Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Bediüzzaman Said Nursi (H. 1293-1379 / M. 1878-1960)


“Biz insanları hakka ve adalete çağırın,  rehberlik edip hak ile hükmeden bir topluluk yaratmışızdır.”


(A’raf, 7:181)



1878’de Bitlis Vilayeti Hizan kazasına bağlı İsparit Nahiyesi Nurs köyünde dünyaya geldi. Annesi “Nuriye”, babası da “Sofi Mirza”dır. Babası öküzlerin ağzını bağlayıp tarlaya gidip gelecek kadar haramdan kaçan, annesi ise hamileliğinden itibaren abdestsiz yere basmayıp, helal süt emdirerek büyüttüğünü hocası Seyyid Nur Mehmet’e anlatırlar.


Rüyasında Resulullah’ı (sav) görür. İlim talebinde bulunur. Peygamberimiz de (sav): “Ümmetimden kimseye sual sormamak şartıyla sana Kur’an ilmi verilecektir” buyurur. Bediüzzaman Said Nursi bunun için kimseye sual sormaz. “Benim hocaların ilminden şüphem yok, benim ilmimden şüphesi olan varsa sorsun söyleyeyim” derdi.


Üç ay gibi kısa bir sürede medresede okutulan tüm kitapları okuyarak icazet alır. Tillo’da Kubbe-i Hasiye’de Kamus’u Okyanus’u ezberler. Cumhuriyetçiliğini karıncalara yemeğin tanelerini vererek gösterir. 16 yaşında Mardin’de bütün ulemayı ilzam eder. Van Valisi Tahir Paşanın daveti ile Van’a gelir. Tahir Paşanın konağında 10 sene kalır. Burada din ve fen ilimlerinde ilerler. Astronomi, fizik, kimya, coğrafya ve matematikte ihtisas sahibi olur. Matematik dalında bir eser bile yazar. Ama bu bir yangında yanar. Gazeteleri takip eder ve 80 kitap ezberler.


İngiliz müstemlekat nazırının: “Bu Kur’an Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe biz onlara hakiki hâkim olmayız” sözü üzerine, Van Valisi Tahir Paşaya: “Ben de bu Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim” buyurur.


“Medresetü’z-Zehra” adını verdiği bir üniversiteyi kurmak amacı ile İstanbul’a Payitahta gelir ve şarkı hilafet-i İslamiyenin merkezi olan İstanbul’a bağlamak ister. İstanbul’da 1,5 sene kalan Bediüzzaman, düşüncelerini anlatır. Tekrar şarka döner. 10 sene sonra İstanbul’a gelince fikirlerini takip etmeğe başlar. İlim ve kültür merkezi gibi faaliyet gösteren “Şekerci İşhanı”na gelir. Bir oda tutar. Gazetede makaleler yazarak fikirlerini neşretmeğe başlar. Kaldığı odanın kapısına “Burada her suale cevap verilir; her müşkül halledilir. Ancak sual sorulmaz” levhasını asar. Her suale cevap verir, “Bediüzzaman” unvanını alır.


Sultan Abdülhamit’le görüşmek ister. Doğunun ihmal edilmemesi gerektiği ve üniversite ile cehaletlerinin giderilmesi ve Osmanlıya Orta Anadolu’yu böylece bağlayabileceğini beyandan sonra, uyguladığı baskı ve istibdadını açıkça tenkit eder. Jurnalcilik ve hafiyeciliğin yanlış kullanıldığını ifade eder. Ve: “Hilafet namazı yalnız Cuma namazı merasimleri değildir. Halifenin manevi gücü yanında maddi gücü de olacaktır. Bütün dünyadaki Müslümanların işine kefil olmalıdır” mealinde konuşmalar yapar. Şeyhülislam Cemalettin Efendi: “Ben bu güne kadar hünkâr huzurunda kanaatlerini bu kadar cesurane ifade eden kimseyle karşılaşmadım” diyerek hayretini ifade eder.


Bu durum O’nu Yıldız Askeri Mahkemesine gitmesine sebep olur. Fizana sürülmesi beklenirken, fikirlerini yayma ihtimali onu “Topbaşı” akıl hastanesine sevki ile neticelendirilir. Biri Türk, dördü gayr-i Müslim beş kişilik heyet: “Şayet Bediüzzaman deli ise, yeryüzünde hiç akıllı yoktur!” raporunu verir. Asla fikirlerinden taviz vermez.


23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilir. Bediüzzaman 29 Temmuz’da Selanik’te “Hürriyete Hitap” adlı bir konuşma yapar. Yahudi Selanik Mebusu Emanuel Karasso Bediüzzaman’ı emellerine alet etmek niyetiyle, kendisine mani olacağını tahmin ettiğinden ziyaret eder. Sohbetin sonunu beklemeden kendini dışarı atar. Sebebi sorulunca: “Bu adamla konuşulmaz. Az kaldı beni Müslüman edecekti” der.


Bediüzzaman devletin en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğu zamanlarda ihtilafları bertaraf etmek için büyük gayret gösterir. Şehzadebaşında, Ferah Tiyatrosundaki karışıklığı önler. Kavgaları yatıştırır.


10 Ekim 1908’de Avusturya mallarına karşı boykot ilan edilen hamalların boykotunun hedefinden saptırılarak kötüye kullanabileceği endişesi ile ticari hayatın bozulmaması için, hamalları boykottan vazgeçirir. 5 Nisan 1909’da kurulan İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin Ayasofya’da okuttuğu bir mevlitte iki saatlik bir konuşma yapar. İslam’ın cemiyete bakışını anlatır. Paşaların hayret ve takdirini kazanır. İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin şahsi ve dünyevi emellere alet edilmemesini ısrarla ister.


Cemiyeti siyasi amaca alet etmek isteyen dernek başkanı durumundaki Derviş Vahdeti’yi kendi gazetesi Volkan’da tenkit eder. “Edipler edepli olmalı. Hem de edeb-i İslamiye ile müteeddibe olmalıdır” der. 13 Nisan 1909’da (31 Mart 1325) meşhur hadise zuhur eder. Bediüzzaman yatıştırıcı bir rol oynar. Gerek makalelerde, gerek nutuklarla önlemeğe çalışır.


Divan-ı Harb-i Örfi’de Hurşit Paşa’nın:  “Sen de mi şeriat istedin? Şeriat isteyenler böyle asılır” diyince: “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat Sebep-i saadet, adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil” diyerek meşhur müdafaasını yapar ve beraat eder. Halkı arkasına alıp Beyazıt’tan Sultanahmet’e gidene kadar minnet etmeyerek, “Zalimler için yaşasın Cehennem” diyerek ilerler.


1910’da Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır. Vapurla İnebolu ve Batum’a geçer, Tiflis’te Rus polisi ile konuşur. Doğunun bütün ilim merkezlerini gezer. Aşiretlere Meşrutiyeti anlatır. Nasıl olması gerektiğini izah eder. İslami mevzularda aydınlatıp, günün hadiselerine bakış ölçüsü verir. “Münazarat” ve “Mukakemat” eserlerini böylece yazar. Arapça’ya çevirip “Reçetetü’l-Avam”, “Reçetetü’l-Havas” ismi ile neşreder.


Daha sonra Şam’a gelen Bediüzzaman, ulemanın ısrarı ile Cami-i Emeviye’de hutbe okuması istenir. 100 âlim, 10.000 kişi huzurunda “Hutbe-i Şamiye”sini okur, hemen iki-üç baskı yapılarak dağıtılır. Bu hutbesinde Bediüzzaman asrın ve âlem-i İslam’ın hastalıklarını ve tedavilerini gösterir.


Şam’dan Beyrut’a, oradan da deniz yolu ile İstanbul’a gelen Bediüzzaman tekrar “Medresetü’z-Zehra”’nın kurulma çalışmalarını başlatır. 1911’ın Haziranında Sultan Reşat ile Rumeli’ye seyahat eder, Selanik, Ürküp ve Kosova’ya uğrar. Kosova’da kurulması düşünülen üniversitenin benzerinin Şark’ta da kurulması gerektiğini izah eder. Söz alır. Van gölü çevresinde Edremit’te üniversitesinin temelini attırır. Ne yazık ki patlak veren Balkan Savaşı, din ve fen ilminin beraber okutulduğu bu ilim merkezini tamamlanmasına imkân vermez.


Tekrar Van’a döner. Talebelerinden teşkil ettiği Milis kuvveti ile Gönüllü Alay komutanı olarak vatanı müdafaa için Kafkas Cephesini savunur. Bu arada “İşaratü’l-İcaz” tefsirini Molla Habib’e söyleyerek yazdırır. Nihayet Ruslara esir düşer ve Sibirya’ya esir kampına götürülür.


Burada Çar’ın dayısı, Kafkas Cephesi başkomutanı Nikola Nikolaviç’e ayağa kalkmadığını yine Rusya’da Bakü’nün Nargin adasında bulunan “Abdürrahim ZAPSU” anlatıyor. 2,5 sene Sibirya’da esir hayatı yaşayan Bediüzzaman 1917 Komünist ihtilalinin karışıklığından istifade ile 1918 baharında Kosturma’dan kaçar, Leningrad’a oradan Almanya’ya gelir. Berlin’de Adlon otelinde iki ay kalarak Teşkilat-ı Mahsusa ileri gelenleri ile görüşür. Haziran ayında yola çıkan Bediüzzaman Varşova, Viyana ve Sofya’ya gelir. Bir ara İsviçre’ye gider. Trenle İstanbul’a gelir. Büyük sevgi gösterileri ile karşılanır.


Harbiye Nazırlığınca, milli ve vatani hizmetlerden dolayı şeref madalyası verilir. Ayrıca Orduy-u Hümuyun’un temsilcisi olarak “Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye”’ye aza seçilir. Şeyhülislamın resmi yazısı ile Sultan Vahdettin Bediüzzaman’a “Mahreç” denilen yüksek ilmi payeyi verir. Bu rütbe “Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye”nin resmi gazetesi olan “Ceride-i İlmiye”’de neşredilerek ilan edilir.


5 Mart 1920’de “Hilal-i Ahder” (Yeşilay) cemiyetinin korucuları arasında bu cemiyeti kurar. 16 Mart 1920’de “Kürt Teali Cemiyeti” kurucuları Bediüzzaman’ın nüfusundan istifade etmek isterler. Bediüzzaman “Osmanlı’yı yeniden ihya etmek lazım, bölmek değil. “Hem ‘Allah’ın sevdiği kavim’  ayetine Türk milleti mazhar olmuştur” diye reddeder.


İngilizlere karşı “Hutuvat-ı Sitte” eserini neşreder. İşgalcilere karşı mücadele eder. “Müderrisler Cemiyeti”ne üye olur. “Milli mücadele için çalışanlar asi ve bağidirler” şeklindeki fetvaya karşı çıkar. Mukabil fetva verir. “Tuluat”, “İşarat”, “Sünuhat” gibi eserlerini neşreder.


