Bediüzzaman ve Bin Ladin

Bin Ladin’in öldürülmesinden veya tasfiye edilmesinden sonra kimi çevreler Bediüzzaman ile Bin Ladin arasında karşılaştırma ve kıyaslamalar yaptılar. Aş Şarku’l Avsat’ın ‘katil katledildi’ mealindeki manşetinin doğrultusunda ‘kılıç çekti, kılıcıyla öldü’ şeklinde değerlendirmeler yapanlar oldu.  Elbette bunlar toptan mesnetsiz değil. Lakin yine de kimi Suudlu ve Iraklıların ‘o bir Amerikan imalatıydı ve onu yine Amerikalılar ortadan kaldırdı’ şeklinde değerlendirmeleri çok şık değil. Hakikat biraz daha karmaşık.

Bölgedeki devletlerin kuruluş serencamını hepimiz biliyoruz. Ayıp aramaya kalktığınızda sağlam kalabilecek hiçbir yapı ve taraf yoktur. Lakin kimileri meşruiyetini Bin Ladin’in adem-i meşruiyeti üzerinden sağlamaya çalışıyor.  ABD’nin, Kaide’ye atfettiği ‘küresel cihat doktrini’ üzerinden İslam dünyasına küresel nizamat vermek ve yapılandırmak istemesi gibi.  Bin Ladin spekülatif bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimileri bu alanda avlanıyorlar ve manipülasyon yürütüyorlar. Dolayısıyla bu manipülasyon alanında hakikatin hakkını vermek sanıldığı kadar kolay değil.  Kurgu alanında sağlam durmak ve sağlam kalmak maharet ister. Lakin birileri Ladin’i şeytanileştirerek kendisini temize çıkarmaya ve masum göstermeye yelteniyor. Dolayısıyla Ladin üzerinden değil fikirleri üzerinden kıyaslamalar yapmak daha sağlıklı olur. 11 Eylül dahil onun eylem olarak ne yapıp yapmadığını tam olarak bilmiyoruz. En azından şüpheler var. Zan üzerinden de hüküm verilmez.   

Bu karşılaştırmalara cevap olarak şunu söylemek mümkündür:  Bediüzzaman davet adamı Bin Ladin de eylem adamı idi. Bu itibarla farklılar.  Geriye doğru gittiğimizde yöntem olarak Bediüzzaman’ı Muhammed Abduh’la,  Bin Ladin’i Cemaleddin Afgani ile karşılaştırmak mümkündür.  Birisi fikre diğeri harekete yakın ve yatkındır.  Bin Ladin iki Said’den Said-i Piran’a daha çok benzemektedir.  Yöntemleri ayrı idi. Birisi alttan diğeri de üstten dönüştürmeye çalışıyordu. Birinin aracı kalem diğerinin aracı kılıç/silah olmuştur. İkisi de hayatları boyunca tarassut altında kalmıştır. Bediüzzaman da Bin Ladin de zoraki sürgünlerde yaşamıştır. Kimilerine göre her ikisinin cenazesi de denize atılmıştır (Bediüzzaman’la ilgili şahitler bunu yalanlıyor).

Bediüzzaman davet ile, yapıları ve kurumları birbirinden ayırmıştır. Kurumların görevi yönetmek, davetin görevi yönlendirmektir.  Kurumlar üst yapı davet ise altyapıdır.  Davetin hayatın her alanını kuşatacağını öngörmüş ve dolayısıyla daveti bir değişim ve gelişim zemini ve iksiri olarak anlamıştır.  Silah davetin değil, kurumların aracıdır. Silah kurumsal yapıların, değiştirmek için değil hakkı korumak için en son başvuracakları bir çaredir.  Silah ve siyaset dairesi davet dairesinin dışında kurumsal  bir dairedir.  Bu siyasete şaşı bakmak anlamına gelmiyor elbette ki.  Burada sağlıklı icraat için yerini tayin etmek gerekiyor. 

Siyaseti yönetmemiş, yönlendirmiştir. Dolayısıyla davet üzerinden hayatı yeniden kuşatmak için hayatını vakfetmiştir. Ama bu kurumlar anlamında bir kuşatma değildir.  Burada davetin içine öncelikle iman ve irşat hizmetler  girmektedir. Bediüzzaman manevi cihadı temel ve fiziki cihadı bir türev olarak görmüş ve göstermiştir. Bediüzzaman temel alandan yani manevi irşat ve davet alanından ve bu anlamda tecdit zemininden hareket ederken Bin Ladin kurumsal bir alandan ve fıkhi alandan hareket etmiştir.  Seferberlik hali üzerinden durumdan vazife çıkarmıştır. Halbuki, Osmanlı ile birlikte meşru kurumsal yapı çöktüğünden hareket noktası daha geniş zemin olmuştur.

Bediüzzaman da sömürgeciliğin Ortadoğu’ya baykuş gibi taht kurduğu bir sırada yaşamış ve İslam aleminin birer ikişer sömürgecilik boyunduruğundan kurtulacaklarını ve özgürlüklerini alacaklarını öngörmüş ve akabinde bir araya geleceklerini ve müşterek bir yapı kuracaklarına inanmış ve müjdelemiştir. Elbette ahirzaman uzun bir dönemdir ve televvün hali ve renklenme hali yaşamaktadır. Bu renklenme halinde İslam ülkeleri bağımsızlıklarını kazanmışlar lakin bu sefer de iktidarı müstebit idarelere kaptırmışlar ve ülke içinde meşverete ve şuraya dayalı bir sistemi ikame edemedikleri gibi Müslüman ülkeler arasında da birlik ve beraberlik ruhunu geliştirememiş ve canlandıramamışlardır.  Elbette ki yapılandıramamışlardır. Fırsat bekleyen yabancı güçler de petrol ve İsrail’in güvenliği gibi konulardan dolayı bölgeye yeniden adım atmışlar ve bu da Bin Ladin gibi kimi eylemcileri harekete geçirmiştir.  Bin Ladin, Afganistan’da Ruslar’a karşı savaştıktan sonra Amerikalıların Kuveyt üzerinden bölgeye yerleşmelerini kırmızı çizgi olarak görmüş ve bir taraftan işgalcilere karşı tavır alırken diğer taraftan da onlara sığınan yerel yönetimleri de hedef almıştır.

Bediüzzaman ahirzamanla ilgili konularda ve anlayışta esas üzerinden yürürken Bin Ladin türev üzerinden yürümüştür. Bediüzzaman, Mehdi-Deccal ayrımı üzerinden giderken Bin Ladin iki fustat (çadır ve kamp) ayrımı ve anlayışı üzerinden yürümüştür. Burada, kamp üzerinden veya adam üzerinden hakikat anlaşılmıştır. Halbuki, tersi doğrudur;  insanlar ve kampları hak üzerinden yani ilke ve prensip üzerinden tanınacaktır. Bediüzzaman ayrıca davayı Bin Ladin gibi silaha indirgememiştir.  Elbette daha geniş düşünmüş ve daha geniş dairede hareket etmiştir.

Bu anlamda, manevi mücadele alanı olarak iki grubu hedef almıştır. Bunlardan birisi Deccal ve akımıdır. Buna Deccalizm de diyoruz. Diğeri de bu boyuttan bağlantısız olmayan zındıka cereyanıdır.  Bin Ladin’in en önemli özelliklerinden birisi cihadı genel olarak silaha hasretmesidir. İkinci olarak da, dünyayı iki fustata yani çadıra ve kutba ayırmasıdır. Vela ve bera anlayışı üzerinden dünyayı kutuplaştırmaya çalışmıştır. Lakin hem içyapının yeteri kadar kuvvetli olmayışından ve hem de düşmanın kavi ve talihin zebun olmasından dolayı inkisarlar yaşamıştır. Yine kılıç kesmez onu tutan el keser noktasına gelinmiştir. Yani maddi alemi yönlendiren manevi alemdir. Bununla birlikte, kılıcı tutan elin ve yüreğin sağlamlığı kadar kılıcın da keskinliği denklemin unutulmaması gereken bir parçasıdır. Bin Ladin belki de yöntem olarak tek kanatla uçmak istemiş lakin bu mukadder olmamıştır. Esasında Afganistan’da Rusları kovan mücahitlerin sonrasında birbirlerine düşmeleri de iç bünyenin sağlam olması gerektiğini hatırlatan unsurlardan birisidir.

Elbette manevi yaralar maddi devalar ile tedavi edilemez. Manevi hastalığın devası da manevidir.  İslam aleminin hastalığı da daha ziyade manevidir ve bu yönü iyi tedavi edilmediğinde fiziki bünyesini de düzeltmesi mümkün değildir. Bediüzzaman altyapı eksikliğini görmüş ve bunu tamir ve tahkim etmeye çalışmıştır. Bediüzzaman sert çatışma yerine geçişli olan ve alanında yumuşak gücü temsil eden manevi irşadı esas almış ve ikame etmiştir.  Kılıç dönüştürmez manevi değerler dönüştürür. Kılıcın dönüştürdükleri ise rüzgar önündeki kum tepeleri gibidir.  Başka bir kılıç da alır onu başka noktalara savurur. Bununla birlikte basit mukayeselerden ve ucuz karalamalardan kaçınmamız lazımdır. Keşke hem daha fazla bilsek hem daha fazla ihtiyatlı olabilsek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum