Bediüzzaman’a neden iftira atıp saldırıyorlar?

Bediüzzaman’a neden iftira atıp saldırıyorlar?

Akgündüz müfterileri “vatan haini, kemalist, sahte bir şeyh, laikçi ve kafa tasçı” olarak sıraladı

Risale Haber-Haber Merkezi

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Bediüzzaman Said Nursi hakkında yalan iddialarla iftira atanlara cevap verdi. Müfterileri “vatan haini, kemalist, sahte bir şeyh, laikçi ve kafa tasçı” olarak sıralayan Akgündüz’ün açıklaması şöyle:

Son zamanlarda ve özellikle de 15 Temmuz İhanet Darbesi sonrası, bazı vatan hainleri ve Kemalistler, Bediüzzaman’a saldırmaya başladılar. Binlerce dolar vererek akademik ünvanlar satın aldığı iddia edilen sahte bir şeyhin vatan haini olan bir müridi, tıpkı 1923-1986 arası din düşmanları, Kemalistler, Laikliği Laisizm olarak anlayanlar ve kafa tasçılar gibi, Bediüzzaman’ı vatan hâinliği ile suçlamaya çalışmış. Ona cevap vermek için değil, bu vatanın gerçek sahiplerine hakkı anlatmak ve hatta tekrarlamak için bazı hususları gündeme tekrar getirmek ihtiyacı duyduk. Güneş balçıkla sıvanmaz; ama bazan bir saman çöpü güneşi inkâra kadar götürebilir.

1-TARİH BOYU, VATAN HAİNİ KÜÇÜKLER, BÜYÜK ZATLARA HÜCUM ETMİŞLER VE ONLARI HAİNLİKLE SUÇLAMIŞLARDIR

Tarih bize gösteriyor ki, başta peygamberler ve on¬ların gerçek mirasçıları olan din adamları olmak üzere, insanlık âlemi, büyük insanların kıymetlerini zamanında tam takdir edememişlerdir. Sonradan ise, bu takdir ede¬memenin cezasını, hem muâsırı olan insanlar ve hem de onların nesilleri çekmişlerdir. Hemen hemen bütün pey¬gamberler, bu hükmümüze müşahhas birer misal olarak verilebileceği gibi, İmam-ı A'zam ve Ahmed bin Hanbel gibi islam âlimleri de, bu acı hükmü teyid eden canlı mi¬sallerdendir. Tesbitlerimize göre, asrında tam anlaşılamayan şahsiyetlerin bu asrımızdaki en güzel mi¬sali de, bu yazımızın mevzuunu teşkil eden Bediüzzaman Said Nursi'dir. İslami ilimlerdeki dâhiyane vükûfu, hususan iman hakikatleri mevzuundaki asrın an¬layışına uygun harika izahları ve seksen küsür yıllık istik¬âmetle hak üzerinde devam eden Allah, din ve millet-i islamiye uğrundaki gayret ve mücâhedeleri bütün islam âleminde duyulduğu ve takdir edildiği halde, hâlâ kendi ülkesinde yanlış tanınan veya tanıtılmak istenen bir şahsiyet var; o da Bedîüzzaman. Bu yüz karası hale, Türk ilim adamlarının ve münevver Türk araştırmacılarının çok kısa bir zamanda son vermeleri gerekmektedir; aksi takdirde tarih, gözünü kapayıp gündüzü kendisine gece yapanları çok kötü yargılayacaktır.

BEDİÜZZAMAN BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE KÖTÜ TANITILDI

Cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman'ı yanlış tanımaktadır ve daha doğrusu, senelerdir devletin bütün imkânları ve bukalemun türünden aydınlar kullanılarak, Bedîüzzaman, Cumhuriyet nesline kötü tanıtılmaya çalışılmıştır. Onun mücadelesini tanımayan ve eserlerini okuyup talebelerini görmeyen, câhil veya aydın her cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman, Said Nursi veya Risâle-i Nur kelimelerini duyunca, yapılan telkinler sonucu, kürtçü, bölücü, ge¬rici ve devlet düşmanı bir insan ve eser hayaline bir nevi mecbur edilmiştir. İstihbârât teşkilâtımızın bu zat ve eserleri ile alakalı raporlarını; silahlı kuvvetlerimize dağıtılan bölücü faaliyetlerle alakalı bilgilendirici eserle¬rin konuyla ilgili bölümlerini; 12 Eylül Hareketinden sonra YÖK eliyle bütün üniversitelerimize dağıtılan bö-lücü örgütler kitabının ilgili başlığını ve de bunların tesi¬rinde fikrini geliştirmiş ilim adamlarımızın sohbetlerini okur yahut mütâla'a ederseniz, Bedîüzzaman'ı sevmemeyi bir ibâdet ve millî vazife telakki edersiniz. Gerçekten ben de mezkûr yerlerde anlatılan Bedîüzzaman'ı asla seve-mem. Halbuki nasıl senelerce, dünyaya adâlet tevzi eden ecdadımızı bize barbar ve kızıl sultanlar diye takdim etmişler, öyle de İslam düşmanları, şahsiyetinden ve eserlerinden çok korktukları Bedîüzzaman ve eserlerini de öyle yanlış ve kötü tanıtmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı hakikatını unutmuşlardır. Ne acıdır ki, son on yıldan önceye kadar güvenlik kuvvetle¬rimiz de bu menfî propagandanın tesiri altında kalmıştır. Vatanı için hayatını ortaya koyan bu büyük dahiyi, bir vatan hâini gibi değerlendirmişlerdir.

Meseleyi uzatmamak için sadece bu menfî vasıflardan birisi üzerinde duracağım. Geriye kalanları da, sizin idr¬âklerinize havale ediyorum. Ne zaman Bedîüzzaman ve onun eserlerinden bahsetseniz, siz, ister Türk olan, is¬ter Arap olun ve isterse de Osmanlı Hânedânından olun, kürtçü damgasını yersiniz. Halbuki dünyada Kürtçülük ve Risâle-i Nur kadar birbirine zıt iki kelime bulunmadığı gibi, Türkiye'deki bölücü kürtçü hâdiselere karşı, Risâle-i Nur'dan daha mükemmel bir panzehir asla bulunamaz. Mevzuyu isterseniz biraz açalım ve bazı müşahhas misaller verelim:

KÜRT TEALİ CEMİYETİ’NİN ÜYESİ DEĞİLDİR

Birincisi: Bir kısım araştırmacılar, Bedîüzzaman'ın Cumhuriyetten önceki yıllarda Said-i Kürdî ünvanını kullandığını da ileri sürerek, onun doğuda bir Kürt dev¬leti kurmak gayesiyle 1918'de tesis edilen Kürt Te’âli Cemiyetinin üyesi olduğunu ve bölücü faaliyetlerde bu¬lunduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarını desteklemek üzere, aynı cemiyetle beraber çalıştığını ileri sürdükleri Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyeti kurucuları arasında Bedîüzzaman'ın da bulunmasını, fevkalade bir demagoji ile serrişte ediyorlar (Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyâsî Partiler, İstanbul, 1986, c. II, sh. 186 vd.). Bu iddiaları hiçbir esasa dayan¬madığını yapılacak kısa bir inceleme hemen ortaya koya¬caktır.

Evvela, Osmanlı devleti kavim ve ırk esasına değil, din esasına dayanan bir devletti. Bu sebeple müslüman olmak şartıyla, millet farkı son 20-30 yıl bir tarafa bırakılırsa, ehemmiyet arzetmediğinden, Doğudaki bazı bölgelere Kürdistan Eyâleti yahut Bilâd-ı Ekrâd denil¬mesi ve orada yetişmiş devlet veya ilim adamlarına da Kürdî lakabının verilmesi, o zatın tanınması için kul¬lanılan resmî bir ifade tarzıydı. Said-i Kürdî lakabı bu mana ile kullanılmış ve ne zamanki Cumhuriyet kurulup bu ifade yanlış anlaşılmaya başlanınca, bizzat Bedîüzzaman bunu Said-i Nursî şeklinde değiştirmiştir. Bununla da yetinmeyip eski eserlerindeki Kürdistan veya bilâd-ı ekrâd ifadelerini dahi vilâyât-ı şarkıyye şeklinde değiştirdiğini neşredilen eserleri ve talebelerinin şahâdetleri isbat etmektedir.

KÜRT TE’ÂLİ CEMİYETİ İLE KÜRT NEŞR-İ MA’ÂRİF CEMİYETİ AYNI DEĞİLDİR

Sâniyen, Kürt Te’âli Cemiyeti ile Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyeti arasında organik bir bağ yoktur ve maksadları da aynı değildir. Tarık Zafer Tunaya, bu cemiyetin ku¬ruluşunu 1919'da demişse de, neşrettiği belgenin tarih ve kaynağını kaydetmemiştir. Ancak belgeyi, öylesine işlemiştir ki, mütalala edenler, Bedîüzzaman'ı Kürt Te’âli Cemiyeti üyesi zannederler. Halbuki ikisi arasında hiç bir alaka yoktur. Bedîüzzaman, İstanbul'a ilk defa geldiği 1907'lerden beri, şarkta bir dar'ülfünûn açılmasını müd¬âfa'a ettiği zaten bilinmektedir. Hatta Sultan Reşad'dan bu gaye ile belli bir tahsisat da almıştır. Her ne kadar Kürt Neşr-i Ma’ârif Cemiyetinin ne zaman, hangi gaye¬lerle ve hangi kurucularla tesis edildiği de tam belli değilse de, belli olsa ve Bedîüzzaman da bu cemiyetin kurucuları arasında bulunsa bile, bunda garipsenecek bir cihet yoktur. Zira Bedîüzzaman, şarkta maarifin geliştirilmesi ve bir üniversite açılması için başından beri gayret göstermektedir. Bu cemiyet, Erzurum yahut Bayburt Kültür ve Eğitim Vakfı gibidir.

Sâlisen, Kürt Teâli Cemiyetinin reisi olan Seyyid Abdülkadir'den gelen teklife verdiği şu cevap ise mese¬leyi kökünden halletmektedir: "Allah u Zülcelâl Hazretleri Kur’an-ı Kerim'de "Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah'ı severler, Allah da onları sever bu¬yurmuştur. Ben de bu beyan-ı ilahî karşısında düşündüm. Bu kavmin, bin yıldan beri âlem-i islamın bayraktarlığını yapan Türk Milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve 450 milyon (o zamanki islam âleminin nüfusu) kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi (bir kısım kürtçü) kimsenin peşinden git-mem" (Mülâkât, sh.38).

ŞEYH SAİD’LE KARIŞTIRILIYOR

İkincisi: Bedîüzzaman'la alakalı yanlış tesbit ve yo¬rumlardan biri de, onun Şeyh Said ile karıştırılması veya en azından Şeyh Said isyanına destek vermiş olduğunun yayılmasıdır. Maalesef gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bu tesbit, güvenlik raporlarına yazıldığı gibi, va¬tanperver ilim adamlarının zihinlerine de yer etmuş du¬rumdadır. Şeyh Said'in Bedîüzzaman gibi bir dahiyi yanına almak isteyişi doğrudur; ancak bu büyük âlimin mezkûr teklif karşısında takındığı tavır, kasden yanlış ak-settirilmiştir. Buyurun, Şeyh Said'e olan cevabını bera¬ber okuyalım: "Türk Milleti, asırlardan beri islamiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çe¬kilmez. Biz müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer’an câiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’an ve iman hakikatlarıyla tenvir ve irşâd etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akîm kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkekler telef olabilir." (Şahiner, 268 vd.)

BEDİÜZZAMAN'IN HANGİ SIFATLARI VE HİZMETLERİ VATAN HAİNLİĞİDİR?

Bedîüzzaman'ın hangi sıfatları ve hizmetleri vatan hainliğidir. Sebr ve taksim yoluyla yani hepsini değil sadece bazılarını teker teker sayarak beraber görelim karar verelim.

-Bedîüzzaman Seyyid Arvasi ve Mola Muhammed Celâl’da hem aklî ve hem de naklî ilimler için ilmî icâzet almıştır. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bedîüzzaman'ın kelâmda müceddid, mu’asırları arasında mümtâz bir yeri olan müfessir, yüzlerce hadisi, senedleriyle birlikte nakledecek kadar muhaddis ve kısaca akranlarının fevkınde bir islam âlimi ve dahi olduğunda, dost ve düşmanları ittifak halindedirler. Gerçekten Bedîüzzaman'ın, islamî ilimlerin temelini teşkil eden ve içlerinde "Mirkât" gibi islam nazarî hukukuna ait usul-ı fıkıh metni; islam felsefesi ve kelâm hakkında Adududdin El-Îcî tarafından kaleme alınmış müstesna bir eser olan "Mevâkıf"; Mantık ilminin özeti demek olan "Süllem" ve benzeri 90 çeşit kitabı hâfızasına aldığı, bunları üç ayda bir evrad gibi tekrar ettiği ve Arap Dilinin en mükemmel lügati olan "Kamus"u "Sin" harfine kadar kelimesi kelimesine ezberlediği, çok iyi bilinen ilmî cihetlerindendir. Bu kesbî gayrete bir de Allah'ın ihsânı demek olan muhâkeme, zekâ ve vehbî diğer vasıflar ek¬lenince, mu'âsırları tarafından "Bedîüzzaman" yani za-manın eşsiz bir allâmesi ünvanıyla vasıflandırılmaması için hiç bir sebep kalmamıştır. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Asrımızın mümtaz âlim ve müfessirlerinden olan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur’an Dili adlı eserini mütâla’a ettim. O büyük allâmenin, bütün ilmî vukufuna ve aklî dirayetine rağmen, 21 meselede son sözü söyleyemediğini ve söylese dahi ancak islamî ilimler alanında belli bir mertebeye ulaşmış insanların ona mu¬hatap olabileceğini gördüm. Bu meselelerin, ruhun ma¬hiyeti ve isbatı, kader meselesi, haşrin isbatı, mi’racın cesedle mi ruhla mı gerçekleştiği meselesi, Allah'ın is¬batı ve benzeri itikada ait meseleler olduğunu sadece hatırlatmakla yetiniyorum. Halbuki Bedîüzzaman, ölümden sonra tekrar dirilmek demek olan haşir meselesini, İbn-i Sina gibi bir dahinin "Haşir aklî metodlarla anlaşılabilecek bir mesele değildir; nasıl nakledildiyse öyle iman ederiz" demesine rağmen, 10. Söz adını verdiği eserde öylesine izah ve isbat etmiştir ki, neticede "Bu eserimi idrâk ve iz’anla iki defa mütâla’a et; eğer haşir meselesini iki kere iki dört eder derecesinde anlamazsan, gel iki parmağını gözüme sok" hükmünü, okuyanın vicdanı tefessuh etmemek şartıyla, bir tahdis-i nimet olarak ilan etmektedir. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Eski kelamcıların ancak büyük âlimleri muhatap ala¬rak müstakil kitaplarda halletmeye çalıştığı; mesela Sa’deddin Teftezânî'nin Telvîhât başlığı altında 40 küsur sayfada izah edebildiği Kader ve Cüz’î irade meselesini, 5-10 sayfa içinde ve hem de herkesin anlayabildiği şekilde izah edebilmesi, zikredilmesi gereken mühim yönlerindendir. Hatta bir zamanlar Pakistan Maarif Nazırlığı yapan Ali Ekber Şah, kader meselesi ile alakalı bir meselesini, 40 sene dolaştığı islam âleminde halle¬demediği halde, Bedîüzzaman'la yaptığı 40 dakikalık sohbet neticesinde hallettiğini, Türkiye'den ayrıldıkdan sonra uğradığı Mısır'da Cumhuriyet Gazetesinde bir ma¬kale halinde neşretmiştir. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bedîüzzaman, kendisine sorulan soruya karşılık Ezher Şeyhi Şeyh Muhammed Bahit'e şu cevabı verdi: "Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet'e hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak." Bu cevap karşısında hayranlığını gizlemeyen Şeyh Muhammed Bahit, kendisiyle aynı kanaatte olduğunu bildirdi. Kendisi de aynı düşünceye sahip olmakla beraber, Bedîüzzaman'ın bu kadar veciz ve keskin beyan tarzına hayran olduğunu belirtti. "Bu gençle münâzara edilmez", dedi. Akabinde, bu kadar veciz ve beliğane bir tarzda ifade etmenin ancak Bedîüzzaman'a has olduğunu ifadelerine ekledi. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Dîvân-ı Harb-i Örfînin 10 Mayıs 1325/23 Mayıs 1909 tarihinde Birinci Şube’ye bağlı İkinci Hey’et-i Tahkikiye, Bedîüzzaman Sa’îd el-Kürdî’yi soruşturma kapsamına almıştır. Bedîüzzaman’a sorulan bir önemli soru bulunmaktadır: "Sen de Şeri'at'ı istemişsin?" Buna cevabı gayet açıktır: Şerî’atın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeğe hazırım! Zîrâ Şerî’at, sebeb-i sa’âdet ve adâlet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcile¬rin isteyişi gibi değil. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Şark’ta Kürtleri hem İslamiyetten ve hem de Osmanlı Devletinden koparmamak için Abdülhamid’e mektup yazmış ve Sultan Abdülhamid de ona tahsisat verilmesini emr etmiştir. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Mehmed Reşad'ın Cülûs i Hümâyûnu’nun (tahta geçiş) ikinci yıl dönümü merasimine Bedîüzzaman'ın da katıldığını ve herkesin el etek, saçak öpmek için eğile eğile gidip, öpüp, geri gerisine el pençe dönenler arasında yer alırken, onun dik ve vakur adımlarla Padişah’ın tahtının hizasına gelince, “Esselamü aleyküm” deyip yürüdüğünü biliyoruz. Bu merasimden sonra Padişah’ın dikkatlerini çekmiş, takdir ve hürmetine mazhar olmuştur. Çünki bu merasimi takiben Rumeli’ye seyahat eden Padişah Mehmed Reşad’ın refakatinde Bedîüzzamanı da görüyoruz. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bunun üzerine Sultân Reşda’ın Şark Vilâyetlerinin ihyâsı için Bediüzzaman’ın Medreset’üzehrâ projesini tasdik edip tahsisat ayırmıştır. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Ermeniler, ecnebi devletlerin tahrikleriyle komiteler ve çeteler kurarak, bir Ermenistan vücuda getirme hevesiyle harekete geçmişlerdi. Özellikle Doğu'da bu hareketleri çok açıktı. Bedîüzzaman Hazretleri de kendi talebelerine mavzer tüfeklerini te'min ederek bir nevi silahlanmış durumundaydı. Medresesi bir askerî kışlayı andırıyordu. Erek dağına veya kır gezilerine talebeleriyle çıktıkları zaman, silâhlarıyla çıkıyorlardı. Bu mu vatan hâinliğidir? Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bedîüzzaman 1916 Bitlis savunmasına Gönüllü Alay Komutanı olarak katılarak Ruslara esir düşmüş ve Rusya’da Esir Kampında iken ziyarete gelen Rus Komutana ayağa kalkmamıştır. Komutanın “Beni tanımad mı” sorusu üzerine Bedîüzzaman, vaziyetini bozmadan oturduğu yerden: “Hayır tanıdım, Nikola Nikolaviç’tir. Çar'ın dayısıdır ve Kafkas Cephesi Başkumandanı’dır.” Kumandan: “O halde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus Çarı’na hakaret ediyorlar.” Bedîüzzaman: “Hayır, hakaret için yapmadım. Ben bir Müslüman âlimiyim, imânlı bir kimse, Cenab ı Hakk'ı tanımıyan bir adamdan üstündür. Mukaddesatım bunu böyle emreder. Onun için ben ona kıyam edemem.” Bu mu vatan hâinliğidir?

