldı ki, Bediüzzaman o ismi kendisine kendisi de vermiş değil, hocasının taktığı bir isim ve öyle şöhret buluyor. İlk o isimle şöhret bulan da o değil, Bediüzzaman-ı Hamedanî gibi başka şahsiyetler de var böyle bu isimle iştihar etmiş. Şimdi sırf sana 'kibir' kokusu geldi diye herkes ismini veya lakabını mı değiştirmeli? Aziz Mahmud Hüdayi de sırf Mahmud mu kalmalı? Hacı Bayram-ı Veli de "Benim adım yalnız Bayram!" diye mi gezmeli? Söyle, ne etmeli de sana 'senden gayrı' İslam ulemasını sevdirmeli?

Ne tuhaf zanaat böyle tahtie kılıncıyla insanların başını kesmek! Ne konforlu, eserinin ve hayatının anlattığı bütünden kopuk 'tek kelimeden' ahlaklar devşirmek! Ne komik "Herkes yanlışta, bir ben doğrudayım!" havalarında dolaşmak. Ha, Nurculuk adına söylediğin tehlikelere ve o tehlikelerin bireyler içinde bulunup bulunmadığı iddialarına birşey demiyorum. Bizim de rastladığımız yanlışlar var. Fakat bu metinlerin suçu değil, bireylerin suçu. Naehiller hangi mesleğe girse, o mesleğe zarar verirler. Bugün Kur'an'ı okuyup da müslüman kanı dökmeyi marifet sayan ekoller yok mu? Bu ekollerin suçlusu Kur'an olmadığı gibi; kendisinden iman dersini almış birisi olarak söylüyorum ki: Nurculuğun içindeki yanlış anlamaların suçlusu da Risale metinleri veya Bediüzzaman değildir. Ve Risale metinleri de Nurculuğun Kur'an'ı falan değildir. Kur'an'ın arşına çıkan merdivenimizdir o bizim, manevi elif-ba'mızdır. Mürşidimizdir. "Ne diyor?" diye değil, "Kur'an'dan ne söylüyor?" diye okuduğumuzdur. Şimdi ister hak ver, ister eleştir; hakikat zaten 'kendisi bizzat hakikat olduğundan ötürü' kazanır. Biz, durduğumuz yerden ve Kur'an'ın sancağı altında olduğumuzdan eminiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
12 Yorum