Necmettin TURİNAY

Necmettin TURİNAY

Bediüzzaman ve sanat

Necip Fazıl benim için bir fırsat oldu. Oradan hareketle bu haftaki yazılarımı sanat’a, filme ve kitaba ayırmak istiyorum. Çünkü son zamanlarda önemli birtakım kitaplar yayınlanıyor, izlenmesi gereken filmler ve tiyatrolar ortaya çıkıyor.

Bunlardan ilki, Vakit gazetesinin değerli yazarlarından Yavuz Bahadıroğlu’nun (1945) eserinden, aynı adla tiyatroya aktarılan bir çalışma: Barla’da Diriliş!.. Geçen yıl sahnelenen oyunun ikinci sezonu dolayısıyla, Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde galası da yapılmıştı. Geçen yıl oyunu izleme fırsatı bulamayan okuyucularımızın bu sezonu kaçırmamalarını özellikle hatırlatırım.

Barla’da Diriliş’te, adından da anlaşılacağı üzere, Bediüzzaman Hazretleri’nin Barla yılları anlatılıyor. Barla üstadın mecburi ikâmete tabi tutulduğu bir nevi sürgün yeri!.. Eğridir Gölü’ne tepelerden bakan, yukarıları ise ormanlarla kaplı bir kasaba!.. Üstad uzun süre burada kalıyor ve yeni Said döneminin en önemli eserleri bu topraklarda doğuyor. Belki Kur’an dışında yanında hiçbir eser yok!.. Yani sırf hafızası, muhakemesi ve içinde bulunduğu tabiatten yola çıkarak yazıyor. Dolayısıyla Barla, Bediüzzaman hazretleri için, bir nevi Hz. Yusuf’un kuyusu gibi bir yer. Medrese-i Yusufiye tabiri hapishaneler için geçerli olsa bile, Barla’yı da bundan ayrı düşünmemek gerekir.

Barla her ne kadar bir sürgün ve hapis yeri olsa bile, aynı zamanda da bir imtihan yeri!.. Orada Üstad tarihî bir mahrumiyeti büyük bir nimete dönüştürüyor ve o nimetin peşi sıra da sayısız eserler birbiri peşi sıra sökün ediyor. Barla aynı zamanda Üstad için, büyük kalbî inşirahlar dönemidir. İşte bu durumu nazarı itibara alan Bediüzzaman, eski dönemi ile bu dönemini ikiye ayırıyor ve yeni dönemi için “Yeni Sait” ifadesini kullanıyor. Belki yeni Sait dönemini biraz daha gerilere çekmek de mümkündür. Erek dağında (Van) geçirdiği zamanlara, ya da Rusya dönüşü Yuşa Tepesi’ndeki inzivasına kadar!..

Fakat bunları, bu münbit hayatı bütünüyle benim özetlemem ne mümkün? Siz bu satırların yerine aynı mevzuyu, Yavuz Beyin romancı kaleminden okusanız daha iyi değil mi? Çünkü orada bir sanatkâr kalemi ile karşılaşacak, aynı zamanda da bu mevzuya ilişkin yüksek bir vukufla tanışma imkânı bulacaksınız. Burası kuşkusuz işin birinci basamağı. Dolayısıyla yetmez!.. Onun için, 1979’lardan bu yana sayısız romana imza atmış Yavuz beyi ve Barla’da Diriliş’i okumak, fakat bunun da ötesinde, ilgili romanın sahnelenmiş şeklini de izlemek gerekecek.

Konu Yavuz Bahadıroğlu’ndan ve Bediüzzaman’dan açılmışken, aynı mevzuya devam zarureti kendiliğinden hasıl oluyor. Çünkü yarın İstanbul’da, gene Bediüzzaman’la ilgili bir başka film gösterime giriyor. Onun da adı Allah’ın Sadık Kulu/Barla!..

Koordinatörlüğünü Hidayet Karaca’nın, yönetmenliğini Esin Orhan’ın, senaryo yazarlığını da üçlü bir grubun üstlendiği filmi doğrusu ben de merak ediyorum.
Sebebi de şu: Bediüzzaman’ı anlama ve anlatma noktasında, Barla döneminin nasıl yorumlandığına ilişkin. Yani Yavuz Bahadıroğlu’nun yorumu ile, Allah’ın Sadık Kulu/Barla filminin bakış açılarını tesbit bakımından!.. Daha da önemlisi, üstada yönelik şiddet ve baskıyı somutlaştırmak için mi kullanılıyor bu imkân? Yoksa bunun da ötesinde veya bununla beraber üstadda şahidi olduğumuz kalbî inşirahların anlatımı temeline mi oturuyor? Kuşkusuz her iki yoldan da iyi filmler yapılabilir. Fakat ikinci yol asıldır benim için!.. İşin velâyet tarafı, bir kalbin sürgün ve şiddet şartlarını aşan inşirahları yani!.. Bir tarafta sistemin icra ettiği şenâatler, öbür yanda da onlarla mukayese edilmeyecek mevkibeler, lütfu ilâhiler, kalp genişlemeleri veya açılmaları!..

Dediğim gibi her iki yoldan da güzel filmler çıkarılabilir. Ayrıca her iki yol da denenmelidir. Fakat ikinci yol asıl olmalıdır. Çünkü asıl Bediüzzaman orada yatmaktadır. buradaki sır şudur: Biz dönemin antidemokratik, baskıcı şartlarını tezahür ettirmek için, Bediüzzaman’ın hayatını bir vesileye mi dönüştürüyoruz? Yoksa ondaki yüksek kalp inşirahlarını ifade için, vâki baskıyı bir imkân olarak mı kullanıyoruz?

Kuşkusuz bunların her ikisi de farklı, bakış açıları gerektirir. Hangisini esas alırsak alalım, bu bakışlar bir filmi güzel ve başarılı kılmaya gene de yetmeyebilir. Çünkü orada yönetmenin sanatı, ihata kabiliyeti devreye girecektir ki bu hepsinden ziyade önem kazanır. Ayrıca bir film, romandan farklı bir şeydir. Roman tek kişinin icadı ve başarısı olurken, film ve tiyatro gibi sanatlar, farklı farklı iradelerin, bakış açılarının tevhidi esasına dayanır. Bu koordinasyonun zorluğunu da ancak erbabı bilir.

Haliyle filmi henüz seyretmiş değilim. Yarın perdelerini açacak daha. Fakat geçen yıl Mehmet Tanrısever’in çektiği Hür Adam’ın ardından gelen bu denemeleri, şimdiden önemsemek de gerekiyor. Ayrıca Tanrısever’in filminin ardından yaşanan şanssızlıklar, ilgili tiyatro ve film için vukubulmaz inşallah!.. Çünkü Tanrısever’in filmi gösterime başlamış, haklı bir ilgiyi de celbetmişken, ne oldu biliyor musunuz? Bütün basın, Muhteşem Yüzyıl dizisinin peşine takıldı gitti!.. Bizim cenah da, kendi malının tanıtım ve pazarlamasına engel teşkil edecek derecelerde, Muhteşem Yüzyıl’la yatıp kalkmasın mı?

Dolasıysa kendi ürettiğimiz bir sanatı izlemek, tanımak, tanıtmak ve daha mühimi de gölgelememek mecburiyetindeyiz. Ayrıca da aleyhte bile olsa, başkasının ürettiği bir ürünle, bu derecede meşgul olmanın bir manası bulunabilir mi?

Her ne ise, ilgili eserleri izlediğim bir vakitte onları ayrıca yazmak, tahlil etmek isterim.

Yeniakit

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.