Bediüzzaman zulmün kaynağı ile mücadele ediyor

29. Emirdağ Müzakeresinden Notlar

Emirdağ Lahikalarından ikincisinin mektubları Risale Akademi’de müzakere edilmeye devam ediyor. Bu hafta Eyüp Ekmekçi Ağabey’’in de katılması müzakereye ayrı bir heyecan kattı. Müzakere edilen mektubların bazılarının ana umdelerini paylaşıyorum:

100. mektub s.168- 170[i]

Bu mektub Bağdat’ta çıkan “Eddifa” gazetesi muharriri İsa Abdülkadir’in makalesinin tercümesidir. Yazar bu makalesinde Nur Talebeleri ile İhvan-ı Müslimîn’in farklarını kaleme almıştır.

  • Nur Talebeleri dinin kutsiyetini muhafaza için siyaset ile iştigal etmiyorlar siyasetten kaçıyorlar. Mecbur olsalar siyaseti dine alet ediyorlar.
  • Nur talebeleri Üstadlarından ders almak için aynı mekanda olmaya ve Üstadlarını görmeye mecbur hissetmiyorlar. Onlar için koca bir memleket bir dersane hükmünde ve her bir risale bir Said hükmündedir. Okunması için de Risaleleri ücretsiz veriyorlar intişarına çalışıyorlar.

İhvan-ı Müslimîn ise umimî merkezlerde mürşit ve reisleri ile görüşmek ve emir ve dersler almak için ziyaretine giderler. Şubelerde de üstadlarının vekilleri ile görüşerek ders ve emirler alırlar. Ceride ve mecellelerini fiyatını verip alıyorlar.

  • Nur talebeleri ilmî muhabere vasıtası ile büyük bir vilayet bir medrese hükmünde olarak, görüşmeden ve birbirlerini tanımadan birbirine ders veriyor ve beraber ders okuyorlar. İhvan-ı Müslimîn ise memleketleri ve vaziyetleri iktizasıyla mecelleleri ve kitapları çıkarıyorlar, aktar-ı âleme neşrediyorlar, onunla birbirini tanıyıp ders alıyorlar.
  • Nur Talebelerinin meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından bilad-ı İslamiyede hükümetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar, kendilerini mecbur bilmiyorlar. İhvan-ı Müslimîn ise hükümetlerden ruhsat ve icazet almaya muhtaçtırlar çünkü siyasete temasları ve cemiyet şeklinde toplanmaları söz konusudur.
  • Yediden yetmişe her yaştan ve hamaldan vekile her sınıftan Nur Talebeleri vardır. İlim, irfan ve hakâik-i imaniyenin neşrinden başka bir gayeleri yoktur. Kemiyete de ehemmiyet vermiyorlar, hakiki ihlası taşıyan bir adamı yüz adama tercih ediyorlar. İhvan-ı Müslimîn de ulûm-u İslamiye ve marifet-i İslamiye ve hakâik-i imaniyeye temessük etmek için insanları teşvik ediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasiyle, ziyadeleşmeğe ve kemiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarları arıyorlar.
  • Hakiki ihlaslı Nurcular maddi menfaate ehemmiyet vermiyorlar bir kısmı azami iktisat ile ve fakirlikleriyle beraber halklardan istiğna ile yaşıyorlar. Neşrettikleri hakikatlere bir şüphe gelmemesi için, ehl-i dalalete mağlub olmamak için, kutsî hizmetlerini İlahî Rıza’dan başka hiçbir şeye alet etmemek için bir cihette içtimai hayatın faidelerinden çekiniyorlar…

İhvan-ı Müslimîn ise; onlar da hakikaten maksat itibariyle aynı mahiyette oldukları halde, mekan ve mevzu ve bazı esbab sebebiyle Nur Talebeleri gibi dünyayı terk edemiyorlar. Azami fedakarlığa kendilerini mecbur bilmiyorlar.

83. Mektub s.114-120

Bu mektub uzun bir tevhid dersidir. Önemli bazı ukdeleri:

  • Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam “Mirac-ı Ekber” ile bütün hayat sahiplerinin hayat hediyelerini kendi ruh ayinesinde Cenab-ı Hakk’a arz etmiştir
  • Toprak, hava, su ve nur unsurları her birimizin hususi dünyamızın dört unsurudur ve biz bu unsurların Allah’a aidiyetini namazımızdaki teşehhüdde okuduğumuz “Mirac-ı Ekber”in kelimâtı ile Rabbimize sunarız
  • Ezelden ebede kadar bütün zihayatın hayat hediyeleri Vacib-ül Vücuda hastır. Bunun kelimeler ile ifadesi “Ettehiyyatü lillah”tır.
  • Hayat arşı olan su unsuru bütün bereketlere menşe’ kılınmıştır ki “el mübarakat-ü lillah” demek: “Maşallah berekallah dediren, tebrike şayan ne var ise Zât-ı Zülcelal’in kudretine mahsustur” demektir.  
  • Es-salavatü lillah’ın manası: bütün dua ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar Halık-ı Küll-i Şey’e mahsustur demektir
  • Et-tayyibatü lillah demek bu manaya gelir ki; bütün güzel sözler, güzel manalar, harika güzel cemaller ve bütün kainatın yüzünde cemalleri görünen ezelî Esma-ül Hüsna’nın cilveleri ve başta enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i imanın imanlarından neş’et eden güzel sözler, hamdler, şükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler   اِلَيْهِ يَصْعَدُ ا لْكَلَمِ ا لطَّيِّبُ sırrı ile arş-ı âzam tarafına giden o kelimât-ı tayyibeleri ve dünyanın üç adet yüzünden gayet güzel olan Esma-i İlahiyye’ye âyinelik eden birinci yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler ve dünyanın ahiret tarlası olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar, hayırlar ve manevi meyveler ve güzellikler, tamamiyle ezel-ebed sultanı Kadîr-i Zülcelal’e mahsustur.”
  • Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam tahiyyat, mübarekât, salavat ve tayyibatı Alemlerin Rabbine arzından sonra Alemlerin Rabbinin kendine olan selamını (Esselamu aleyke ya eyyühennebiyyü) kendinden evvelki emsallerine ve ümmetine ve mahlukata tamim etmekle, onların hepsinin sebeb-i vücudu olduğunu da göstermiştir. Ümmet, her namazda bu selamı demek ile hem O’na (asm) biat, hem memuriyetini kabul hem getirdiği fermanlara itaatini tecdid hem de O’nun Risaletini tebrik etmektedir.
  • Ümmet arasındaki selamlaşma işte bu büyük hakikatlerin şuaıdır[ii].

106. mektub s.172-175

  • Bediüzzaman, Risale-i Nur ile alakalı her şeye en yüksek derecede duyarlıdır. Pakistan’daki bir mecmuada Risale-i Nur’a dair çıkan yazıyı takip eder, değerlendirir ve lahikaya girecek mektubunda ona yer verir.
  • “Essıddık” mecmuası Pakistan’da neşredilen bir mecmuadır ve Uhuvvet Risalesi’ni yayımlamış, bu risaleden medihle bahsetmiştir. Bu ehemmiyetli Risale “bütün müminler ancak kardeştirler” ayetine bir davetname olarak vasfedilmiştir bu mecmuada. Mektubun nihayetinde Bediüzzaman “Şimdi ehl-i siyaset mâdem müsalemet-i umumiyeyi ve ittihad-ı milleti istiyor; çabuk, Pakistan’ın dahi ehemmiyetle nazara alıp ve “Essıddık” mecmuasında neşrettiği risalenin intişarına müsaade etsin” diyor.
  • Zulme uğramış bir kişi elbette gerekli yerlere şekvada bulunur ve istida verir
  • Bütün maddi tahribata karşı alınacak tedbir manevi tamirdir. Maddi olarak önünün alınması mümkün değildir. Geçici tedbirler ile azaltılır belki ama manevi tamir cihetine gidilmedikçe anarşi gibi maddi tahribatın önüne geçilemez. Akıl, iz’an, vicdan, tahkiki iman ile ancak anarşinin ve her türlü tahribatın önü alınabilir.
  • Bugün tamir adına uygulanan metotlar Üstadımızın metotları ile uyuşmuyor. Netice de alınamıyor. Bediüzzaman tahkiki imandan gelen nur ile akıl ve kalbleri tahkim edip vicdanları harekete geçiriyor. Umum tqhribatın önü de ancak bununla alınabilir.
  • Bu mektublar süfyanı deşifre eden ve onun oyunlarını ve bugüne dek gelen yöntemlerini geçersiz kılan mektublardır. Bu memlekette yaşamak neticesinde süfyanî tarzdan tamamen uzak olduğumuzu söyleyemesek de bu mektubların rehberliği ile üzerimizdeki menfi etkileri en aza indirebiliriz.
  • Şahısların birbiri ile ittihad etmeleri değil Risale-i Nur’un fikriyâtı etrafında ittihad etmek asıldır.
  • Bediüzzaman kendine zulmeden şahısları muhatap almıyor. Onları ciddiye bile almıyor. Zulmün kaynağı ile mücadele ediyor.
  • Hakikatin yanına ikinci bir şey koymak hakikate hürmetsizliktir. Hakikat olsun bir de dünya saltanatı olsun veya dünyaya müteallik arzularımız olsun diyemeyiz. Hakikati tek başına merkeze almazsak hakikate hakkıyla hizmet edemeyiz.
  • Bediüzzaman “ruhen yaşayan Medreset-üz-Zehra’yı cismen bina ediniz” diyor. Manen var yeter demiyor. Manası olmayan ruhsuz veya Medreset-üz-Zehra’nın ruhunu taşımayacak yapılanmalar da istemiyor. O ruh bir bina olmaksızın da hizmet eder. Fakat binalar maddi imkanlar o ruh olmadan Risale-i Nur ile kastedilen gayeye hizmet edemezler.
  • Din ilimleri ile beşerî ilimleri nasıl mezc edeceğiz? Bunun derdini çekmemiz gerekiyor. Evlatlarımız hala dinsizlik aşılayan müfredatlara maruz kalıyorlar.
  •  Risale-i Nur, makbul bir sadakadır. Makbul sadaka belaları bertaraf eder. Maddi ve manevi tehlikelerden muhafaza eder.
  • Ötekileştiren ve bölüp parçalayan indirgemeci veya genellemeci sözler (falancalar böyledir..gibi) fonksiyonel değildir. “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenemez” İlahî fermanına da zıttır. Müsbet manada olsa da geçerliliğ yoktur. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın yolunu takip etmeyen, O’nun (asm) soyundan dahî olsa hakiki âl-i Beyt’ten sayılamayacağı gibi bir ferdin sülalesi, kabilesi, ailesi iyi veya kötü olsa o adam için medar-ı iftihar veya medar-ı mesuliyet olamaz. Hakiki adalet bunu iktiza eder.
  • Hamiyetperver, hürriyetperver ve hakperest bir insanla iş yapmak kolaydır ve keyiflidir. Bu vasıfları taşımayan insanlar ise, dini yaşamakta çok hassas bile olsalar beraber iş yapmak müşküldür.
  • Şefkat, tefekkür, adalet ve vicdanın hâkimiyeti çok müşkülleri halleder. Bu gün toplumda bunlar hâkim olmakla çözülemeyecek bir sorun var mıdır?
  • Gizli, ifsatçı, anarşi hesabına çalışan komiteler, bahane ve desiseler üretir ve bunları yayarlar…

 


[i] Mektub numaraları erisale tasnifine, Kitap sahife numaraları Envar Neşriyat’a göredir. (İstabul – 2008)

[ii] Altıncı Şua’da bu konu detaylı işlenmiştir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.