Bediüzzaman niçin evlenmedi?

Şu âlem zıtlar ve zatlar âlemidir. Eşler, zevç ve zevceler, dengeler ve kıyaslar âlemidir.

Şu âlem siyah-beyaz, iyi-kötü, çirkin-güzel, kadın-erkek şeklinde yaratılmış. Kötü olmasa iyinin, erkek olmasa kadının kıymeti nasıl anlaşılacak?

Celal ile cemal arasındaki uyumu anlayabilen birisi kemale erer. Rabbimiz celal ve cemali birlikte yaratmış. Cemaliyle nimetleri, celaliyle musibetleri halketmiş. Nimet şükür, musibet sabır ister. Değil mi ki sofrada acı, tatlı, tuzlu, ekşi bir aradadır. Nimet verince iyi de, musibet verince kötü mü? Sofra tatlıdan ibaret olsa ortalık şeker komasından geçilmez mi?

Dünya insan, hayvan ve bitkiden yaratılmış. İnsan 1. , hayvan 2. , bitki 3. hayat mertebesinde. Bitkide cemal, hayvanda celal tecelli etmiş. Bitki dişil, hayvan erildir. İnsan cemal ve celalin tecelli ettiği kemal bir varlık. Ahsen-i takvim üzere yaratılmış. Cemal (bitki) ve celal (hayvan) ile besleniyor.

Rabbimiz bitki, hayvan ve insanı birbirine sevdiriyor. Cemal ve celal, bitki ve hayvan vücudumuzda düğün yapıyor. Vücudumuz bitki ve hayvanın evi oluyor. Evlenip dünyaevine giriyorlar. Dünyaya tekrar geliyorlar. Bitki 3. , hayvan 2. mertebeden 1. hayat mertebesine, insan makamına yükseliyorlar. Gözümüzle görüyorlar, kulağımızla işitiyorlar. Kalpleri kalplerimizde birleşiyor. Birbirlerini ve kâinatı daha çok sever hale geliyorlar.

Erkekler 3. , kadınlar 2. , insan denilen varlık 1. hayat mertebesindedir. Helal bir arzuyla, ebedi hayat arkadaşı aşkı ile erkeğin ve kadının kalbleri birbirine meylettiğinde evlenirler. İnsanlık ortak paydasında birleşirler. 3. ve 2. mertebeden 1. ’sine yükselirler. Birbirlerinin kalblerinde tekrar dünyaya gelirler. Dünyalar onların olur. Birbirlerinin kalplerinden bakarlar cennetmisal dünyaya.

Kadın cemal, erkek celaldir

Âlemde ne varsa âdemde de o vardır. Kadın cemal, erkek celaldir. Kadınlar bitkiler gibi naif ve kırılgan, erkekler hayvanlar gibi sert ve kaba. Gülün yaprakları kadın, dikenleri erkektir. Yaprak ve diken birbirinin örtüsüdür. Kadın erkeğin sertliğini giderir; yenilir, yutulur hale getirir. Kokusundan, renginden ona verir. Erkek de kadını dikenin gülü koruduğu gibi korur. Ademler adamlığa girmesin; herkes yapraklara bakar, dikenleri kim takar. Diken dediğin sadece batar. “Dün bir gül gördüm. O kadar güzel dikenleri vardı ki” diyen kaç kişi gördün? Havvalar da havaya girmesin. O dikenler olmasa yapraklar o kadar narin kalır mıydı? Gonca ve diken ayrı yaşayamaz. Gonca ile diken, kadın ile erkek biriyle kemale erer. Birbirlerine ev olurlar. Evlenirler. Dünyaevine girerler.

İki hidrojen, bir oksijenden, yanıcı ve yakıcı maddelerden serinletici su dünyaya gelir. Cemal ve celalden kemal derecede su tecelli eder. Aşk da böyledir. Yanan cemaldir, yakan celaldir. Birleşince kemal olur. Evlilik kevser havuzlarından bir havuza dönüşür.

Kadın ve erkek devenin yanlarındaki yüklerdir. Dengin bir tarafında kadın, diğerinde erkek vardır. Cemal ile celal eşit olduğunda denge gerçekleşir. Dengini bulan dengesini bulur. Zira davul bile dengi dengine vurur. Değil mi ki en güzel hayat “yengeli-dengeli” olandır.

İnsan cemal ve celalden mürekkep bir varlık. Mona Lisa tablosu gibi bir gözü ağlıyor diğeri gülüyor. Ağlarken birden gülen birisini görsek “ne dengesiz” deyip hafife alırız. Hâlbuki bu denge halidir. Cemal ile celalin birleştiği kemal halidir. Ağlarken kadın erkeği, erkek kadını güldürüverir. Birbirlerini dengeler, fabrika ayarlarına döndürür. Evlilik budur.

Eşler güzel bir dünyada yaşamak umuduyla evlenirler, “dünyaevi”ne girerler. İhtimal ki dünyaya yeniden gelmiş gibidirler. Hatta bazıları o kadar iddialıdır ki dünyaya yeniden gelse yine o insanla evlenecektir.