-5 Mart 1334/1918’de kurulan Dâr’ül-Hikmeti’l-İslâmiye üyeliğine Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığının adayı ve Şeyhülislamlığın taklifiyle Bediüzzaman tayin edilmiş ve kendisine öncesinde Mahrec Mevleviyeti denilen ilmî paye verilmiştir. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bedîüzzaman bir idam fermanı hükmündeki Sevr Andlaşmasını, Avrupa zâlimlerinin Osmanlı Devleti’ni ve İslâmiyet’i yok etme planı olarak görür ve bunun karşısında Cumhuriyetin kurulup Sevr’e karşı çıkılmasını takdir eder. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Osmanlı'nın en müstesna alimlerinin görev yaptığı Dar'ül Hikmet’il-İslâmiye'de üye olan Bedîüzzaman Kuvâ-yı Milliye aleyhindeki fetvâyı Şerî’at ve din ilmi ölçüleri içerisinde tahlil etmiş ve fetvânın geçersiz olduğunu şahsı adına ilan etmiştir. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bedîüzzaman İngilizlerin Cerbezeli Siyasetine Karşı Çıkmış, Tulû’ât [1339/1920] adlı eserini İngilizlerin hain siyasetlerine cevap olarak kaleme almış ve ayrıca İslâmiyet’in aleyhine ileri sürülen bazı soruları bu eserde cevaplandırmıştır. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Anadolu hareketini destekleyen Bedîüzzaman, Kuvây-ı Milliyenin kazandığı her bir zaferi büyük bir zafer olarak görüyor ve bunu yazılarına yansıtarak halkı şevklendirmek istiyordu. Bunun için 21 Nisan 1921 de gerçekleşen Eskişehir zaferi üzerine kaleme alıp aynı yıl Leme’ât adlı eseri içinde yayımladığı yazısında çok önemli hakikatleri haykırır. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Büyük Millet Meclisinin daveti üzerine Bedîüzzaman Hazretlerinin İstanbul’dan Ankara’ya gitmek üzere yola çıktığını ve 7 Kasım 1922 tarihinde Ankara’ya ulaştığını belgelerden anlıyoruz. Bu favet edenler arasında Mustafa Kemal’in de olduğunu biliyoruz. Bu mu vatan hâinliğidir?

-Bedîüzzaman Hazretleri, Ankara’daki dehşetli şahsiyeti ve gizli zındıka komitesini keşfettikten sonra, bunlarla siyaset yoluyla başa çıkılamayacağını anlar ve Van’a gitmek üzere Ankara’dan ayrılır. Fakat bu zındıka komitesi Bedîüzzaman’dan korkmaktadır. Biraz sonra nakledeceğimiz gibi, elleri bağlı bir ihtiyarın arkasından ordular sevkedilmektedir. Sebebi gayet açıktır; zira diğer âlimlerden ve mütefekkirlerden farklı olarak, Bedîüzzaman bu gizli dinsizlik komitesininin reislerini ve metotlarını keşfetmiş ve bunlara nasıl karşı çıkılacağını iyice tesbit eylemiştir. Bunun için uzlete çekilecek ve maddî bombalar yerine ma’nevî atom bombaları üretme hazırlığına yani Risâle-i Nur Külliyâtını te’life başlayacaktır. İstiklâl Mahkemeleri, Ali Haydar, Ömer Nasuhi, İskilipli Atıf, Göenen’li Mehmed Efendi ve benzeri alimleri ya tevkif yahut idam ettiği halde, Bediüzzaman’I gözaltına alacak bir sebep dahi bulamadığı devletin belgelerinden anlaşılmaktadır.

-Bu saydıklarımız binlerce hakikatten sadece bazılarıdır. Eğer bütün bu hizmetler ve vasıflara vatan hâinliği diyenler asıl vatan hâinleridir. Ayrıca bu hainler, Sultan Abdülhamid’lere, Sultan Reşad’lara, Mustafa Sabri, Mehmed Akif, Enver Paşa, Seyyid Fehim Arvasi ve benzeri şahsiyetlere de vatan hâini demiş olmuyorlar mı?

3-BEDİÜZZAMAN’A VATAN HAİNİ DİYENLER, KEMALİSTLER VE LAİKLİĞİ DİNSİZLİK OLARAK ANLAYANLARDIR: BEDİÜZZAMAN’I SEVEN MUSTAFA KEMAL’İ SEVEMEZ

Mustafa Kemal’in Bediüzzaman’ı yanına çekmek için yaptığı teklifler ve Bediüzzaman’ın reddi çok önemlidir. “Bedîüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve Hürriyet’ten evvel İstanbul'da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının Âlem-i İslâm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan Hizb’ül-Kur'an hakkında, "O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak ma’nevî kılınç hükmünde i'caz-ı Kur'an'ın nurlarıyla mukabele edilebilir." tavsiyesine müraatla, Ankara'da teşrik-i mesaî edemeyeceği için, kendisine tevdi' edilmek istenen meb'usluk, Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye gibi Diyânet'teki azalığı, hem vilayat-ı şarkıye vaiz-i umumîliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara'dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım meb'usların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankara'dan ayrılır, Van'a gider.” (Tarihçe-i Hayat, sh. 147-148.)

Mustafa Kemal’in vaadleri:

-Bedîüzzaman’ın Medreset’üz-Zehrâ Projesine Destek Sözü.
-Milletvekiliği Teklifi
-Şeyh Sünusî Yerine Şark Vilâyetleri Umumî Vâizliği ve Bedîüzzaman’ın Afgan Sefiri Ahmed Hân İle Buluşması.
-Diyânet İşleri Başkanlığında Tedkikat ve Telifat-ı İslâmiye Üyeliği.

BEDİÜZZAMAN MUSTAFA KEMAL’İN TEKLİFLERİNİ NEDEN KABUL ETMEDİ?

-Mustafa Kemal’in tahripkâr şahsiyetini keşfetmiş ve onunla siyasetle mücadele edilemeyeceğini anlamıştır.

-Siyasetle mücadele yerine Kemalizmin yapacağı ma’nevî tahribatı tamire çalışmıştır

Ankara'da gizli bir zındıka cereyânını keşfetmesi ve buna karşı Kur’an’ın hakikatlarını ilmen ispatı tercih etmesi. Açıkça ve gayet veciz bir ifade ile "Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imânsızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok" diye haykırmış ve hayatının sonuna kadar da aynı zındıka cereyanıyla uğraşmaya devam etmiştir.

Nur talebeleri, Mustafa Kemal’e verilen Atatürk ünvanını kabul etmemektedir; Bedîüzzaman, Mustafa Kemal ismine de itiraz etmektedir. İşte bu sebeplerden dolayı, Bediüzzaman Mustafa Kemal ve Kemalizme karşıdır. Mustafa Kemal’i sevmemek vatan hâinliği ise, ben de onu sevmeyenlerdenim.

Eğer Mustafa Kemal’e karşı olmak vatan hâinliği ise, İskilipli Atıf Efendi’yi, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ı, Mustafa Sabri’yi, Zahid Kevserî’yi, Ali Haydar’ı ve benzeri büyük âlimleri vatan hâini kabul etmemiz gerekir ki, bundan daha büyük iftirâ olamaz.

4-BEDİÜZZAMAN HAYATI BOYUNCA VATAN VE MİLLETİN YANINDA OLMUŞ; BÜTÜN TAHRİKLERE VE ZULÜMLERE RAĞMEN MÜSBET HAREKET ETMİŞTİR

Bedîüzzaman, sadece nazariyat insanı değil, aynı zamanda üç devir görmüş yani mutlâkıyet, meşrutiyet ve cumhuriyeti yaşamış bir tatbikat adamıdır. Kendi şahsî ubûdiyetini asla ihmâl etmediği gibi, başta Osmanlı Devleti ve daha sonra da Türkiye olmak üzere, bütün âlem-i İslamda ve hatta tüm dünyada meydana gelen siyasî ve sosyal hâdiseleri de islamın ulvî düstur¬larına göre değerlendiren ve tesbitini islama göre yapan nâdide bir dava adamıdır. Zaman, hep onu haklı çıkarmış ve aksi fikirde olanları utandırmıştır. Şimdi tes¬bitlerinden bir iki misal verelim:

Bedîüzzaman, sadece Osmanlı Devleti ve Türkiye'de değil, bütün âlem-i islamda, islama hizmet için müsbet hareketi müdafa’a eden nâdide şahsiyetlerdendir. Ona göre, Türkiye dar-ı islamdır ve islam diyarı olan bir beldede, imana ve islama hizmet, ancak müsbet hareketle ve dahilî emniyet ve âsâyişi asla zedelemeden, bilakis teyid etmekle mümkündür. Son mektubundaki şu ifadeler, gerçekten enteresandır (özetle şöyle diyor):

"Bizim vazifemiz, müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Allah rızasını düşünerek sırf iman hizmetini yapmaktır, Allah'ın vazifesine karışmamaktır. Bizler asâyişi nuhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. ...Mesleğimizde kuvvet var, fakat bu kuvvet, asayişi muhafaza etmek içindir. Kur’an'ın vaz’ ettiği bu düstur ile, "Bir cani yüzünden, onun kardeşi, hânedanı, çoluk-çocuğu mes’ul olamaz". Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle asayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak haricî tecavüze karşı kullanılabilir. Manevî cihadın en büyük şartı da, vazife-i ilahiyyeye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükel-lefiz. Haricî tecavüzlere karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde menvî tahribata karşı menevî ihlâs sırrı ile hareket etmektir"( Emirdağ Lâhikası, II, sh. 213-214).

Bedîüzzaman'ı pasiflikle suç¬layanlar, netice itibariyle onu takdir etmek mecburiyetinde kalmışlardır. 28 sene hapishaneden hapishaneye sü-rüldüğü ve defalarca merkezden görevli hâkimler ta¬rafından haksız ithâmlarla yargılandığı halde, bırakınız devlete karşı cephe almayı, kendisini asılsız iddialarla idam talebiyle yargılayan savcıya beddua dahi etmemiştir. Bilindiği gibi, iki çeşit hareket vardır: Birincisi, rüzgarın hareketine benzer, gürültüsü-patırdısı çoktur, ancak müsbet ve faydalı bir neticesi yoktur. İkincisi ise, güneşin hareketidir ve sessiz sedasız gelir ise de, meyve¬leri ve faydaları nihayetsizdir. İşte Bedîüzzaman manevî bir güneş olan islamiyeti temsil ettiğinden, ikinci tarz hareketi tercih etmiştir. Elini kelepçelemeye gelen gü¬venlik görevlisine dahi, kelepçede san’at var deyip ona iman dersi vermeye çalışmıştır. Neticeleri bugün orta¬dadır. Zira imanın karşısında küfrün beli kırılmıştır.

1955 TARİHLİ DİLEKÇESİNDE BUGÜNKÜ HADİSELERİ GÖRDÜ

Doğu ve Güneydoğu meselesinde devlet adamlarına, hem Cumhuriyetin başında Millet Meclisinde irad ettiği nutkunda ve hem de 1955'de Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a gönderdiği mektupta, çarenin tarihte aranması gerektiğini ve asırlarca bu bölgeleri Osmanlı Devletine bağlayan bağın islam kardeşliği olduğunu, Türklerin İs-lamın kahraman bayraktarı olmaları sebebiyle diğer müs¬lüman milletler tarafından hürmet gördüğünü ısrarla be¬lirtmiştir. Bir ifadesinde "Sultan Selim'e biat etmişim, onun ittihad-ı İslam'daki fikrini kabul ettim. Zira o, şark vilâyetlerini ikaz etti, onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamandaki şarklılardır" diyerek İdris-i Bitlisî tarafından bütün Doğunun kendi istek ve arzularıyla Osmanlı Devletine itaat ettiğini ve bu itaat halinin tam 341 sene isyansız devam ettiğini ifadeye çalışmıştır. II. Meşrutiyet'ten sonra isyan eden bazı şarktaki aşiret reis¬lerine de, Cemal Kutay'ın ifadesiyle asrımızın İdris-i Bitlisî'si olarak şu tarihî dersi vermiştir: "600 seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve ma’rifetinden istifade edeceğiz ve asâletimizi de göstereceğiz. Elhâsıl Türkler bizim aklımız, biz onların kuvvetiyiz; hep beraber iyi bir insan oluruz". 28. 4. 1955 tarihli dilekçesiyle de, sanki bugün doğuda meydana gelen hadiseleri görürce¬sine, tedbir alınmazsa ileride devleti çok büyük tehlike¬lerin beklediğini ve bu tehlikeleri önlemenin tek çaresi¬nin islam kardeşliğine sarılıp asırlarca bu bölge insan-larını Osmanlı ordularında gönüllü bölükler haline geti¬ren ve Osmanlı Devletine itaati ibâdet telakki ettiren ruhu ihyâ etmek olduğunu açıkça ihtar etmiştir. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivş, NO: 030-63-43-339-6).

Bediüzzaman’ın nasıl bir vatanperver olduğuna dair Eşref Edib Bey’in naklettiği şu sözleri bütün vatan evladının duyması gerekir:

-İstanbul seyahatinden muzdarib olup olmadığını sordum.

“Bana ızdırab veren, dedi, yalnız İslâm'ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hâriçten gelirdi; onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cem'iyetin bünyesi buna dayanamaz, çünki düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cem'iyetin basiret gözü böyle körleşirse, iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selâmette olsa!

-Yüzbinlerce imanlı talebeleriniz size âtî için ümid ve teselli vermiyor mu?

-Evet, büsbütün ümidsiz değilim... Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan garb cem'iyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müdhiş sâri illete karşı, İslâm cem'iyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cem'iyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaîmi teksif etmiş bulunuyorum.

Netice olarak, birbirine benzeyen ağaçları yekdiğerinden ayıran meyveleridir. Yirmisekiz sene hapis hayatı çilesini çektikten ve seksen sene dopdolu bir ha¬yat yaşadıktan sonra, bundan 58 sene evvel ebediyyete intikal eden Bedîüzzaman ağacının meyveleri ortadadır. Rahmetli Osman Yüksel'in tabiriyle "Şimdi Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hür¬metle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nursi ve talebeleri".

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
18 Yorum