Müstevliler tepelenip, düşman vatan sathından atıldıktan sonra gösterdiği milli hizmetlerden dolayı 1922’de Ankara’ya davet edilir. İstasyonda merasimlerle karşılanır. 9 Kasım 1922’de Millet Meclisine davet edilerek, karşılama merasimi, (Hoşamedî) için meclis gündem dışı toplanır, kürsüye davet edilerek Meclis-i Mebusana karşı konuşması istenilir ve dua ettirilir. Konuşmasında Bediüzzaman Zaferin din kuvveti ile kazanıldığını ve dine karşı kayıtsız kalınmamasını ister. Müteakip günlerde 10 maddelik beyanname neşreder, Kazım Karabekir’in meclis kürsüsünde okuduğu bu beyanname yüzünden M. Kemal ile arası açılır. Şiddetli münakaşalar olur. Neticede Ahir zamanda gelecek dehşetli şahıslara ait hadiselerin bir tezahürünü görür. “Siyasetle onlara karşı mukabele edilemeyeceği” gerçeği ve “İmana hizmet”, “İmanı kurtarma” davası için Van’a döner.


Ankara’da ancak 8 ay kalan Bediüzzaman Arapça “Tabiat Risalelerini” yayınlama istidadı gösteren dinsiz fikirlere karşı neşreder.


Van’da, Nurşin Camisinde tam iki sene inzivaya çekilir. Rabbinden günün şartlarına uygun hizmet istikameti ilham etmesini niyaz eder. Yazları Erek Dağı’ndaki mağaraya, kışın Nurşin Camisine çekilir. Rabbani ilhamlara mazhariyete liyakat kesbeder.


Bediüzzaman burada gece gündüz, devamlı Allah’a dua ve iltica etti. Tamamen Rabbü’l-Âlemine teveccüh etti. Bütün âlemden çekildi. Bu zaman zarfında Şark’ta isyan hareketleri başladı. Hamidiye Paşalarından Kör Hüseyin Paşa, Mustafa Kemal’e karşı isyan etmek için destek istedi ve Şeriatı getirmek için cihad izni istedi. Bediüzzaman: “Dâhilde cihad manevidir. Müslüman’ın Müslüman’la savaşı cihad olmayacağını, masumların da zarar göreceğini, bunun zulüm olduğunu ve böyle şeriat istenmeyeceğini ve şeriatın anahtarının kendisinde olduğunu ifade etti.”


Şeyh Said de Bediüzzaman’a bir mektup yazarak kendisini desteklemesini ister. Buna karşı da Bediüzzaman: “Türk milletinin asırlardan beri İslam’a hizmet ettiğini, çok veliler yetiştirip, çok şehitler verdiğini belirterek, böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilemeyeceğini; Müslümanların Müslüman’la savaşmasının dinen caiz olmadığını, çarenin “İman ve Kur’an hakikatleri ile halkı tenvir ve irşat etmek ve cehli izale etmek olduğunu ifade eder. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz” der.


1925’de Van’da Cuma namazını kılmaya gelir. Ayaklanan liderlerinden bazıları Bediüzzaman’a fikirlerini kabul ettirmek için konuşurlar. Üstad onları dinler ve: “Maksadınızı biliyorum. Sizin bu ayaklanma karakteriniz olsa olsa bir ecnebi oyununa alet olmaktır. Şeriat isterim diye şeriatı alet edip, şeriata muhalefet edilmez. Böyle menfi fikirlerden vazgeçiniz. Bu milleti Türkler idare etmiştir, bundan böyle yine onlar idare edecektir. İdareye ehil ve layık olan onlardır. Eğer fenaları varsa gidip onu ikaz etmelidir” der.


Yine inzivagahına çekilir. Ve “Allahım! Bize Hakkı Hak olarak göster ona uymamızı sağla, batılı batıl olarak göster ondan sakınmamızı sağla” duasına devam eder. Şeyh Said isyanından sonra 1925 Şubatında Erzurum’dan Trabzon’a, oradan da vapurla İstanbul’a getirilir. Yolda kendisini göndermemek ve Şam’a, Mekke’ye ve Medine’ye götürmek isteyenlere: “Ben Mekke’de olsam, buraya gelmem gerekirdi. Sakın yanlış bir harekette bulunmayın, ben kendi isteğimle gidiyorum; asayişi bozmayın” der. İstanbul’da gemi ile Antalya’ya, oradan da Burdur’a getirilerek “Delibaba” Camiine konur. Bütün bu hadiselere hiçbir tepki göstermez. Tam bir tevekkül ile hareket eder.


Burdur’da yedi ay kalır. Kalp ve gönlüne yağan ilhamlarla ilk defa Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Nurun İlk Kapısını” kaleme alır. Kendi nefsine hitap ederek yazdığı bu kitap için şöyle der: “Doğrudan doğruya Kur’an-ı Mucizu’l-beyanın ayetlerinden alınan aynel-yakîn bir surette Yeni Said’e derslerdir.”


Nihayet Burdur’dan Isparta’ya nakledilen Bediüzzaman yirmi gün sonra Barla nahiyesine götürülüp karakola teslim edilir. Bir gece karakolda kalan üstad ertesi gün önünde çınar ağacı, altında çeşme olan ve yanında mescidi bulunan iki odalı sakince bir eve yerleştirilir. Burada 8,5 sene Medrese-i Yusufi’ye hayatı yaşar. Bu 8,5 sene zarfında kalp ve gönlüne yağan ilhamlarla Risale-i Nur’un dörtte üçü telif edilir. “Sözler”, “Mektubat” ve “Lemalar” yazılır.


İlk olarak “Haşir Risalesi” yazılır. Ahiretin varlığı ve vukuu, öldükten sonra dirilmenin kuştan sonra baharın geleceği gibi ispat edilir. Telifinden hemen sonra bir talebesi gizlice İstanbul’da bin adet basar ve Üstada götürür. Bunu talebelerine dağıtan Üstad, elle yazdırarak bütün ülkeye dağıtır. İmansızlık cereyanın önüne geçer ve ehl-i dalaleti başına bomba gibi patlatır.


1927’de Kur’an’a hücum edilir. Bediüzzaman “İcaz-ı Kur’an Risalesi” olan 25. sözü telif eder. Kur’an’ı Kerimin Mucizeliğini ispat eder. Hangi meseleye itiraz edilse, aynı meselede ehl-i fen ve felsefenin, ehl-i dalaletin cehaletini ve Kur’an’ın icazını gösteren eserler telif eder.


Kur’an’ı Kerim’in adı NUR’dur. “Risale-i Nur” ise, Kur’an-ı Kerim’in nurundan bu asrımıza hitabı olduğu için “SÖZLER”, o nurun pırıltısı olduğundan “LEMALAR”, O nurdan bir şua olduğundan “ŞUALAR” ismini alır. Hepsi birden Kur’an-ı Kerim’in asrımıza aydınlatan bir nuru olduğundan “RİSALE-İ NUR” ismini verir.


Ayrıca Bediüzzaman Esma-i Hüsnadan “NUR” ismine mazhardır ve onun hakkında NUR ismi İsm-i Azam’dır. Bundan dolayıdır ki, köyü NURS, annesi NURİYE, üstadı Seyid NUR, Kur’an-ı Kerim’in NUR ayeti de Risale-i Nur’un en güzel tefsir edildiği ayet olduğu için bu eserlere RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI denir. Bediüzzaman’ın doğum yeri “NURS” olduğu için eskiden beri büyük âlimlerin doğduğu yere izafeten isim verildiğine binaen “Said Nursi” ismini almış olduğundan “Risale-i Nur”ları okuyan “Nur Talebelerine de mahkemede savcı tarafından “NURCU” denilmiştir.


1932 yılında Ezan-ı Muhammedi değiştirilir ve Ezan yerine “Türkçe Ezan” adı altında anlamı okunur. Bediüzzaman kendi tamir ettirdiği mescidde “Allahü Ekber” diyerek “Şeâir-i İslam” olan ezan-ı şerifi okur ve okutur. Kanunsuz bir şekilde, önceden bekçi ve asker yerleştirerek camide suçüstü yakalarlar ve Eğirdir’e götürdüler. Sorgu sualden sonra serbest bırakılır.


1934’de Isparta’da ikamete mecbur edilir. Bir sene sonra Ankara’dan takviye birlikleri getirilerek 1935’de 120 talebesi ile beraber Eskişehir’e nakledilir. 11 ay Eskişehir’de bekletilen Bediüzzaman tahliye edilir, fakat Kastamonu’ya sürgün edilir. Eskişehir’de pek çok işkenceye maruz kalır, zehirlenir, soğukta donması istenir, idam edilmesi için mahkemeye çıkarılır. Bir risalenin üzerinde “Ramazan’a ait” dendiği için, pek çok Ramazan’lar hapse atılır. Sonra anlaşılır ki, eser Ramazan ayı ve Oruç ibadetinden bahsetmektedir. Eskişehir hapishanesinde “ŞUALAR” isimli eserini telif eder. Kibrit kutularında hapishaneden çıkartılarak, çoğaltılır. Baskılar arttıkça “İlahi İlhamlar” da artar.


18 Eylül 1943’te Kastamonu’daki evinden aranır, eşya ve kitapları müsadere edilir. 20 Eylül’de Ankara’ya götürülür. Ankara valisi Nevzat Tandoğan, üstada eziyet eder. Sarığına müdahale etmek ister. Bediüzzaman sert bir şekilde: “Bu sarık bu başla birlikte çıkar. Başından bul!” der. Ne gariptir ki Bediüzzaman’ın sarığına uzanan bu Nevzat Tandoğan’ın eli kendisini ölüme götüren tabancayı kafasına dayayarak intiharına sebep oldu.


Ankara’dan tekrar Isparta’ya götürülen Bediüzzaman oradan Denizli’ye götürülüp, tevkif edilir. Burada dokuz ay kalır ve “Meyve Risale”sini telif eder. Bu eseri mahkeme müdafaası olarak mahkemeye verir. 15 Haziran 1944’de 126 talebesi ile beraat eder. Dokuz aylık mevkufiyetten sonra tahliye edilir. Denizli’de 1,5 ay kalır. Yeni bir zulüm emri gelir. Emirdağ’a sürgün edilir. Vatandaşlık hakkı elinden alınır. Sivil polisler daima gözaltına alırlar. Rahatsız edilir. 1947 Aralık’ta Afyon’dan gönderilen üç sivil polisleri ilk günden çağırarak şöyle der: “Biz manevi asayiş memurlarıyız. Siz de maddi asayiş memurlarısınız. Bizim eserlerimizi okuyanlardan kimseye zarar gelmez. Çünkü onların kalp ve gönüllerinde imanları birer asayiş bekçisi dikilmiştir.”


Buna rağmen sivil polisler Nur talebelerini tespit ederler. Isparta, Denizli, Afyon, Aydın, Kastamonu ve İnebolu’dan topladıkları Nur talebelerini Afyon’da birleştirerek müşterek bir suç isnadında bulunurlar. “Siyasi cemiyet kurmak” “Rejime aykırı fikirler neşretmek” “Siyasi amaçla dini siyasete alet etmek.”


75 yaşındaki Bediüzzaman burada da sabır ve sebat ile te’lifata devam eder. “15. Şua” ile “El-Hüccetüz’zehra”yı telif eder. Hiçbir suç bulamadıkları halde Mahkûm edilme cihetine girdiler. Temyiz bu mahkûmiyeti bozar. Beraat eder. Öyle olduğu halde 20 aylık ceza haksız yere çektirilir. Tahliye işini, karşılama olmasın, kimse duymasın diye gece saat 24.00’de yapılır.


Emirdağ’a dönen Bediüzzaman 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’ye oyunu verir. Talebelerine destekletir. Neticede Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a tebrik telgrafı çeker. Sebebini de talebesi Zübeyir Gündüzalp’e anlatır: “Halkçılar Demokratlara der ki: ‘Said ne sizden, ne bizdendir. O ayrı bir maksat peşindedir’ diye onları aldatırlar. Devlet kuvvetini dindarların ve Nur talebelerinin aleyhinde kullanırlar. Tebrik telgrafını alan Demokratlar onlara ‘Said bize dosttur’ derler. Devlet kuvvetini dindarlar aleyhinde kullanmazlar.”


Talebesi “Bayram Yüksel”i, Kore’ye “Kardeşim, Allah’a imanı inkâr edenlere karşı çıkmak için gitmek lazım” diye gönderir. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile zulüm ve baskıları kısmen azalan Bediüzzaman 22 Şubat 1951’de Risale-i Nur Külliyatından bir takımını Vatikan’a gönderir.


22 Ocak 1952’de İstanbul’a gelerek Sirkeci’de Akşehir Palas Otelinde kalırlar. “Gençlik Rehberi” isimli eserinden dolayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde müdafaada bulunurlar. 19 Şubat’ta I. Celse, 5 Mart’ta II. Celse yapılır. Beraat eder. Nisan 1952’de tekrar Emirdağ’a döner. Eserlerini tahsis eder. Samsun’da çıkan “Büyük Cihad” gazetesinde çıkan bir yazısından dolayı Bediüzzaman’ın en yakın talebesi Mustafa Sungur tevkif edilir. Ve Bediüzzaman aleyhine dava açılır. Samsun’a gitmek için İstanbul’a gelir. “Doktor Raporu” ile Samsun’a gidemez.


İstanbul’un 500. yıldönümü kutlamalarına katılır. Patrik Athenagoras’la görüşür. Ona İslam’ı tebliğ eder. Tarihi bir konuşma yapar. Çarşamba’da talebesi M. Fırıncı’nın evinde üç ay kalan üstad “Nur Âleminin Bir Anahtarı” isimli eserini telif eder. 1953’ün yazında Eskişehir’e, Emirdağ’a gider. Barla’ya geçer. Eski bir evde ikamet eder. Müslümanların ve Âlem-i İslam’ın durumu ile ilgilenir.


25 Şubat 1955’te tahakkuk ettirilen CENTO ittifakı üzerine Başvekil Aslan Menderese tebrik telgrafı çeker. Müslüman devletlerle ile yapılan bu ittifakın önemini ifade eder.  23 Mayıs 1956’da Afyon Mahkemesi eserlerinin tümünü iade eder. 11 Eylül 1956’da “Din ve Vicdan” hürriyetine saygılı Demokratlar sayesinde, onların müsaadesi ile Risale-i Nurlar, Ankara, İstanbul, Antalya ve Samsun’da matbaalarda basılmaya başlanır.


12 Nisan 1957’de Isparta’da yapılması düşünülen Tugay Camii’nin temelini atmaya davet edilir. Davete icabet eder ve temele ilk harcı koyar. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti’yi talebeleri ile açıktan destekler. Oyunu kullanır. Menderes’i Emirdağ’da gelişinde karşılamaya çıkar. Gecikince evine döner, pencereden selamlar. Bu hadise gazetede “Bediüzzaman, Menderes’i yeşil bayrakla karşıladı” diye geçer. İrtica yaygaraları ayyuka çıkar.


Bu sırada Ankara’ya gelen Bediüzzaman’ı Ankaralılar Kırıkkale’den karşılar. Büyük bir merasimle Ankara’ya getirirler. Beş DP milletvekili Bediüzzaman’ı ziyaret ederler.


1958’de bütün eserleri matbaada basılır. Sol basın bu seyahatleri dillerine dolar. İftira ve isnatlara başlarlar. 31 Aralık 1959’da İstanbul’a gelen Bediüzzaman Sultan Ahmed Camii yanındaki Piyer Loti oteline iner. Ankara’da verdiği dersleri burada da devam ettirir. İçtimai-siyasi dersler verir. Demokratların desteklenmesini ister. CHP iktidara gelirse komünist kuvvetinin vatana hâkim olacağını söyler. İslami hizmetin parti yolu ile olmayacağını ifade ederek DP’yi bölebilecek Millet Partisi, İttihad-ı İslam Partisi gibi partilere bölünerek, milletin gücünün zayıflatılmamasını ister. DP bölününce Millet Partisi veya İttihad-ı İslam Partisi’nin iktidar olamayacağını CHP’nin ise bölünmeden bilistifade iktidarı ele geçireceğini, binaenaleyh DP’yi “Ehven-i Şer” diyerek iktidar yerinde muhafaza etmek gerektiğini bildirir. DP’lilere de Ayasofya’yı açmalarını, Risale-i Nurları resmi olarak neşretmelerini ve dine sahip çıkmalarını tavsiye eder. Yoksa Halkçıların ırkçıları elde edip kendilerini ezeceğini ihtar eder. Millet Partisi’nin İslam’a hizmette samimi ise DP’ye yardım etmesi gerektiğini ifade eder.


3 Ocak 1960’da İstanbul’dan ayrılır. Ankara’ya gider. Oradan Isparta Bey Mahallesindeki evinde istirahata çekilir. 20 Mart 1960 Pazar günü Isparta’dan ayrılarak gizlice Konya’ya gelir. Oradan Adana ve Gaziantep üzerinden Urfa’ya geçer. 21 Mart Pazartesi günü 11:00’da İpek Palas oteline iner.


23 Mart 1960 şafak vakti, Çarşamba günü fani dünyadan Dar-ı Bekaya, Rahmet-i Rahmana ve Dar-ı Cinana uruc eyler.  Perşembe günü, Cuma namazına bekletmeden kalabalık olur, hadise çıkar düşüncesi ile Halilurrahman’daki muvakkat makberine defnedilir.


Bediüzzaman teçhiz ve tekfini için rüyada Âlim Abdu’l-Halim efendiye görünür ve teçhizini emreder. İtikâfta olduğunu söyleyince de “Mültekada cevabı var” der. Böylece cenazesi yıkanır. Böylece 82 yaşında hizmetini bitirip, dar-ı bekaya göç eder. Bediüzzaman hazretleri Hicri takvim yılına göre 86 miladi takvime göre ise 82 sene yaşamıştır. 


Üç buçuk ay gibi kısa bir zaman sonra 27 Mayıs 1960’da ihtilal olur. Vefatından 110 gün sonra 11 Temmuz 1960’da mezarı açılır, kardeşi Abdülmecid’in refakatinde uçakla Afyon’a getirilir, oradan Isparta istikametine meçhule götürülür. Defnedilir. Böylece Bediüzzaman’ın vasiyeti olan “Mezarım gizli olsun ve bir iki talebem dışında kimse bilmesin” tavsiyesi kerâmetkârâne gerçekleşmiş olur.


Eserleri:


On beşi Arapça olmak üzere 145 kitabı vardır. Bu eserleri mecmualar halinde toplanmıştır. Başlıca eserleri.


1.                 Sözler


2.                 Lem’alar


3.                 Mektubat


4.                 Şualar


5.                 Mesnevi-i Nuriye


6.                 İşaratu’l-İ’câz


7.                 Hutbe-i Şamiye


8.                 Muhakemât


9.                 Kızıl İ’câz


10.             Lemaât


11.             Şuâât


12.             Münâzarât


13.             Sünûhât


14.             Tuluât


15.             İşârât


16.             Lâhikalar


17.             Müdafaalar


18.             Nutuk


19.             Divân-ı Harb-i Örfî


20.             Rumuz


21.             Katre


22.             Hutuvât-ı Sitte


23.             Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî


24.             Tarihçe-i Hayat



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.