Bediüzzaman sıradan Müslümanları Kur’an’la düşünür hale getiriyor

Bediüzzaman sıradan Müslümanları Kur’an’la düşünür hale getiriyor

​Metin Karabaşoğlu ile yapılan röportaj serisinin dokuzuncu bölümü…

Risale Haber-Haber Merkezi

Röportaj: Şener Boztaş (Alternatif Bakış-TV 111)

NUR TALEBELERİNİN EVLERİNE KAMERA MI KOYDUNUZ EY İNSAFSIZLAR?

Başka bir konu başlığımız Nur Talebelerinin Kur’an’la ilişkisi, “Nur Talebeleri Kur’an okumazlar. Haşa Risale-i Nur’u Kur’an’ın yerine koyarlar” gibi bizim de söylemekten hicap ettiğimiz mevzular

Bunun söylenmesi bile utanç verici. Hemen araya gireyim Nur Talebeleri için Fethullahçılar gibi Nur Talebelerinin evlerine kamera mı koydunuz ey insafsızlar? Kamera koydunuz da 24 saatlerini gözetlediniz ve bundan böyle bir sonuç mu çıkardınız? Bir kere bu utanç verici bir şey, rezil bir şey. Ağızlarda sakız gibi bazılarının o kadar kolay dolaştırdığı iftira ki bu.

RİSALE OKUYOR OLMAM BENİ “KUR’AN OKUMAN LAZIM” DÜŞÜNCESİNE TAŞIDI

Ben kendi hayatım en başta ifade etmiş olayım. Hayatımda dönüm noktasıdır ve unutmuyorum. 15 yaşındayım 22 Mayıs 1979. İlk defa bir risale sohbetinde bulundum ilk defa risale okudum. Ertesi sabah, sabah namazından başlayarak elhamdülillah bu güne kadar Allah bütün ömrümüzü öyle daim etsin, beş vakit namaza başladım. Ve o hemen ikinci gün işte risale okuyorum ama her sayfasında ayetler var. Fakat ben onları okuyamıyorum. Çünkü Kur’an harflerini bilmiyorum.

NAMAZA BAŞLAMAM, KUR’AN OKUMAYI ÖĞRENMEM VE OKUMAYA BAŞLAMAM BEDİÜZZAMAN’IN ESERİ RİSALE-İ NUR SAYESİNDE

Dolayısıyla risale okuyor olmam beni “Kur’an okuman lazım” düşüncesine taşıdı. Çünkü burada Rabbinin ayetlerinden aldığı dersi söylüyor bir Müslüman alim. Dolayısıyla o ayetleri sen okuyamıyorsun. Çünkü Kur’an harfleriyle okumayı, Arapçayı okumayı bilmiyorsun, diye mahallemizin camisinin imamından rica ettim. Gün içinde Allah razı olsun böyle hızlı bir ders vererek okullar kapanmışken uzun vakit de ayırarak elhamdülillah altıncı gün kendisiyle birlikte Fatiha sonra elif lam mim diyerek Kur’an okumaya da başladım.

Namaza başlamam, Kur’an okumayı öğrenmem ve Kur’an okumaya başlamam Bediüzzaman’ın eseri Risale-i Nur sayesinde. Sonrasında yaş ilerliyor 15-16-17. Bu defa 20’li yaşlarda şunu gördüm. Özelde de bir grup arkadaş İşaratü’l-İcaz okuması yapmıştık müzakereli bir şekilde. Ki İşaratü’l-İcaz malum Bediüzzaman’ın klasik tefsir usulü içerisinde yazdığı bir şaheserdir. Çok geç olsa da ama nihayet Diyanet tarafından da basıldı bütün ümmete daha rahat ulaşmasını temin edecek şekilde.

İşaratü’l-İcaz okurken oradan aldığımız derslerin de sevkiyle veya Risalenin genelindeki ayetlere muhatabiyet ve Kur’an’ın kelimeleriyle düşünmek, Kur’an’ın öğrettiği muhakemeyi alabildiğince kendisi için ders ve örnek almak. Bu manada belli bir Risale-i Nur bize kazandırdı ki 20’li yaşların ortasına geldiğimde Risaleyi okumaya başlamakla birlikte başladığım Kur’an kıraatlerim içerisinde bu defa okuduğum belli sureler, belli ayetler üzerine “burada şöyle bir mana da anlaşılabilir mi acaba” diye bu defa kıraatla okumanın ötesinde ayetlerin manaları üzerine düşünmeyi de Risale-i Nur’un bana öğrettiğini fark ettim.

BEDİÜZZAMAN SIRADAN MÜSLÜMANLARI KUR’AN’LA DÜŞÜNÜR HALE GETİRİYOR

Ben İzmir’in Tire ilçesinde doğmuş büyümüş bir çocuğum. Medrese görmedim. İmam hatip okumadım. Dışardan İslami ilimler eğitimi almadım. İlahiyat fakültesine de gitmedim. Tamamen seküler eğitimden geçmiş Egeli bir çocuk, Risale-i Nur okumaya başladıktan sonra Kur’an’ın önce kıraatini öğreniyor sonra Kur’an’ın kelimeleri, kavramlarıyla düşünmeyi öğreniyor. Sonra okurken Kur’an ayetleri üzerine, Kur’an kıssaları üzerine düşünmeyi ve kendine ders çıkarmayı öğreniyor.

Şimdi beş kitabım var “Kur’an Okumaları” başlığını taşıyan. Örnek olarak söylüyorum. Kendi hayatım adına Rabbime şükrediyorum. Vakıa süresi üzerine düşündürdükleri için. Peki, ben medrese görmemiş, ilahiyat görmemiş, tefsir görmemiş, mstır, doktora yapmamış biri olarak buna karşılık şunu söyleyebilirim gönül rahatlığıyla tefsir hocaları tefsir bölüm başkanları buyursunlar Kur’an Okumaları’na baksınlar. Misal Vakıa süresi ne düşündürüyor bana, nasıl, neler anlamışım, oradan kendi dünyamda, bununla ilgili ona baksınlar. Ondan sonra şunu demiyoruz. Biz işin ehline ihtisasına hürmet ederiz. Biz haşa müfessir filan değiliz. Biz sıradan Müslümanlar olarak Rabbimizin kelamını anlama çabası içerisinde. Ama Bediüzzaman ne yapıyor şu eserinde ortaya koyduğu metotla bizim gibi sıradan Müslümanları Kur’an’ı okumanın ötesinde Kur’an’la düşünür, Kur’an’ı anlama çabası içerisinde olur hale getiriyor. Ve bunu bazıları benim gibi yazabiliyorlar.

Bence misal sırf Risale-i Nur’la Kur’an üzerine düşünmeyi öğrenen bir kişi Vakıa süresinde bunları yazmış. Doğru mu, yanlış mı? Burada bir değer var mı yok mu? Buna baksalar, o zaman “Nurcular Kur’an okumuyorlar veya Risale-i Nur onları Kur’an’dan alıkoyuyor” sözü doğru mudur yanlış mıdır herhalde elini vicdanına koyan kişi bunu söyler.

“YOK, SENİN RİSALE OKUMAKLA ALAKAN YOKTUR” ŞAŞKINLIĞI

Bu noktada şöyle bir tecrübem de olmuştu. Yıllar önce bir televizyon programına konuk olmuştum sonra orada bir isim de vardı. Risale-i Nur’a karşı muarız, Nur Talebelerini Kur’an’dan uzaklıkla itham etme noktasında freni kopmuş hale gelen isimlerden biri o gün program için bekleniyor. Bu kişi yeni bir kitap yazmış herkese takdim ediyor. Bir baktım Risale-i Nur aleyhine adeta Üstadı şirkle itham etmeye kalkışacak kadar vicdansız bir şey. Kur’an’a adeta Nur Talebelerinin kafasına vurmaya çalışan bir şey. Müslümana karşı onu tekfir etmek için kurulan böyle bir muhteva içeren bir şey gördüm. Ve dedim ki “hocam siz burada böyle, böyle diyorsunuz. En başta benim hayatım.”

“Ha ben dedi sizi tanıyorum sizin Kur’an Okumaları çalışmalarınız var. Çok takdir ediyorum” filan dedi. Sonra kitabı görünce bir baktım. “Hocam siz böyle diyorsunuz, burada Kur’an okumaları yapabilmişsem ben bunu Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’u sayesinde yapabilmişim. Siz burada Risale-i Nur’a saldırıyorsunuz. Nasıl izah edeceksiniz bunu?” dedim. “Yok, senin Risale okumakla alakan yoktur” dedi. Paradigması çöktü ya çöktürmeyecek yine.

KENDİ ANLADIĞINA “İNDİRİLMİŞ DİN”, BAŞKASININ ANLADIĞINA “UYDURULMUŞ DİN” DİYEN İNSANLAR ÇIKIYOR

Genelde de şuradan hareketle bu söyleniyor. Bir Nur Talebesi bir mevzuu müzakere edilirken, konuşurken genelde referansını Risale-i Nur’a ve Bediüzzaman’a veriyor. Bu rahatsız edici bir unsur olarak ileri sürülüyor. Niye Allah böyle buyuruyor demiyorsun da Bediüzzaman diyor ki diyorsun şeklinde bir şey var.

Şimdi bir derece kadar doğru olabilir, haklı olabilir. Diğer taraftan şu da olabilir. “Allah böyle diyor” sözünü İŞID de diyor. Anlatabildim mi? Bence en doğrusu Allah’ın kitabından anladığıma göre demek. Bu senin çıkardığın manadır. “Allah’ın hükmü budur” dememek lazım. Mesela kendi anladığına “indirilmiş din” diyen başkasının anladığına “uydurulmuş din” diyen insanlar çıkıyor karşımıza.

Bu nerden çıkıyor? “Allah’ın buyurduğuna göre” söylemi kendi anladığını Allah’ın buyurduğu diye tanımlamaktan çıkıyor. Burada usulü terk edip kendi anladığını Kur’an’ın hükmü diye konuşmak mı daha doğru yoksa hani bir mürşide dayanarak bir şey anlama çabasını, kendi haddini ve yeteneğinin sınırlarını belirterek bu şekil ifade etmek mi doğru?

Şimdi bunu söylerken ben Risaleden böyle anlıyorum derken Kur’an dışı bir şey mi söylüyor? Faraza Kur’an dışı bir şey söyledi. Göster uyar onu. Şimdi bir Nur Talebesi “evet burada Üstadımız şurada izah ettiği üzere” filan diye konuşurken Risale-i Nur’u, Kur’an’ın önüne geçirmek anlamında mı söylüyor? Bunu nereden çıkabilir bir insan?

KUR’AN VE SÜNNETTİR ZATEN RİSALE-İ NUR’UN MUALLİMİ

Belki şu söylenebilir. Bütün risaleler ayetle başlar. Büyük çoğunluğunda bazen bir hadis vardır. Kur’an ve sünnettir zaten Risale-i Nur’un muallimi. Tartışılmaz bir şekilde bütün alimlerimizin hepsi için söz konusu olduğu gibi. Şu şekilde takdim edilmesini ben daha uygun görürüm diğer taraftan. “Kur’an’ın şu ayetinden veya şu sureden Üstadımızın aldığı şöyle bir ders var” diye ifade edildiğinde Risale-i Nur daha şeffaf bir şekilde Kur’an’dan aldığı ders daha net bir şekilde vurgulanır şekilde takdim edilmiş olur. Nur Talebelerinin burada böyle bir takdim diline kendilerini alıştırmaları gerektiğini düşünürüm. Daha doğrusunun bu olduğunu düşünürüm. Çünkü aslı budur zaten.

Açmışım 24. Sözü. 1. Dalda şöyle söylüyor. “Bediüzzaman böyle söylüyor” demem mi doğru? “Taha suresinin 8. ayetinden Bediüzzaman şöyle bir ders çıkarmış” demem mi daha doğru? Haşir Risalesi’ni açmışım “Bediüzzaman böyle söylüyor” demem mi doğru? “Bediüzzaman, Rum suresi 50. ayetinden aldığı dersle şöyle söylüyor” diye takdim etmem mi daha doğru? Elbette ki ikincisi daha doğru. Çünkü o Bediüzzaman kendi karihasından konuşmuyor. Bediüzzaman Kur’an’a talebe olmuş, her mümin için gerekli olduğu gibi.

Veya Bediüzzaman’ın yorumuna göre diye

Evet. Bu gerekir. Bu başka herkes için gerekir. Bediüzzaman bunu söyler zaten. Mesela “İmam Şafi şöyle demiş” diye takdim edildiğinde mi insanların dünyasına daha tesiri olur? “Kur’an’dan, Kur’an’ın şu ayetinden, suresinden veya Efendimiz aleyhissalatü vesselamın şu hadisinden aldığı çıkardığı hükümle İmam Şafi şöyle demiş” dediğimizde mi daha fazla tesir eder? Bunu Sünuhat’ta Bediüzzaman söylüyor zaten. Kendimizi buna alıştıralım. Ama bunun karşılığı “Risale-i Nur’a göre, Üstadımızın söylediğine göre demeyin kardeşim” “Kur’an’a göre Allah’ın dediğine göre” deyin değildir. Hiç kimse Allah adına konuşma, tek başına yetkisine sahip değil. Ancak Allah’ın Resulü böyle konuşabilir. Onun dışında hepimiz, idrakimizin tek başına Kur’an-ı Hakim’deki murad-ı İlahîyi anlamaya yetmediğinin idrakiyle tevazu içerir bir dille konuşmalıyız. Bir kayıt düşerek konuşma durumundayız.

Başkalarına “uydurulmuş din” yükleyip kendi dediğine Allah’ın kitabında dediğine göre diye kendi anladığını o kaydı düşmeden anladığı ayetin muradının tam da birebir karşılığıymış gibi konuşmak ve bu şekilde başka akıllar, başka iradeler üzerine ipotek koymak. Hayır, bu daha büyük yanlış.

İSLAM TARİHİNDE MEAL GELENEĞİ YOKTUR TEFSİR GELENEĞİ VARDIR

Peki, herhangi bir vatandaş bir mümin doğrudan Kur’an’ı okuyarak anlayamaz mı?

Mealcilik diye büyük bir felaket var karşımızda. Kur’an’ı okumak değil mealinden. Ki meal merhum Elmalı meali deniliyor. Elmalı meali yazmamış tefsir yazmış. Tefsir usulünde nedir? Önce kısa bir izahını yapıyorsun işte meal dediğimiz. Ondan sonra daha detaylı izahını yapıyorsunuz. Alıp bu ayrı bir meal haline getirilmiş ki Elmalı merhum Allah ondan ebeden razı olsun. En başında zaten bunları açık açık Kur’an’ın tercümesi mümkün değildir. Bunu izah eder. Mesela tercüme, meal, tefsir tevil bunların manaları aralarındaki ilişki, nüans bunları açıklar. Meal eksiltilmiş anlamdır. Kur’an’ın söylediğinin birebir karşılığını aktarmak mümkün olmadığına göre oradan senin verdiğin mana senin çıkardığın manadır. Veya senin idrakinin ve kelimelerinin ancak verebildiği manadır. “Kur’an’ın dediği tam da budur” diyemezsin. Her zaman meal deyince yani bu birebir karşılığı değildir uyarısı meal kelimesinin manasında sürekli mevcut bunu anlatır.

O yüzden zaten meal geleneği yoktur İslam tarihinde. Tefsir geleneği vardır. Çünkü meal yeterli değil. Senin hem aklın hem kelimelerin Kur’an’ın manasını birebir taşımaya yetmiyor, eksik kalıyor verdiğin mana fakat öbür taraftan sırf bu şekilde sunduğunda o zaman ne oluyor? İnsanlar o eksik manayı Kur’an’ın manası, Kur’an’ın hükmü budur diye anlama riskiyle yüz yüzeler. O yüzden bizim tarihimizde İslami gelenekte meal geleneği değil tefsir geleneği var. Bazıları daha kısa bazıları daha hacimli. Ama neticede tefsir geleneği var.

Mealcilik modern bir olgudur. “Kur’an Okumaları” çalışmaları yazdığımız için. Gençler soruyor. “Ne tavsiye edersiniz meal olarak” diye? “Meal tavsiye etmiyorum tefsir tavsiye ediyorum” diyorum. Bunu da bu vesileyle söyleyeyim. Evet, meal okursunuz ama okurken de mealde şunu bilin. Meal asla yeterli değildir. Hangi meali okursam okuyayım o meali yazan kişinin aklının ve dilinin sınırları içerisinde ben anlama içerisine giriyorum. Burada kalırsam bu beni kısıtlar bu beni daraltır hatta bazen yanıltabilir de. Dolayısıyla bu bir başlangıç noktası olabilir ama daha fazlası için benim daha geniş okumalara yani tefsire müracaat etmem lazım. Bunu bilmeniz gerekir” diyorum.

“Meal veya tefsir okuduk kendimiz oradan bir ders çıkarabiliriz, ahlak çıkarabiliriz. Ama hüküm çıkaramayız” bunu da vurgulayayım. Çünkü hüküm çıkarmak ayrı bir şey. Orada müfessir olmanın ötesinde fakih olman gerekiyor hüküm istimbatında. O da bizim haddimiz değil. Orada haddimizi bilmek kaydıyla her mümin Kur’an’ı anlama noktasında bir yolculuk bir çaba içerisinde olmalı.

ŞERİF MARDİN: RİSALE-İ NUR OKUYAN YÜRÜYEN MEDRESE HALİNE GELİYOR

Risale-i Nur bir muazzam imkân sunduğunu düşünürüm. Enteresan bir şeydir. Şerif Mardin Bediüzzaman Said Nursi Olayı kitabında Bediüzzaman Said Nursi’nin Kemalizm’e karşı nasıl bir cevap ve alternatif oluşturduğunu da vurgularken şunu söyler: “Medreselerin kapatıldığı bir zamanda, İslami öğrenimin geleneksel kanallarının bertaraf edildiği bir zamanda bir kişi bir eser yazıyor ve yazdığı eserle o medrese müktesebatı okuyanın dünyasına taşınıyor. Adeta yürüyen medrese haline geliyor.”

Şerif Mardin bunu görebiliyor da ama bizim Müslüman kardeşlerimiz farklı gruplardan hele ki bir kısım ilahiyatçımız onu göremiyor.

NUR TALEBELERİNE BÖYLE DİYENLERLE HESAP GÜNÜ GÖRÜŞELİM

Risaleden önce mi biz Kur’an okuyorduk Risaleden sonra mı Kur’an okumaya başladık? Risaleden önce ne kadar Kur’an okuyorduk sonra ne kadar okuduk? Benim gibiler hiç okumuyordu, başladı. Belki daha önce şu kadar okuyordu risaleden sonra daha da fazla okumaya başladı. Keza okumanın ötesinde Kur’an’la düşünme, Kur’an’ı anlama çabası içinde olma noktasında gene fark göreceğiz. Bu bir realite zaten. Bunun aksini iddia etmek haşa Kur’an’a perde yaptığınız, Kur’an’a alternatif gibi böyle bir iddia yapanlara ben hakkımı helal etmiyorum. Hiçbir Nur Talebesinin de hakkını helal edeceğini sanmıyorum. Evet, hesap günü görüşelim. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Böyle çirkin böyle alçak bir iftira olamaz bir Nur Talebesine karşı.

BU BENİM DEĞİL BU ÜSTADIMIN MARİFETİDİR

Bunun alçak bir iftira olduğunu söyleyerek şunu da ifade edeyim. Nur Talebelerinin daha da fazlasını yapmaları gerektiğini düşünüyorum. Şimdi örnek olarak bizim mesela beş ciltlik “Kuran Okumaları” içerisinde kıssalara dair atıflar vardır. Ağırlıklı bir şekilde hatta değişik yerlerde mesela Kur’an Okumaları üzerine yazılmış farklı yerlerde yorumlarda da ben bunu görüyorum. Birebir muhatabiyetlerinde de bunu duyuyorum. “Sizin Kur’an Okumaları kitabınızı okuduktan sonra, oradaki kıssa yorumlarınızı gördükten sonra bir kere kıssalara dair farklı ve ince bir yorum yönteminiz var. Ben ondan çok yararlandım. Ve bu benim Kur’an’ı okumada istifademi özellikle kıssalardan istifademin çok olumlu yönde etkiledi” diye.

Ben de diyorum ki “bu benim marifetim değil. Bu Üstadımın marifetidir. Allah Üstadımızdan razı olsun diyorum.” Önümüze iki tane numune koymuş. 1. Lem’a 2. Lem’a. 1. Lem’a’da Yunus aleyhisselam kıssası 2. Lem’a’da Eyyüp aleyhisselamın kıssası. Bu iki Lem’a’yla bize kıssaları anlamada, kıssaları “bugüne de konuşuyor, bize de konuşuyor” diyerek okumada öyle güzel bir yol, yöntem, rehberlik sunmuş ki benim marifetim değil. Üstadımdan Allah razı olsun diyorum.

Üstat bunu öğretiyor mu? Öğretiyor. Nur Talebeleri Kur’an’ı anlamada surelerle birlikte, nazm-ı maani, Üstadın Kur’an’ın mucizeliğinin delilleri içerisinde saydığı en baştaki hususlardandır. Yani Kur’an’daki anlam dizimi. Nasıl ayetlerde, surelerde birbiri ardınca hakikatler nasıl birbirine bağlı şekilde eşsiz bir belagatle sunuluyor. Bunu Üstad nazarımıza dikkatle ve ısrarla çeker. Kıssaları anlamada iki numuneyle bize örnek sunmuş. Nur talebeleri bunu kendi hayatlarında, okumalarında diğer kıssalara doğru daha fazla yaymalıydılar. Keza ayetler, sureleri anlamada önümüze örneklikler koymuş. Bu noktada daha fazla gayret göstermeliydiler.

KUR’AN’LA DÜŞÜNME DENDİĞİNDE NUR TALEBELERİ DAHA FAZLA NUMUNE-İ İMTİSAL OLMALI

Ve dolayısıyla şu olmalıydı. Kur’an’la düşünme dendiğinde Nur Talebeleri daha fazla numune-i imtisal olmalıydılar. “Risale-i Nur Talebeleri Kur’an okumuyor” demek iftiradır. “Risale-i Nur talebeleri Risaleyi Kur’an’ın önüne koyuyorlar” demek çok daha büyük ve alçak bir iftiradır. Ama buna karşılık Risale-i Nur talebeleri Üstadlarının Kur’an’ı anlamada önlerine koyduğu imkandan yeterince faydalanmıyorlar. Daha da fazlasını yapmaları gerekir. Kur’an’ı tefekkür noktasında daha da fazla örneklik sunmaları gerekir, doğrudur. Evet bu önümüzde vazifedir.

25. Sözü alalım, Üstad önümüze koymuş değil mi örnekleriyle Kur’an’dan. Bu bizim üzerimize bir vazife değil mi? Alın işte bir metot icaz noktasında. Peki biz ne kadar bunu yapabildik? Elimizden geldiği kadarıyla bir Üstattan aldığımız dersle anlama yolculuğu yaşadık. Ama isterdim ki Risale-i Nur talebeleri içerisinde onlarcası çıksın. Husussan Kur’an ilimleri noktasında ihtisas kesbetmiş insanlar çıksın. En azından bundan sonra bu olabilmeli.

Bu metodun şerh edilmesi, Üstadın Kur’an’ı anlamada önümüze sunduğu ölçüler İşaratü’l-İcaz’da var. Klasik tefsir usulü de Risale-i Nur’da daha farklı bir hayatın içinde bir metotla var. İcaz noktasında 25. Söz önümüze bir yol haritası koymuş. Bütün bunların Nur Talebeleri tarafından daha fazla çalışılması gerekiyor. Çünkü Bediüzzaman’ın önümüze koyduğu bir diğer vazife nedir? Kur’an’ı hakkıyla tefsiri için şu, şu özelliklerdeki, böyle kişilerden oluşan bir heyet, bir şahsı manevi yapabilir diye bir yol haritası koymuş.

Üstadın Nur Talebeleri üzerindeki o vasiyetinin tahakkuku gerekir. Kur’an’ı anlamadaki vuzuh, derinlik ve hayatın içine taşıma, hayatı biçimlendirecek şekilde okuma tarzının bütün ümmete de aktarılabilmesi için bence Nur Talebeleri daha da fazla çalışmalı. Daha da fazla sorumluluk almalı.

Devam edecek

RÖPORTAJIN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİ

Said Nursi’nin talebesi Zübeyir Gündüzalp, F.Gülen’i defalarca uyardı

Bediüzzaman’ın bu uyarısı dindarların kulağına küpe olmalı

Said Nursi ile F.Gülen’i yan yana anmak alçaklıktır 

Merkeze yerleşmek için Nakşibendilik ve Risale-i Nur’a saldırıyorlar

Bediüzzaman, mehdilikle ilgili ne düşünüyor? 'Ben Mehdiyim' dedi mi?

Said Nursi’de dinlerarası diyalog var mı? Papaya mektup gönderdi mi?

Nur Talebeleri, Said Nursi’den hızlı ve net tepki verme dersini almalı

Said Nursi, F.Gülen’in rüyalarına nasıl tepki verirdi?

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.