“Dünyaevi”ne mi, “ahiretevi”ne mi girmek?

Bazı evlilikler dünya ile sınırlı değildir. Onlar “dünyaevi” ile birlikte “ahiretevi”ne de girmek isterler. Sonsuz hayatta birbirlerine yol ve yoldaş olmak isterler. Birbirlerinin yollarına taş koymazlar. Zorluklar karşısında birbirlerine kapı ve pencere olurlar, “duvar” olmazlar. Evlilik çatısı altında toplanırlar. Hayatlarını cennetten bir köşe, evlerini cennetten bir köşke çevirirler. Evlilikleri dünya ile sınırlı olanlar ise dünyada da, ahirette de sıkıntı çeker. Aralarında uyumsuzluk ve huzursuzluk oluşur. Boşanmalar artar.

Dünya, “dünya”da yalnız değildir. Bu dünyanın bir de ötesi vardır. Dünya ile ahiret bacı, kardeş değildir. Eştir. Koca ve hanımdır. Nasıl ki eşler arasında uyum olduğunda samanlık seyran olur, daha bu dünyada cennet hayatı yaşanırsa, dünya ile ahiret arasında da benzer uyum olduğunda dünyada da cennet hayatı yaşanır. Evliliklerde uyum olmadığında nasıl hayat daha dünyada cehenneme dönerse, dünya ile ahiret arasında da uyum olmadığında daha dünyada cehennem yaşanır.

Kadın ve koca birbirine küfüv ve münasip olmalı. Münasip olursa birbirlerine “nasip”, birbirlerinin nasibi olur. Küfüv ve denklik en çok da din noktasında olmalı.

Efendimiz (sav.) ve eşleri (r.a.) âlemin ve âdemin özü ve özetiydi. Birbirlerinin dengi ve dengeleriydi. Annelerimiz (r.a.) bir peygamber eşi fıtratında yaşayabildikleri için Efendimize (sav.) eş olabilmişlerdi. Hz. Zeynep sahabe eşi olarak değil de Peygamber eşi gibi yaşayabilecek fıtratta olduğu için Rabbimiz onu Hz. Zeyd’den (r.a.) alıp Efendimize (sav.) vermişti.

Dengini bulan hemen her enbiya (peygamber) ve evliya evlenmiştir. Öte yandan Hz. İsa ve Hz. Yahya mücerret kalmışlardır. Adanmışlık ruhuyla yaşayan Suffe ashabı ve Bişr-i Hafi, Ahmedi-i Bedevi gibi yüzlerce evliya evlenmemişlerdir. Rabiatün Adeviye, Hasan Basri gibi bir evliyadan teklif almasına rağmen “bir kalbe iki sevgi sığmaz” deyip evlenmemiştir.

Bediüzzaman niçin evlenmedi?

Bediüzzzaman da bu enbiya ve evliyaların sünnetine uyarak evlenmemiştir. Bu kararında birçok maddi ve manevi faktör rol oynamıştır. O denge ve küfüv insanıdır. Asr-ı Saadet Müslümanı gibi yaşamıştır. Bu hassasiyette bir hanım bulsaydı belki evlenirdi. Fakat medeniyetin kadını sokağa mahkûm ettiği, dünyevileştirdiği bir dönemde izzet ve iffet timsali Bediüzzaman’ın ruhuna hitap eden birini bulması zordu.

O hayatında adalet-i mahzayı, tam adaleti uygulardı. Ruhsata değil azimete tabiydi. Karşısında müthiş bir yangın vardı. İçinde imanı ve evladı tutuşmuş yanıyordu. O yangını söndürmeye giderken eşini düşünecek halde olamayacağını bildiği için evlenmedi.

Gençlik yıllarında Akdamar Adasında 50 talebesini 10 yıl yetiştirip dünyayı fethetmenin planlarını yaparken dostu Molla Hamid ile evlenmemek, hayatlarını iman hizmetine vakfetmek konusunda sözleşmişlerdi. Sözünü tuttu, evlenmedi. Eşi ve çocuğu olmadı ama yaptığı bu diğerkâmlığın karşılığı olarak Rabbi nesebi evlattan öte milyonlarca manevi evlat nasip etti. Çok sonraları “Rabbim hiç uğraşmadan Zübeyir’i, Sungur’u ve Ceylan’ı evlat olarak verdi” diyecektir.

Bir gün “kıymettar, müdakkik, mübarek, samimî ve hizmet-i Kur’âniyede arkadaş”ı niçin evlenmediğini sordu. Bediüzzaman kırk seneden beri gayet dehşetli bir dinsizlik hücumu karşısında, her şeyini feda edecek hakikî fedakârlar lâzım geldiği bir zamanda, Kur'an-ı Hakîm'in hakikatına değil dünya saadetini, belki lüzum olsa âhiret saadetini dahi feda etmeye karar verdiğini, bu şartlarda değil geçiçi dünya hanımlarını almak, belki on huri verilse bile “ihlas-ı hakikî ile hakikat-ı Kur'aniyeye hizmet” edebilmek için reddedilmesi gerektiği için evlenmediğini söylemiştir.

O günlerde dinsizlik komiteleri öyle dehşetli hücumlar ve desiseler yapıyorlardı ki, bunlara karşı gelmek için a'zamî fedakârlık yapmak ve dinî hareketlerini İlahî rızadan başka hiçbir şeye âlet yapmamak gerekiyordu. Dünyalılar ahiret ehlini menfaatleri doğrultusunda kullanabiliyordu. Nitekim “bîçare bir kısım âlimler ve ehl-i takva insanlar, çoluk-çocuğunun maişet derdi için bid'alara fetva verdiler veya taraftar göründüler. ” Dine dehşetli hücumlara karşı, “a'zamî fedakârlık ve a'zamî sebat (yılmamak) ve metanet (sağlamlık) ve herşeyden istiğna etmek (uzak durmak) lüzumu karşısında”, Bediüzzaman “çok haramlara girmemek ve çok vâcibleri ve farzları yapabilmek için” sünnet olan evliliği gerçekleştirmediğini belirtmiştir. Değil mi ki “bir sünnet yüzünden yüz günaha girilmez. ”

Bediüzzaman bekâr ve bakirdi

Evlilik “kişiye özel”dir. Farz, vacip ve sünnet halleri olduğu gibi haram halleri de vardır. Harama girme ihtimali yüksek olan için farz, zayıf için vaciptir. Kimisi de tabip olarak Rabbini, Habib olarak Habibullah’ı (sav.), halil (dost) olarak Halilullah’ı (r.a.) seçmiştir ki onun evliliği sadece Habibullah’ın (sav.) ve Halilullah’ın (r.a.) sünnetlerini yerine getirmekten ibarettir. Kimisi içinse evlilik baştan sona haramdır. Kendini idare etmekten yoksun, hoş görü değil, hor görü sahibi, karşısındakine yük olan biri için evlilik haramdır, zulümdür.

“Selef-i sâlihînden binlerle ehl-i hakikat” “şahsî ve hususî kemalât-ı bâkiyesi için” dünyayı terk etmişlerdir. Ebedi hayatlarına hizmet edebilmek için dünyanın fâni süslerinden istiğna ederek bekâr kalmışlar. Bazıları şahsı için değil toplum için “çok bîçarelerin saadet-i bâkiyeleri için ve dalalete düşmemeleri ve imanlarını takviye edip kurtarmaları için ve hakikat-ı Kur'aniye ve imaniyeye tam hizmet etmek ve hariçten (dışarıdan) gelen, dâhilde (içerden) çıkan dinsizlere karşı dayanmak için, zâil (geçici) ve fâni dünyasını” terk ederek evlenmemişlerdir. Nitekim "Cehennem'de vücudum büyüsün, tâ ehl-i imana yer bulunmasın" diye “fedakârlıkta a'zamî sadakatın bir zerresini kazanmak fikriyle”, Bediüzzaman da bekârlığı ve istiğnayı tercih etmiştir.

O çağın vazifeli insanıydı. Kur’an, Hz, Ali, Geylani ve İmam-ı Rabbani asırlar önce onu haber vermişti. “Allah bir kulu sevdiği vakitte onu Zât-ı Uluhiyetine hizmet etmek için seçer. Onu kadınla ve evlâd ile meşgul ettirmez” ve “200 senesinden sonra en hayırlınız zevce ve veledi olmamakla yükü hafif olanınızdır” şeklindeki Efendimizin (sav. ) sözleri en güzel şekilde onda tecelli etmişti.

Yalnızlık Rabbimize mahsus. İnsan biriyle konuşmak ister. Eş olmak, edebi hayat yolunda birine “eşlik” etmek ister. Evlilik fıtri bir meyildir. Hüznüyle, sevinciyle hayatı paylaşmaktır. Birine yük olmak değil birinin yükünü çekebilmektir. Rabbimiz kimseye çekemeyeceğinden fazla yük yüklemez. Bunun için bir kısım insanlar bekâr kalırlar. Halbuki “Bekârlık, bikârların (kârsız) kârıdır. ” “Bekâr erkek üçte iki erkek, üçte bir çocuktur. Bekâr kadın üçte iki kadın, üçte bir erkektir. ”

Bediüzzaman “dost istersen Allah, yaran (sevgili) istersen Kur’an yeter. Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Bir’i sev; başkaları sevmeye değmiyor” hakikatlerine iman ettiği için bekâr kalmıştır. Herkesin dünyaya daldığı çalkantılı bir çağda insanlığın imanını kurtarmak uğruna evlenmedi. Şu bir gerçek ki bekâr olmasaydı bu kadar bakir olamazdı. Bu gün hâlâ kalbimizde ise kalbini Leyla’ya değil Mevla’ya vermesindendir.

O evlenmedi. Dünyaya dalmadı. “Dünyaevi”ne girmedi. Onun yerine “ahiretevi”ne girdi. Cennetin güzelliklerini daha bu dünyada tattı. “Cennetevi”ne girdi. Bu gün onu hâlâ rahmet ve muhabbetle anıyorsak bir sebebi de bu olmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum