Kastamonu’da neler oldu?

Kastamonu 
 
Kastamonu Anadolu’nun ilim ve maneviyat şehri olarak şöhret bulmuştur.Bu şehrin bu ülkenin manevi atlasındaki yerini bozmayı kurulan yeni düzenin bir gereği olarak gören bir sınıf insan, kurulan yeni düzenin kültür ve yaşayış düzenini tesis etmek için bazı icraatlarını oradan başlatmışlar. Hedef yıkılmış olan Osmanlı imparatorluğunun kültür ve o kültürü ve dini temsil eden şahıslarını da bir vesileyle yeni düzenin dışına itmektir. Bulunan bahaneler, bir serpuşu insanları tasfiye etmekte kullanmalarıdır. Bir çok meşayih, alim; müderris bu bahane ile şehidan sınıfında öteye göçmüşlerdir. Bediüzzaman bu büyük zulümlerin işlendiği memlekete 1936‘da gider, onun hakkında düşünülen de o idamlıklara reva gördükleri tutumdan farklı değildir. 
 
Bütün bu zulümlere karşı semavi tokatlar gelmiş, Kastamonu vilayetinin cevvinde ve havasında semayı kızartmış, yangın suretini vermiştir. Semavat bile yapılan işe  tutumunu ortaya koymuş kızgın bir babanın yüz hatları ile icraatlara karşı memnuniyetsizliğini belirtmiştir. Bediüzzaman’ın tarihte büyük olaylara yön değiştiren tutumları yeni dönemin yöneticilerini vehim hastası yapmıştır, onu öldürmek için bir karakolun merdiven altına kapatıp üstünü de alman kilidi ile kitlemişlerdir. Ama batsın diye yıkılan bir din ve kültür ve onları savunan insanların imhasına karşı  kader hükmünü vermiş, olay onların tam tersi bir şekilde  tezahür etmiştir. Bir gün ceberut bir reise “senin yaptığın bütün tahribatı tamir edeceğim“ demiş. Kastamonu’da da aynı tahribat yapılmış ama Bediüzzaman o tahribatı tamir etmiştir.
 
Lise ve Üniversite 
 
Kastamonu’da lise talebeleri Bediüzzaman’ın yanına gelir bu geliş Nur hizmetinin yeni bir boyutudur ve şu soruyu sorarlar. “Bize Halıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar.“ Bediüzzaman, “Sizin okudğunuz  fenlerden her fen kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip , Halık’ın tanıttırıyor. Muallimleri değil onları dinleyiniz” der. Bu cümle Bediüzzaman’ın Allah’a açılan kapı ve pencereleri olan ilimlerin Allah’tan koparılmış dünyasını açma çabasıdır. Risale-i Nur’un ilimler ve Allah konusundaki yorumlarının teorisidir. Risale-i Nur’da seksenden fazla ilim ile Allah arasındaki pencereleri açan Bediüzzaman’dır. Onun pencere ve bab yani kapı kelimelerini eserlerinde kullanması bu bilimlerin kapılarıdır. Onları açmak suretiyle mütemadiyen Allah’tan bahseden ilimleri yeni bir yorum düzeni ile topluma açmasıdır.
 
Kastamonu Lisesinde öğrenci olan bir nur talebesi daha sonra üniversiteye gitmiştir. Onu anar Bediüzzaman. Bu da o şehirde hizmetin yeni bir gelişmesidir. ”Kastamonu lisesini  kısben bir cihette şereflendiren  ve şimdi darülfünunu  nurlandırmaya çalışan mektepli Mustafa.“
 
Şehirdeki hizmetin boyutları 
 
Kastamonu vilayeti onun ve hizmetinin nazarında önemlidir. “Hadsiz şükür ediyorum ki Kastamonu vilayeti benim arzumu tam yerine getirdi, müteaddid kahramanları imdadımıza gönderdi.” Ama orada çok şiddetli zulümlere maruzdur. ”Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı  Eskişehir’de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, ta hiddetimden ve işkencelerine karşı “artık yeter“ dememden bir bahane bulup zalimane tecavüzlerine bir sebep göstererek yabanlarını gizlesinler. Ben harika bir ihsan-ı ilahi olarak şakirane sabrediyorum ve etmeye de karar verdim.“
 
Kastamonu’da hanımların hizmetleri de Üstadı memnun eder. “Kastamonu’nun Zehra’ları, Hacer’leri, Lütfiyeleri, Ulviye’leri, Necmiyeleri başka bir sahada hanımlar aleminde Nur hizmetinde Feyziye arkadaşlık ediyorlar. Nurun hizmeti için buraya kadar gelen kıymetli hemşiremiz Zehra’nın Medreset üz Zehra’nın kağıt masrafına iki yüz lira vermesi hanımlar kısmında da Hüsrevler, Feyziler, Ahmetler bulunduğunu gösteriyor.“
 
O bölgedeki hizmetlerin önemli bir meyvesi de Mustafa Sungur’dur. “Nurun küçük 
kahramanlarından muallim Mustafa Sungur, hem Eflani, hem Safranbolu, hem Kastamonu, hem İnebolu, hem Daday, hem Araç kardeşlerimizin namına bayram tebriki için yanıma geldi. Biz onu küçük Said olarak hem size hem o kardeşlerimize maddi ve manevi bayramlarını tebrik için gönderdik.“
 
Kastamonu’daki hizmetin bir boyutu da Safranbolu’dur. ”Safranbolu havalisi hakikaten Mustafalar ve Ahmet Fuat ve Hıfzı ve Rahmi gibi harika sadakat ve alakadarlıkla Kastamonu’daki sekiz sene bizim Nur hizmetimizin akim kalmadığını ve Safranbolu’da parlak bir medrese-i Nuriye olacağını  maddeten isbat ediyorlar.“
Oradan Karabük’e de geçmiştir. “Mustafa Osman’ın mektubunda iki saat yakınındaki Karabük fabrikalar şehrinde bulunan yüzer genç ve işçilerle Nurlar fütuhat yapacağını  bildirmekle ehemmiyetli bir müjde telakki ediyoruz.”
 
Emirdağ’a gittiğinde de Kastamonu’yu sürekli anar ordaki kardeşleri zikreder. “Kastamonu‘da sekiz sene mübarek mahdumu ve merhum refikasıyla Resile-i Nur’a fevkalade bir sadakatla çalışan ve kalemiyle Risale-i Nur’a çok hizmet eden ve çokları Nur dairesine getiren ve hapishanede kendi gibi kahramanlardan olan Sadık Bey’e hem istirahatime, hem Nur şakirtlerinin tesanüdüne ehemmiyetli hizmet eden Feyzi ve Emin, İhsan ve Ahmetler gibi has kardeşlerimize...” selamlar eder. 
 
Kastamonu‘da gördüğü zulmün ilahi hiddete neden olduğunu anlatır. “Kastamonu civarı  kalesi Risale-i Nur’un matemini tutmuş gibi ağlamış ve zelzeleyle sıtma tutmuş.“
 
Bediüzzaman Kastamonu şakirdlerine kıyamete kadar  minnettar olduğunu söyler.
Kastamonu Lahikası‘nın muhtevası anlatılır.
 
Müzakere-i ilmiye
 
Bediüzzaman Kastamonu dershanesini açtıktan sonra oranın müdavimleri ile birlikte eserlerin neşri ve teksiri için çalışırlar. Şehir Isparta gibi bir matbaaya dönüşür, civar kasaba ve vilayetlere dağıtım yapılır. Orada yapılan bir iş de ilmi müzakerelerdir. Anlatır: ”Gençlikte eski talebelerimle geçirdiğim kıymettar müzakere-i ilmiyeyi daha parlak bir surette gösterdiler.“ Yani sadece okumak değil ilmi müzakereler yapmak öğretinin bölümlerinden biridir.
 
Korku 
 
Bediüzzaman‘ın Van’dan alınıp Burdur’a sürgün olarak gönderilmesinden sonra ölümüne kadar bir tek adama bu kadar zulüm, tarassut, hapis ve mahkemelerle muamele edilmesi, karşı tarafın ondan ciddi olarak hatta paranoya derecesinde korktuğunu gösterir. Bir küçük evde gireni çıkanı üçü beşi geçmeyen insanları siyaset, laiklik, idareye karışmak gibi vehmi şeylerle itham etmişlerdir. Bu korkulara cevap verir. “İşte, ey müdde-i umumî ve mahkeme âzâları, elli seneden beri bende olan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz. Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. Yirmi beş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm “Hasbünallahüvenimelvekil” olarak sizin beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: 
Ben, Risale-i Nurun keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum, belki terhis edilip Nur ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey gizli düşmanlarımız ve dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferitle mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım, onlara demiştim.”
 
Ülkeyi idare edenleri de bilmez, tanımaz. Çünkü o kafasında ülkenin büyük eserler telif tarihine ilave edeceği eserleri vermektir, ötesi gereksiz endişelerdir. Kastamonu bu büyük eserle kıyamete kadar övünecek ve bütün dünyayı etkileyecektir. Aslolan bu telifattır.
"Ben ve bana yakın ve benimle görüşen dostlarımı işhad ve kasemle temin ederim ki bu on seneden ziyadedir ki, iki reis ve bir mebustan ve Kastamonu Valisinden başka, hükûmetin erkânını, vükelâsını, kumandanlarını, memurlarını, mebuslarını kimler olduğunu kat’î bilmiyorum ve bilmeyi de merak etmemişim. Yalnız bir sene evvel bir iki zat benimle alâkadarlık göstermelerinden, beş altı erkânını bildim. Acaba hiç imkânı var mı ki, bir adam mübareze ettiği adamları tanımasın ve bilmeyi merak etmesin ve Isparta’da müddeiumumînin suallerine ve Denizli ve Afyon mahkemelerine karşı dediğim ayn-ı hakikat küçük bir müdafaanın hülâsasıdır. Şöyle ki: 
 
"Onlara dedim: Ben, on sekiz, yirmi senedir münzevî yaşıyorum. Hem Kastamonu’da sekiz senedir karakol karşısında ve sair yerlerde dahi yirmi senedir daima tarassut ve nezaret altında kaç defa menzilimi taharri ettikleri halde, dünya ile, siyasetle hiçbir tereşşuh, hiçbir emâre görülmedi. Eğer bir karışık halim olsaydı, oranın adliye ve zabıtası bilmedi veya bildi aldırmadı ise, elbette benden ziyade onlar mesuldürler. Eğer yoksa, bütün dünyada kendi âhireti ile meşgul olan münzevîlere ilişilmediği halde, neden bana lüzumsuz, vatan ve millet zararına bu derece ilişiyorsunuz? 
 
"Biz Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur’u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyasetten şiddetle men etmiş. 
Evet, Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı imanî olan hakikatlerle gayet kat’î ve en mütemerrid zındık filozofları dahi imana getiren kuvvetli bürhanlarlaKur’ân’a hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur’u hiçbir şeye âlet edemeyiz. 
Evvelâ: Kur’ân’ın elmas gibi hakikatlerini, ehl-i gaflet nazarında bir propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymettar hakikatlere ihanet etmemektir”
 
Zulüm
 
Bediüzzaman’ın Kastamonu hayatı tam bir trajik sinema olacak kadar çok boyutludur.
Bediüzzaman Kastamonu‘da büyük zulümlere maruz kalır. Üç yıl muharebe dahi edemez, altı yılın sonunda bir derece serbesti verilir yine de tarassut bizmez, talebeleri de aynı şekilde muamele görür. "Kastamonu havalisinde ehl-i dalalet  Risale-i Nur’un intişarına set çekmek için has talebelerin ve ciddi çalışanların şevklerini kırmak ve onlara fütur vermek  için ayrı ayrı tarzlarda umumi bir plan dahilinde taarruz ediliyor." (Kastamonu 152)
 
Menzili basılır birkaç kere: “Malûm olsun ki, Kastamonu’da üç defa menzilimi taharri etmek için gelen iki müddeiumumî ve iki taharri komiserine ve üçüncüde polis müdürüne ve altı yedi komiser ve polisler bulunmuştur. Hatta bu baskınlardan birinde durumunu anlatır. Ramazan-ı Şeriften bir gün evvel gizli zındık  düşmanlarım tarafından verildiğine kuvvetli ihtimal verdiğimiz  doktorun tasdikiyle bir zehirin  hastalığıyla hararetim kırk dereceden geçmeye başlamış iken  Kastamonu’da  adliye müdde-i umumileri  ve taharri komiserleri  menzilimi taharri etmeye geldiler.“
 
Denizli hapsinin nedeni de Isparta ve Kastamonu merkez olarak sair vilayetlerde intişarı ve böylece din muhabbetinin gittikçe tezayüd  etmesidir.
 
Mektuplar
 
Denizli hapsi zamanına kadar orada ikamete memur edilmiş, bu müddet zarfında Nur Müellifi İsparta’daki talebeleri ile daimi muhabere ederek Nurların hatt-ı Kur’an’la yazılıp  çoğalması neşri ve inkışafı ve eski yazı bilmeyen gençlerin istifadesi için de Risale-i Nur külliyatından bazı bahislerin daktilo ile çoğaltılması hususunda şedid alaka göstermiş ve Risale-i Nur’un mahiyeti, kıymeti, deruhte ettiği kudsi vazife-i imaniyesi ve mazhariyeti hem talebelerinin tarz-ı hizmetleri, mütecaviz dinsizler karşısında sebat ve metanetleri ve ehl-i islamın birbiri ile muamelatında takip edecekleri ihlaslı hareketleri gibi dahili ve harici birçok meselelere temas  etmiştir. Bu itibarla Kastamonu Lahika mektupları bilhassa  yazdığı zaman itibariyle de büyük ehemmiyet kesbeden  bir devrin mahsülü olması  birçok içtimai meseleleri ve külli imani bir nazar-ı hakikatla mütalaa mülahaza ve küllileşmesi gibi cihetlerle büyük kıymeti haizdir.
 
Telifat ve Ayet'ül Kübra 
 
Bediüzzaman Kastamonu’da Ayet ül Kübra isimli eserini yazmıştır. Eserin Arapça öğrenmeye de vesile olacağını anlatır. ”Arabi bilmeyenler Ayetül Kübra‘nın mertebelerini  güzelce anlasalar bu arabi parça tam anlaşılır. Arabi bilmeyen birkaç defa ikisine baksa tam anlayacak.“ (Emirdağ 83)
 
Hatta Bediüzzaman Ayet'ül Kübra’yı şefaatçi yaparak Emirdağ’daki yangının söndürülmesi için Allah’a dua eder. Kastamonu’da yazılan Münacaat ve Ayet'ül Kübra, Tahiyyat Risalesi, Ayet-i Hasbiye Bediüzzaman'ın önemli eserlerindendir. Bunların özellikleri ve Risale-i Nur’a katkıları ayrı bir meseledir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum