Bediüzzaman muhafazakarlık kabına sığmaz

Bediüzzaman muhafazakarlık kabına sığmaz

Yıldız, "Bediüzzaman’ın din-siyaset ilişkisini ele alış biçimi, “muhafazakar demokrat” yaklaşıma damgasını vurmuştur"

Ahmet Bilgi'nin haberi:
 
RİSALEHABER-ÖZEL
 
Doç.Dr. Ahmet Yıldız, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin total ölçekte muhafazakar nitelemesinin kabına sığmadığını söyledi. Yıldız, "Bediüzzaman’ın din-siyaset ilişkisini ele alış biçimi, Milli Görüş hareketinin AK Parti'ye dönüşürken aldığı “muhafazakar demokrat” yaklaşıma damgasını vurmuştur" dedi.
 
Muhafazakar Düşünce Dergisi’nin 10. yılı dolayısıyla düzenlenen Muhafazakar Düşünce Sempozyumu'nda konuşan Yıldız, "Muhafazakarlık ve Bediüzzaman" konusunda geniş bir açıklamada bulundu.
 
SAİD NURSİ'Yİ KONUŞMA İHTİYACI
 
Yaşadığı her dönemde, siyasetle özel bir ilişki geliştiren Said Nursi’nin, Kemalistlerin Cumhuriyeti Kemalist reformlarla özdeşleştirmesi ve bunun karşısında Said Nursi’nin ideolojik düzeydeki muhalefetinden vazgeçmemesi sebebiyle O’nu “Cumhuriyet düşmanı” olarak ötekileştirmeleri, ana akım akademiyada Onun fikirlerinin ve etkilerinin yakın zamana kadar “meşru” bir inceleme konusu yapılmasını engellemiştir. Bediüzzaman’ın muhafazakarlıkla ilişkisi ve Türkiye’deki muhafazakar akıma etkisinin incelenmesi de bu yok saymadan nasibini almıştır. Aslında bu anlamda, “İslamcı entelektüellerin” de ciddi bir Said Nursi okuması yapmadan klişelerle hareket ettikleri, bu yüzden Nursi’nin fikirlerinin “İslamcı” camia içinde de sıhhatli bir yansıma bulmadığı söylenebilir.
 
BİR İDEOLOJİ ÜZERİNDEN SAİD NURSİYİ ELE ALMA İMKANI
 
Müslüman bir düşünür ve aksiyon insanını, Aydınlanma felsefesinin tarafı ya da karşıtı olarak doğan ve bir tür modern din fonksiyonu gören ideolojiler üzerinden değerlendirmek kendi içinde bir takım zorluklar barındırmaktadır. İdeolojilerin esas itibariyle beşeri ve seküler karakteri, vahyi tevhide dayalı İslam’la eklemlenmelerinde İslam’ın kendi içindeki zaruriyat-nazariyat ayırımını ve İslam-Müslüman tefrikini zorunlu kılmaktadır. Bediüzzaman’ın içtihadı Allah’ın rızasını arama gayreti olarak tanımladıktan sonra, “her müstaidin içtihad edebileceği fakat teşri edemeyeceği” belirlemesi, bize zamanın hükmüne tabi varlıklar olarak İslam duyarlı düşünürlerin de belli kayıtlarla Batılı ideolojiler üzerinden değerlendirilmesine imkan vermektedir. İslami düşüncenin ictihadi ve nazari düzlemde, O’nun rızasını tahsil etme kaygısını hakim kılmak kaydıyla, maslahat ekseninde, Batılı ideolojiler üzerinden kendisini ifade etmesinin ya da bu ideolojiler üzerinden yoruma tabi tutulmasının en azından imkanına işaret edebiliriz.
 
Bediüzzaman’ın fikriyatı ile Batılı bir ideoloji olarak klasik muhafazakar düşünce arasındaki kimi örtüşmeleri ortaya koyarken, bunun liberalizm ve sosyalizm gibi ana ideolojiler için de söz konusu olabileceğini, Bediüzzaman’ın fikriyatının ideolojiler kümesi içinden tanımlanması mümkün olmasa da, bu ideolojilerin Türkiye özelindeki tarihselleşme biçimlerini anlamayı kolaylaştıracağını ileri süreceğim.
 
MUHAFAZAKARLIĞIN UZAĞINDAKİ BEDİÜZZAMAN
 
İstibdat, Meşrutiyet ve Tek Partili Cumhuriyet dönemlerini yaşamış, Demokrat Parti dönemine de tanıklık etmiş biri olarak Bediüzzaman Said Nursi’yi, hem bir tavır alış hem de siyasi bir ideoloji olarak muhafazakarlıkla anmak kolay görünmemektedir. Hürriyeti en temel değer olarak sürekli vurgulaması, “Allah’a intisap” dışında her türlü vesayeti/beşeri otorite kaynağını  reddetmesi, kulluk ekseninde eşitliği öne çıkarması, her türlü imtiyazı reddetmesi, din hizmetlerinin topluma sunulmasında Diyanet tekeline meşruiyet atfetmemesi, mutlak adaleti nisbi adalete mümkün olan her durumda tercih etmesi, vatan ve milletin selameti uğruna ferdi hakların feda edilmesini bireysel rıza şartına bağlaması, akla ve insan tabiatına bakış biçimi, otoriteyi ancak hukuk devleti esprisi içinde kabullenebilmesi, adem-i merkeziyetçi bir toplumsal ve siyasi yapıyı önemsemesi Said Nursi’yi ana akım muhafazakar düşüncenin dışına koymamızı gerekli kılmaktadır.
 
MUHAFAZAKARLIĞIN YAKININDAKİ BEDİÜZZAMAN
 
“İmanlı fazilet” kavramıyla rekabeti kabul edip eşitlik değerini hukukla sınırlaması, aile kurumunu toplumun en temel kurumu olarak görmesi, kadının asli rolünü aileye atıfla ve annelik üzerinden tanımlaması, şahsi teşebbüse değer atfetmesi, toplumsal değişimde tedrici yaklaşımı öne çıkarması, şiddeti siyasal bir araç olarak reddetmesi, muhalefet anlayışını “müsbet hareket” kavramı etrafında örgütleyerek şiddetten ve tarafgirlikten arınmış iman eksenli bir kuşatıcılık içinde oluşturması, toplumsal ilişkileri çatışma yerine güven ilişkisi üzerinden geliştirmek istemesi, toplumsal tabakalar arasındaki ilişkileri çatışma değil uyum ve bütünlük üzerinden değerlendirerek dini hamiyet üzerinden organizmacı yaklaşıma yakın bir bakışla ele alması, ben-merkezciliği insanlığın ölümü olarak değerlendirip toplumsal ilişkilerin temeline diğerkamlığı koyması, külli akla yaptığı vurgu ile beşeri aklın vahye nisbetle mutlakın bilgisine ulaşmadaki sınırlılığını öne çıkarması, Hume’cu muhafazakarlığa metodik olarak yakın bir bakışla nedensellik ilkesini reddedip bunu iktiran/alışkanlıkla açıklaması, dinin ilerlemeye engel olduğu iddiası ile reforme edilmesi çabalarını bid’a/deformasyon olarak görmesi, Arap Harfli Türkçe Alfabenin korunmasına dönük olarak yazdığı risalelerin Osmanlıca versiyonlarının okunmasından vazgeçmemesi, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesine karşı çıkması, güçlü anti-komünizmi ve imkansızı istemeye yönelik hülyacı karakterinden dolayı anarşizmi yıkıcı bir ideoloji olarak görmesi Bediüzzaman’ı Türkiye’de muhafazakar düşünce açısından önemli kılmaktadır.
 
BEDİÜZZAMAN VE MUHAFAZAKAR SİYASET
 
Din ve milliyetçilik temelli siyasal eylemliliği reddetmesi, siyasi anlamda olmasa da toplumsal anlamda muhafazakar olan Demokrat Partiye, “din ve vatan” gibi muhafazakar değerlerin gereği olarak destek vermesi, siyasette kutuplaşma ve pozisyonel bakış yerine empatik bir ilişki biçimini tercih edip CHP’nin de sağduyusuna seslenmesi, vefatından sonra Kemalist pozitivizme ve bunun üzerinden gelişen ateizmin beslediği komünist akımlara karşı ortaya koyduğu esma-i hüsnaya dayalı insan ve tabiat bakış açısından destek alarak mücadele eden Türkiye’deki anti-komünist oluşumlar-siyasi partiler, STK’lar, cemaatler- üzerindeki muazzam tesiri, takipçilerinin bu anlamda merkez sağla beraberliklerini devam ettirmeleri, Batı dünyası ile kurulan ilişkinin “Hür Dünya” söylemi üzerinden takipçileri tarafından hararetle haklılaştırılması, zaman içinde sol söylem karşısında gelişen devletçi-milliyetçi söyleme Bediüzzaman’ın takipçisi olan grupların özellikle Soğuk Savaş döneminde angaje olmaları da, Bediüzzaman’ı siyasal anlamda Muhafazakarlıkla ilişkili bir düşünür olarak ele almamıza imkan vermektedir. 
 
Milli Görüş geleneği ekseninde biçimlenen din-siyaset ilişkisine en temel itirazın O’nun takipçisi olan gruplardan gelmesi, Türkiye’deki merkez-sağ gelenek üzerinde bu kesimlerin muayyen bir tesir icra etmeleri ve nihayet kendi kimliğini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlasa da “liberal reformist” niteliği de azımsanmayacak kadar öne çıkan AK Parti’nin hem Said Nursi’nin takipçisi olan grupların büyük çoğunluğunun desteğini alması, hem de yeni bir din-siyaset formülasyonu oluştururken doğrudan referans vermese de Said Nursi’nin siyaset ve din konusundaki görüşlerinden hem yönelim hem de meşruiyet zemini olarak ciddi biçimde yararlanması, Said Nursi’yi muhafazakarlık açısından incelenmeye değer kılan hususlar olarak öne çıkmaktadır.  
 
ÖZETLE
 
“Kimin himmeti milleti ise, o tek başına küçük bir millettir” diyen Bediüzzaman, muhafazakarlığın, ödev ve sorumluluk ahlakını öne çıkaran yaklaşımıyla örtüşen bir çizgi ortaya koymuştur. Ferdiyeti önemsemekle birlikte, “zamanın cemaat zamanı olduğunu” belirtmesi, ferdin dahi olmasının bile bu durumu değiştirmeyeceği şeklindeki görüşleri de bu çizgi ile uyumludur. 
 
Dini şeairlerin korunmasına yaptığı vurgu, bunları tahrip eden bid’aları şiddetle eleştirmesi ve alfabe değişikliği, şapka iktisası, medreselerin kaldırılması, ders kitaplarında ve diğer tüm kamusal ortam ve araçlarda İslam’ın iman esaslarına savaş açılmasına karşı süreklilik vurgusu içinde mücadele etmesi, değişimi sürekliliğin aracı olarak telakki eden muhafazakar tutuma yakın bir duruşun ifadesidir. Kemalist reformlara karşı tedriciliğe dayalı ve müsbet hareket olarak adlandırdığı proaktif yaklaşımla hareket eden  Bediüzzaman, bu bakımdan “metotta muhafazakar” olarak nitelenebilir. Bu muhafazakarlık, Burke’cü anlamda sürekliliği sağlamanın yolu olarak değişimi önemseyen, “zamanın yorumunu” gözeten, temadi ederek değişen, değişerek temadi eden bir metodu esas alır. Bu yüzden, istibdadı reddederken, parlamenter monarşiyi savunur. Tek Partili Cumhuriyeti istibdadın bir görünümü olarak nitelerken ameli düzeyde kendisine uzak görür. Siyaseten mümkün olanın hiçbir halini beğenmeyenleri “muhali talep etmekle” eleştirir ve “anarşist” olarak değerlendirir.
 
Muhafazakarlığın Aydınlanma sonrasında ortaya çıkan Batılı bir ideoloji olarak, aile ve geleneksel ahlak konusundaki tezlerini benimser. Bediüzzaman için kadının yeri “ailedir”. Kadının çalışma hayatına ve siyasete katılması bir ruhsattan ibarettir; tercih edilecek bir durum değildir. Bediüzzaman’ın dinsizliğe ve bunun beslediği bu dünyacı ahlakın tezahürlerine karşı-alkolizm, evlilik dışı seks, uyuşturucu bağımlılığı, eşcinselliğin normal bir beşeri tercih olarak görülmesi vb.- Hıristiyanların dindar ruhanileriyle işbirliğini önemsemesi de, onun değerler ölçeğindeki muhafazakarlığının “üniversal” bir boyuta sahip olduğunu ortaya koyar.
 
KENDİSİNİ İZLEYENLERİN DOĞRUDAN SİYASETLE UĞRAŞMALARINI İSTEMEZ
 
Total ölçekte muhafazakar nitelemesinin kabına sığmayan Bediüzzaman’ın bıraktığı fikri ve ameli mirasın siyasi alandaki en önemli sonuçlarından biri, kendisini izleyenlerin doğrudan siyasetle uğraşmamaları, bilimsel ateizme karşı popüler ve entelektüel düzeyde yoğun bir mücadeleye girmeleri, milliyetçi ve milli görüşçü siyasi çizgilere mesafe koymalarıdır. Bu mesafeyi koyarken “sağcılaşmaları” ise tartışılması gereken bir durumdur. Bediüzzaman’ın din-siyaset ilişkisini ele alış biçimi, Milli Görüş hareketinin AK Partiye dönüşürken aldığı “muhafazakar demokrat” yaklaşıma damgasını vurmuştur.
 
Dini düşünce ve pratik açısından Bediüzzaman bir “müceddit” olarak görünse de, İslam’ın şeffaflığını örten bin yıllık perdeyi yırtarken bunu geleneği koruyarak yapması, fıkıh alanına hemen hiç girmemesi, Kelam geleneğini yok saymadan yenilemesi, felsefi geleneği ise Kur’ani bakışa tabi olması şartıyla reddetmemesi onu dogmatik/nasçı selefilerden ayırmaktadır. İçtihat kapısının açık olduğunu kabul etmesi, fıkhın, tarihsel olanı mutlak olana dönüştüren çizgisiyle arasına büyük bir mesafe koymaktadır. Bediüzzaman, yeni/modern bilimleri “mana-yı harfi” çerçevesi içinde dinle buluştururken dini statükoya  “elmas bir kılıç” savurur. Bu da statükoculuğun aslında muhafazakarlığa karşıt bir pozisyon olduğunu net biçimde ortaya koyan bir durumdur.
 
TARİKATLARI HİÇBİR ZAMAN REDDETMEZ
 
Tasavvufla tarikatı birbirinden ayırırken ve Risale-i Nurların sözel tasavvuf örnekleri olduğunu söylerken, tarikatları hiçbir zaman reddetmez; yalnızca öncelik sıralamasında iman esaslarını takdim ederek tarikat iltizamının ikincil olmasının gereğine dikkat çeker. Böylece tasavvufu tecdid ederken tarikat formlarını tecviz ederek berrak bir muhafazakar tavır ortaya koyar. 
Günümüzde dini düşünce geleneklerinin tarihselcilikle nassçılık arasında savrulmasına rağmen, ana gövdenin bu akımların dışında kendisini konumlandırmayı başarmış olmasında hiç şüphesiz Risale fikriyatının katkısı göz ardı edilemez. 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum