Bedîüzzaman ve ilim-1

İnsan, hiçbir şey bilmezken, ruhunda muazzam bir bilgi kapasitesiyle dünyaya gönderilir.  Öncelikle, çevresini ve eşyayı tanımak için çaba sarf eder.  Kelime ve cümle jimnastiği yaparak zamanla sistemli bir çalışma sonucunda pek çok ilimlere ulaşmış olur. Görünen ve görünmeyen âlemleri keşfe koyulur. Akıl ve kalp yoluyla bir takım sırları çözmeye çalışır.

Mensubu olmakla iftihar ettiğimiz İslâmiyetin ilme oldukça önem atfetmesi, Kur’ândaki ilk emrin “OKU” komutuyla başlaması oldukça düşündürücüdür.

Kur’ân-ı Kerîmde pek çok yerde ilme, bilgiye ve âlime vurgu yapılır. Nümûne olarak sadece şu iki âyet üzerinde düşünmek bile kâfîdir: “Allah’tan ancak âlim kulları korkar.”(1);“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (2)

İnsanın âdeta ebedî âlemlere açılan oldukça geniş bir kapasitesi ve fıtratına yüklenmiş bilgi verileri ve kayıt merkezleri vardır. Kişiyi bilgi dünyasıyla buluşturan  bu kapasitesinin gelişimi İnsana, ilim, hikmet ve ma’rifet pencerelerinin açılmasında yol gösterir.

Cenab-ı Hak, en başta ilimle ilgili mesajını Peygamberimize (asm.), aynı zamanda bir kitab-ı ilim olan Kur’ânında verir: “De ki: Ya Rabbi, ilmimi arttır.”(3) 

Bu ders, Peygamberimizin şahsında bütün ümmete verilmiştir. O’nun ümmeti, dünyayı da, âhireti de istemesi durumunda ilme sarılmalıdır. Günümüzün deyimiyle “Bilgi toplumu” olmak zorundadır.

 

Bütün Peygamberlerin yolu ilim ve hikmet yoludur. Nitekim Hz. Musa (as) gibi büyük bir peygamber : “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.”(4) diyerek ilme sarılmıştır.

Bilginin, ilmin zıddı cehâlettir. Tıpkı ışıkla karanlık gibi… Birisi yoksa, diğeri vardır. Cehâletin en koyusu ise,  kâinat kitabını okumaktan mahrumiyettir. Bu kitabın yer yüzü gibi bir sayfası, insan ise tüm kâinatın özeti, özü sıfatıyla o sayfadaki bir noktadır. Bu kitabı, sayfayı ve noktayı okuyamayan insan, bilgin de olsa Allah’ı tanıyamaz.

 

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, eserlerinde insana bütün kâinat kitabını satır satır, cümle cümle, nokta nokta okutarak, bilgi kapasitesini tefekkür, hikmet ve ma’rifet çiçekleriyle süslemekte, ilgi, algı ve hayranlık duygularını kamçılamaktadır.

ÖNCE İLİM

İlim en üstün amel, ilmi araştırma ise en büyük cihad olarak vasıflandırılmıştır. İlimden ayrı kalmak da manen ölmek şeklinde tarif ediliyor.

“Amellerin hangisi daha üstündür?” şeklindeki bir suale, Resûlullah Efendimiz (asm) şu cevabı verir: “Allah’ın isim ve sıfatlarını bildiren ilim her şeyden üstündür.”


Suali soran kişi: “Ey Allah’ın yüce peygamberi, biz ilmin faziletini sormadık, emellerin en üstününü sorduk. Siz ise ilim diye cevap verdiniz” deyince, Peygamberimiz (asm) şöyle devam etti: “Allah’ı bildiren ilimle birlikte olan amel, ne kadar az olursa olsun insana fayda verir. Allah’ı tanımadan işlenmiş ameller ise insana fayda sağlamaz”(5)

 

İnsanı; bu dünyaya gönderilen mütefennin, araştırmacı ve gözetleyici bir seyyah olarak tanımlayan Bediüzzaman, Allah’a imanın ve ibadetin ilimden geçtiğini vurgular. Ayetü’l Kübra Risalesinin başında Allah’a imanın ve marifetullahın (Allah’ı tanımanın) insanın yaradılış gayesi olduğu belirtererek şöyle der:

“Evet, fıtraten (yaradılış itibariyle) daimi bir hayat ve ebedi yaşamak isteyen ve hadsiz emelleri ve nihayetsiz elemleri bulunan biçare insana, elbette o hayat-ı ebediyenin üssü’l-esası (temeli) ve anahtarı olan iman-ı billah ve marifetullah ve vesilelerinden başka olan şeyler ve kemalatlar, o insana nisbeten aşağıdadır. Belki çoğunun kıymetleri yoktur. ”(6)

 

Daha küçük yaşlarda ve gençliğinde dinî ilimler (kur’ân ilimleri) ile Allah namına okunan ve Esmâ-i Hüsnânın birer tecellisi olan, aynı zamanda İlâhî sanatı kavramaya yardımcı olan fen ilimlerini en ince detaylarına kadar kavramış ve tüm hayatını ilme adamıştır.

 

Tevhîdin hakikatını ders vermiş, tahkîkî imanı kazandıran eserleriyle bütün dünyada tanınır, bilinir hale gelmiştir.

 

Bütün mesaisini hakikat ilmine adamış, at sırtında, kırlarda, hatta zindanlarda bile meşguliyetini hep ilimden yana kullanmıştır. Böyle bir ilmi meşguliyetin, kâinattaki bütün meselelerden daha üstün ve ulvi bir vazife olduğunu hep vurgulamıştır.

İlim üzerine araştırmalar yaparak insanlığın faydasına olan hakikatlerin neşrine çalışmak veya vesile olmak, en kutsal görevdir. Büyük sahâbî  Hz. Muaz bin Cebel (ra)’ın şu sözü oldukça anlamlıdır: “İlmi araştırma yapmak en büyük cihaddır”(7)  

 

(Devam edecek)

 

Dipnotlar:

1-     Fâtır sûresi, 35/28.

2-     Zümer Sûresi, 39/9.

3-     Taha Sûresi, 20/114.

4-     Bakara, 2/67.

5-     Hüccetulllah İmam Gazali, İhyâü Ulûmi’d-Dîn, 1:92.

6-     Nursî, Bediüzzaman, Ayetü’l Kübra, s,10.

7-     A.g.y, Hüccetulllah İmam Gazalî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn,1:117.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum