Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Bediüzzaman ve Medresetüzzehra-3

Bediüzzaman’ın bu düşüncesinin, Şark insanı üzerinde oyun oynamak, çeşitli tezgâhlara alet etmek ve onları sömürmek isteyen insanlara karşı da bir panzehir ve bir kalkan vazifesi göreceği şüphesizdi. Abdürrahim Zapsu’nun Ehl-i Sünnet Dergisinin 102. sayısında Eylül 1951 yılında yayınlanan ‘’Van Üniversitesi’’ başlıklı makalesinde bu konuyla ilgili çok ilginç bazı hatıralar bulunmaktadır:

“1929 senesinde Midyat’ta Mal Müdürü idim. O zaman Irak ile aramızda bir tahdid-i hudut komisyonu kurulmuş ve başına o zamanki Hakkari Valisi Tevfik adında birisi tayin olmuştu. Bu zat Midyat’a geldi. Midyat Kaymakamı Necip, Alay Kumandanı Miralay Tevfik Bey’le beraber kendisini karşıladık. Ve askeri mahfele misafir ettik. Sohbet sırasında Miralay Tevfik Bey, kendisine şöyle bir sual sordu:

‘’Bu muhit halkı çok zeki, çok ahlaklı, çok sadık, fedakâr ve cesurdur. Bunlara niçin hakiki mektepler açmıyor da, oyalayıcı siyasetle körletiyoruz. Bu suali işiten Vali ve Komisyon Reisi bana dönerek: Mal Müdürü Bey, nerelisiniz, dedi. Ben de cevaben Üskidarlıyım dedim. Ondan sonra bu feci beyanatta bulundu:

‘’Kumandanım: biz ne kadar fenalıklar görmüş isek, iki kelimeyi bir araya getiren bu memleket halkından gördük. Onları okutup başımıza bela mı edeceğiz? Onları cahil bırakıp mallarından istifadeye çalışacağız’’ Bu söz karşısında dondum kaldım. İki arkadaş da hayret içinde kaldı.’’(3)

Bediüzzaman’ın bu projesi ile ilgili olarak Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil’in de görüşlerini nakletmekte yarar vardır. Said Şamil, Bediüzzaman’ı, ‘’müsbet ilimlerin medaris-i şer’iyede tedris lüzumunu bir müçtehid edasıyla ortaya koyanların en alaka çekeni’’ olarak tarif ettikten sonra şu görüşleri ifade ediyordu:

‘’Medrese ehli, mekteplileri dış görünüşe ait meselelerden dolayı iman zaafı ile suçluyor, mektepliler ise onları fünun-u cedideden bihaber olduklarından cahil sayıyor. Fikirlerdeki ve metotlardaki bu ayrılık İslam topluluğunda ahlakiyatı sarsmış ve medeni terakkiden onları geri bırakmıştır. Bunun ıslahı için yegâne çare, medeni mekteplere dini bilgileri koymak, medreselerde de eski Yunan felsefesi yerine müsbet ilimler okumaktır. ‘’(4)

Resmi destekli, özel statülü bir yüksek okul olarak düşünülen ve ihtiyaç halinde birçok doğu vilayetinde şubelerinin açılmasının çok büyük yararlar sağlayacağını düşündüğü bu proje, o zamanın olağanüstü şartları içerisinde ne yazık ki gerçekleşemedi. Bediüzzaman, bu çabasından ve niyetinden asla vazgeçmedi. Vefat edinceye kadar yetkililerle olan temaslarında bu konuyu hep gündemde tutmaya devam etti.

1951 yılında Demokrat Parti hükümeti tarafından doğuda bir üniversite açılması için girişimde bulunulduğu bir sırada bu duruma çok sevinen Bediüzzaman’ın heyecan ve sevinci lahikalara yansımış ve bunu talebeleri ile paylaşmıştır:’’ Evvela: Kırk seneden beri takip ettiğim ve Sultan Reşad’ın yirmi bin altın ve eski müstebitler hükümetinin Millet Meclisinde 163 meb’usun imzasıyla 150 bin banknoto, küşadı için tahsisat verdikleri; hem alem-i İslamın, hem Şarkın, hem bu milletin en mühim bir işi olan Van vilayetinde Camiü’l Ezher gibi bir İslam Darülfünunu ve büyük üniversitesi olan Medresetüzehra’nın yapılması lüzumunu yeni hükümetin reisi de anlamış ki, büyük memleket işleri içinde sizlere müjde olarak gönderdiğim aşağıdaki haberi vermiş. Fiilen yapılmasa dahi bu mananın anlaşılması büyük bir fa’l-i hayırdır.’’

‘’İşte, Meclis’te Reis-i Cumhur büyük işler sırasında, ehemmiyetli nutkunda bu gelen fıkrayı söylemiş. Van havalisine Doğu Üniversitesi’nin kurulması için Maarif Vekaleti’nin tetkikatına giriştiğini söyleyen Celal Bayar demiştir ki:’’ Doğu vilayetlerimizden olan Van’da böyle bir irfan müessesesinin kurulması için bütün müşkülat iktiham (karşı durmak) olunmalı ve önümüzdeki bütçe yılında işe başlanmalıdır’’ demiştir. Demek, Tarihçe-i Hayatı takdim eden genç üniversiteliler bir derece Nur risalelerinin kıymetini Reise ihsas etmişler.’’

‘’Saniyen: Reis-i Cumhur’un bu çok ehemmiyetli fıkrası Risale-i Nur’un bu memlekette ve bu vatana ettiği ve edeceği çok kıymettar hizmetlerinin anlaşıldığına bir emaredir. Ve nurcuların bütün çektikleri zahmet ve Nurun müsadereleri bu büyük neticeye vesile olması cihetiyle şekva değil, şükretmelidir.’’(5)

Yine Demokrat Parti hükümetinin Şark Üniversitesi ile ilgili çalışmalarını dikkatle takip eden Bediüzzaman, Bakanlar Kurulu’na ve Maarif Bakanı Tevfik İleriye bir mektup yazarak, bu kıymettar hizmetlerini tebrik etmiştir: ’’Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için vilayet-i Şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruhu canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetüzzehra namında Şark Üniversitesine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o meselede geri kaldı.’’

‘’Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslami darülfünunu tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki:’’Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslam’ın merkezi hükmündedir.’’

‘’O vakit bana vaat ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istila edildi. Ben de dedim ki: ’’Öyleyse 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz.’’ Kabul ettiler.’’
‘’Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumi çıktı. Tekrar geri kaldı.’’
‘’Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliye’ye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: ’’Bütün hayatımda bu darülfununu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilave ediniz.’’ Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler.’’
…….
‘’Şimdi ben zehir hastalığıyla ziyade rahatsız vaziyette ve çok ihtiyarlık sebebiyle elli beş senelik bir gaye-i hayatımı görüp takip etmekten mahrum kaldığım gibi, Ankara’ya gidip şark terakkiyatının anahtarı olan bu müesseseye çalışanları ruh-u canımla tebrik etmekten dahi mahrum kalıyorum.’’

‘’Yalnız, otuz beş sene evvel Ebuzziya Matbaasında tab’edilen Münazarat ve Saykalü’l İslamiye namındaki eserim, elbette Maarif Vekilinin nazarından kaçmamış. Benim bedelime o eser konuşsun. Ben hayatımdan ümidim kesilmiş gibiyim. Fakat o azim üniversitenin temelleri ve esasatı ve manevi bir programı ve muazzam bir tedrisatı nev’inden, Risale-i Nur’un yüz elli risalesini kendime tevkil ediyorum. Bu vatan ve milletin istikbalinin fedakâr genç üniversite talebelerine ve maarif dairesine arz edip bu meselede muvaffakiyete mazhar olan Tevfik İleri’nin bu biçare Said’e bedel Risale-i Nur’a himayetkarane sahip çıkmasını rahmet-i İlahiye’den niyaz ediyorum.’’(6)
(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.