Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye'de Hz. Peygamberi (asm) nasıl tasvir ediyor?

Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye'de Hz. Peygamberi (asm) nasıl tasvir ediyor?

Bediüzzaman İslamiyet ve Peygamber’i (sav) hakkında bu ve benzeri görüşler ortaya atan Batılıları da eserlerinde cevaplar vermiştir.

Doç. Dr. Yasin Yılmaz, Risale akademi'nin düzenlediği Mesnevi-i Nuriye Müzakerelerine katıldı. "Mesnevi-i Nuriye'de Peygamber Efendimizin (asm) Tasviri" başlıklı seminer notları şöyle:

İslam dünyasının siyasî olarak parça parça olduğu, İslam’ın temel ilkellerinin sığlaştığı ve anlamsızlaştırılmaya çalışıldığı bir zamanda yaşıyoruz. Batının birçok alanda İslam dünyasını hegemonyası altına alması üzerine dinî, ahlakî ve kültürel değerlerin aşındırıldığını görmekteyiz. Velhasıl Müslümanlar üzerinde sert bir sam yeli esmekte ve her şeyi kökünden yakmaktadır.

Bununla birlikte, bu kadar olumsuz şartlar altında bile bir şeyler yapmak zorunda olduğumuzu unutmamamız gerekmektedir. Bundan dolayı bunun farkında olan biz Müslümanların, ümitsizliğe düşmeden daha çok çalışmamız gerekmektedir.  Bu hususta da en büyük rehberimiz Hz. Muhammed (sav) olmalıdır. Çünkü bütün olumsuz şartlar onun aleyhine ittifak etmesine rağmen hiçbir zaman ümit kesmeden ilahi yönden görevlendirildiği vazifeyi ve gerçekleştirmek istediği ideali için çalışmıştır. Hz. Peygamber (sav), müşriklerin ve inkârcıların şiddetli karşıtlığına ve baskılarına rağmen peygamberliği boyunca ayetleri uygulama ve davranış noktasında İslam ümmetine örnek olma görevini yerine getirmede şartlar ne olursa olsun vazgeçmemiştir. Her türlü zorluğa rağmen Kur’an’ın 23 yıllık iniş süreci aynı zamanda, Hz. Muhammed’in (sav) Kur’an’a dair uygulamalarının yer aldığı ve kök saldığı ifade etmektedir.[1]  

Bizim de bu çalışmada amacımız Bediüzzaman Said Nursi’nin Mesnevî-i Nuriye adlı eserinde Hz. Peygamber’i (sav) nasıl tanıttığını gücümüzün yettiği kadarıyla ortaya koymaktır. Çağımızda eser veren bir düşünürün düşüncelerini ve tezlerini ortaya koymak bizim ilmimizin fevkindedir.

Bediüzzaman, Osmanlının en uzun yüzyılı denilen 19. yüzyılda doğmuş ve kültürel değişimlerin ortaya çıktığı 20. yüzyılın bütün olumsuzluklarını görmüştür. Ülkenin sosyo-ekonomik ve kültürel kriziyle genç yaşta yakından ilgilenmeye başlamış, İstanbul’a giderek eğitim, ilim ve ekonomi ile ilgili projelerini takdim etmiştir. Ancak büyük sıkıntılar içerisinde olan saraydan beklediği desteği bulamamıştır. Bunun üzerine genel olarak dünya, özel olarak da Türkiye’nin içine girdiği kültürel konjonktürün çok olumsuzlaştığı düşüncesiyle, kendisini ilmî çalışmalara ve bunun tabi sonucu olarak da eserler vermeye karar vermiştir.[2]

Siyasî alanda Meşrutiyet, İttihad ve Terakki ile İslamî değerlerin tamamen terk edildiği Cumhuriyet dönemlerinde yaşamıştır. Bu dönemlerde eğitim alanında büyük sancılar yaşanmış ve bundan dolayı da medreseler işlevini kaybetmiş, yeni kurulan devlette Batı tarzı eğitime geçilmiş, ancak bu eğitim kurumlarının müfredatının inkâr-ı ulûhiyet üzerinde olduğu yaşanan olumsuz olaylar ile eldeki belgelerden anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman’ın klasik İslam ulemasından farklı birçok yönü bulunmaktadır. Onun yaşadığı sosyo-kültürel çevre ile klasik ulemanın yaşadığı sosyo-kültürel çevre arasında belirgin farlılıklar görülmektedir. Klasik dönemde âlimler, toplumun en üstünde yer almakta, padişahlar, sultanlar ve halifeler de dâhil olmak üzere tüm kesimler tarafından aşırı bir iltifat gösterilerek onları, takdir ve tebrik edilmekte idi. Gazali’yi dönemin en büyük âlimi yapan, çağının en dirayetli ve etkili veziri Nizamülmülk korumuştur.

Fahreddin Râzî, bir yerden başka bir yere giderken servetinin develerle taşındığı, bir beldeye uğradığında, çevredeki insanlar atlarına binerek ziyaretine geldiği, elini öptüğü ve sohbetine katıldığı rivayet edilmektedir. Molla Fenarî’nin, evinden medresesine her sabah yüzlerce kişinin katıldığı büyük bir merasimle götürüldüğü belirtilmektedir.[3]

Diğer yandan klasik çağlarda inkâr-ı vacibul’vücud son derece azdı. O dönemde ulema, fen ve felsefeden değil de cehaletten gelen tehlikeleri kolaylıkla bertaraf edebiliyordu. Dolayısıyla ulema, bilgi, ilahiyat, tabiat ve siyaset felsefesi gibi konularda son derece rahat ve özgür idi. Geliştirdikleri farklı yaklaşımlarla/delillerle insanların düşünce sistemlerinin yıkılması, boşluğa düşmeleri, bundan bozguncu çevrelerin yararlanıp fesatlarını artırması gibi tehlikeler söz konusu değildi. Bu yolda cehaletten dolayı farklı bir düşünce içinde olan bir kimseyi, düştüğü cehalet şüphesinden kurtarmak kolaydı. Dönemin otoritesi olan bir âlimin o konudaki sözlerinin iletilmesi yeterliydi.[4]

Modern çağ denilen günümüzde ise, insanlığın sadece imanı değil, tüm değerleri, materyalist, ateist ve sekülerist akımların korkunç bombardımanı altında kalmıştır. Bu bombardımanda bir insanda bulunması gereken iffet, iman, itaat, ubudiyet gibi bütün değerler hedef alınarak, bunların sökülüp atılması amaçlanmıştır. Dolayısıyla pozitivizm, rasyonalizm, modernizm ve bunların uzantıları olan diğer felsefî akımların etkisiyle çağımızdaki bombardıman, tarihte zaman zaman yaşanan ve belli insanların üstlendiği bir faaliyet olmamış, aynı zamanda ekoller, okullar ve hatta devletlerin temel ideolojisi olmuştur.

Klasik kelamcılarla mukayese ettiğimizde Bediüzzaman’ın ne kadar farklı bir ortamın ve çağın düşünürü olduğunu görürüz. Buna rağmen Fahreddin Râzî, Gazali, Molla Fenari gibi klasik ulemaya gösterilen ilginin binde biri bile Bediüzzaman’a gösterilmemiştir. İlgi gösterme bir yana varlığından rahatsızlık duyulmuştur. Gerçekten İslam tarihinde ulemanın saltanatı, itibarı ve statüsü Nursi’nin durumuyla mukayese edildiğinde, bu çağın insanları olarak tarihten özür dilemek durumunda kalırız.[5] Çağının bir Gazali’si, bir Fahreddin Râzî’si ve bir Molla Fenari’si olan Bediüzzaman’a, düşünce, din ve vicdan hürriyetinin olduğu iddia edilen bir çağda  yapılan muamele defalarca zehirlemek, o yaşlı ve son derece zayıf bünyeli insanı dondurucu soğuklarda yıllarca zorunlu ikamete mecbur tutmak, memleket mahkemelerinde dolaştırmak ve hapishanelerinde yer hazırlamak olmuştur.[6]

Böyle, son derece olumsuz sosyo-kültürel ve ekonomik şartlar altında Bediüzzaman, klasik düşünürlerin yöntemini benimsememiştir. Çünkü akıl ve felsefeden gelen tehlikelerin bertaraf edilmesi için acil çözümler gerekiyordu. İnsanların iradeleri kilitlenerek sefahat ve günahlara savrulmakta, ahlakî ve manevi hayatları zehirlenmekte ve bunun da süratle önlenmesi gerekmekteydi. Özellikle mekteplerde okuyan kesimlerde ciddi bir ateizm hastalığı yaygınlaşmaktaydı ve bu hastalıkla mücadele edilmesi için Kur’an merkezli reçeteler ortaya koyulmalıydı. Bundan dolayı da Bediüzzaman, bütün mesaisini iman üzerine yoğunlaştırarak, bir nur göstermiş, yolunu şaşırmış insanların yollarını imanî derslerle aydınlatmaya çalışmıştır.

Bediüzzaman bu konuda siyasetten uzak durarak, Kur’an temelli olan, iman üzerine kurduğu hizmet esasıyla tereddüt içerisinde olan insanların imanını kurtarma yolunda hayatını ortaya koymuştur. İçinde bulunduğu ve yaşadığı çağda Kur’an, Hz. Peygamber (sav) ve hatta İslam’la ilgili hususlarda ortaya çıkan meselelerde kenarda durmayıp ya içinde ya da önünde durarak insanlara Kur’anî yolu göstermeye çalışmıştır.

Onun yoğun bir şekilde geçen istisnaî hayatından bizlere manevi ve onurlu bir yaşam, şaşırtıcı bir dürüstlük, ideal uğruna her türlü fedakârlığa katlanabilme gücü, engin bir şefkat ve hoşgörü, en olumsuz şartlarda bile ümitsizliğe düşmeme iradesi miras kaldı. Ayrıca bizlere, dinî, sosyal, kültürel açılardan iyice gözden geçirilmesi gereken zengin bir külliyat bırakmıştır.

MESNEVÎ-İ NURİYE

Bediüzzaman Said Nursi medrese eğitimiyle İslamî ilimlerde kazandığı derinliğini, çeşitli alanlarda yaptığı tetkiklerle tamamlamış, bu arada dönemin gazetelerini takip ederek hem Osmanlıda hem de dünyadaki gelişmeleri takip etmiştir. Bu arada doğup büyüdüğü şarkî Anadolu’nun problemlerini bizzat yaşayan Nursi, en acil ihtiyacın eğitim olduğu kanaatine varmış, bundan dolayı da doğuda insanların İslamî şuura ulaşmaları için din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversitenin açılmasının zaruretini her platformda ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak yaşadığı dönemlerin yöneticilerinden yeterli desteği göremeyen Bediüzzaman, bu amacını eserler vererek gerçekleştirme yoluna girmiştir.

Üzerinde duracağımız Mesnevî-i Nuriye, Bediüzzaman’ın Arapça olarak ilk yazdığı eserlerinden birisidir. Bu eserinde daha sonra Risale-i Nur’u oluşturacak olan meselelerin özeti verilmiştir. Daha önce dediğimiz gibi inkâr-ı ulûhiyetin kasıp kavurduğu bir dönem olması hasebiyle eser, buna karşı isbat-ı ulûhiyet üzerinde durmaktadır. Nursi’nin tespitine göre Kur’an’ın dört ana konusu vardır. Bunlar; Tevhid (Vahdaniyet), Haşir, Nübüvvet (Peygamberlik) ve İbadet ile Adalettir. Bu eserde Kur’an merkezli isbat-ı ulûhiyet üzerinde durarak, çağımızın vebası Batı orijinli olan felsefî akımlara cevap vermiştir.

Bediüzzaman söz konusu eserinde, insanların bu çağda düşünecek zamanlarının olmadığını dikkate alarak, günlük yaşanan müşahhas olaylardan hareket ederek temsil/analoji yöntemini kullanmıştır. Bediüzzaman fen ve felsefenin hücumuna karşı klasik kelamcıların geliştirdiği uzun uzun anlatılarak asıl amacın kaybolduğu metotlardan uzak durarak Kur’anî metodu esas almıştır. Çünkü Kur’an’da derin ve anlaşılması zor hakikatlerin basit misaller yoluyla anlatıldığını görmekteyiz. Verilen bu misallerde söz konusu gerçekler, sıradan insanların anlayabileceği basit bir tarzda beyan edilmiştir. Nursi Mesnevî-i Nuriye başta olmak üzere hemen hemen bütün eserlerinde muğlâk meseleleri akla takrip edebilmek için temsilî denilen Kur’anî metodu kullanmıştır. 

Eser Arapçadan kardeşi Abdulmecid Nursi tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Mütercim, yazdığı “Îtizar”da aslındaki ulviyet, kuvvet ve cezaleti muhafaza edemediğini söylese de, tercüme anlaşılır ve o dönemin diline uygun yapılmıştır.[7] Çünkü tercümenin Risale-i Nur mizanlarına uygun olduğunu ve Bediüzzaman’ın daha sonra telif ettiği eserlerinin mütemmimi olduğunu görmekteyiz.

Eser inkâr-ı ulûhiyete karşı ispat-ı ulûhiyet anlayışıyla tevhid merkezli olarak yazılmıştır. Her bölüm ya doğrudan ya da dolaylı olarak Allah’ın varlığının mutlaklığı, sıfatları ve kâinat üzerindeki tasarrufunu ele almaktadır. Reşhalar bölümünde de Hz. Peygamber’in (sav) diliyle, yaşamıyla tevhidi nazara vermektedir.

MESNEVÎ-İ NURİYE’DE HZ. PEYGAMBER  (SAV)  TASVİRİ

Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşadığı dönemde Batıdaki Hz. Muhammed (sav) tasavvurunun içimizde yaşayan bazı kişiler tarafından da aynen kabul edildiği görülmüştür. Batı/Hıristiyanlar İslam’ın doğuşunun ilk yüzyılından itibaren İslam’ı ve peygamberini haksız yere eleştirerek etkisizleştirmeye çalışmıştır. Özellikle Ortaçağ’da Müslümanların fetih hareketleriyle topraklarını kaybeden Hıristiyan kökenli devletler, İslam’ı ve Hz. Peygamber’i (sav) kendilerine düşman olarak görmüşlerdir. Bunun kültürel yansıması olarak İslamiyet ve Hz. Peygamber (sav) aleyhine çok sayıda eserler ortaya koymuşlardır. Osmanlının Batıya açılması üzerine, eğitimini Avrupa’da yapan ve dil bilen kişiler Batı’nın kültüründen etkilenerek, İslam’ı eleştiren eserleri Türkçeye tercüme etmişlerdir.

Pozitivist fikirlerin yansıması olan bu eserlerdeki düşünceler, dünyayı etkisi altına aldığı gibi Osmanlı da bundan bigâne kalamamıştır. Avrupa’da özellikle de Fransa’da eğitim gören Abdullah Cevdet, Baha Tevfik ve Nuri İleri gibi genç Türkler (Jöntürkler), temeli dinleri yok sayan ve İslamiyet’e eleştirel yaklaşan bu kitapları Türkçeye tercüme ederek büyük ihanete imza atmışlardır. Özellikle de Abdullah Cevdet’in Hollandalı müsteşrik Dozy’nin, Hz. Peygamber’i (sav) aşağılayan, haksız yere eleştiren eserini Tarih-i İslamiyet adıyla Türkçeye tercüme etmesi o günün kamuoyunda büyük infial uyandırmıştır. Bir müdafaasında Bediüzzaman Said Nursi’nin de dikkat çektiği[8] bu eser, İslam dünyasında Kur’an ve Hz. Peygamber (sav) aleyhtarlığını yaymak amacıyla Türkçeye aktarılmıştır.

Bediüzzaman İslamiyet ve Peygamber’i (sav) hakkında bu ve benzeri görüşler ortaya atan Batılıları da eserlerinde cevaplar vermiştir. Bu konuları ele alırken mü’minin kalbine ve vicdanına, muhaliflerin de akıllarına hitap ederek İslam’ın ve Peygamber’inin (sav) önemini vurgulamaya çalışmıştır.

Eserin “Reşhalar” bölümünde Hz. Peygamber’in (sav) risaletini, konumunu, şahsını, ahlakını, ibadetlerini, gönderildiği muhitin önceki ve sonraki durumu ile faaliyetlerini nazara vererek tevhide ulaşan bir yol takip etmiştir. Söz konusu bölümün başında “Hâlık-ı Âlemi bize tarif ve ilan eden deliller ve bürhanlar, lâyüad ve lâyuhsadır.” diyerek vereceği bilgilerin tevhide/vahdaniyete ait olacağını belirtmektedir. Bu delillerin sayısız ve sonsuz olduğunu bildirdikten sonra üç tane külli muarriften yani tarif ediciden bahsetmektedir.[9]

Bunları da şöyle sıralamaktadır:
a. İçinde yaşadığımız, bazı ayetlerini gördüğümüz ve işittiğimiz kitab-ı kebir-i kâinattır.
b. Bu kitabın ayetü’l-kübrası ve peygamberler topluluğunun sonuncusu ve Allah’ın gizli hazinelerinin anahtarı olan Hz. Muhammed (sav)’dir.
c. Kâinat kitabının tefsiri, yaratılmışlara karşı Allah’ın hücceti olan Kur’an’dır.[10]

1. Hz. Muhammed’in (sav) Risaletinin Şumülü

Bediüzzaman, burada klasik ulemadan farklı bir yol izleyerek sadece ikinci burhan üzerinde durmaktadır. Selefleri olan ulema bir konuyu izah ederken sıraladığı maddeleri teker teker açıklarlardı. Ancak Bediüzzaman sadece ikinci delil üzerinde durarak hem birinci hem de üçüncü delilerin de ispatını yapmaktadır. Çünkü yine kendisinin belirttiği gibi ikinci delilin birçok özelliği vardır. Bunlar:

a. Hz. Muhammed (sav) kainat kitabının en büyük ayetidir.
b. Peygamberler topluluğunun hatemi yani sonuncusudur. Hatem aynı zamanda mühür de demektir. Herhangi bir faaliyet ya da iş tamamlanınca o mühürlenerek bitirilir. Kendisinden sonra peygamber gelmeyeceğine işaret etmektedir.

c. Allah’ın yarattığı ve kainat kitabında mevcut olan gizli hazinelerinin anahtarıdır. Yani Hz. Muhammed (sav) bize Allah’ın varlığını, birliğini, sıfatlarını tanıttığı gibi geçmiş bütün peygamberlerden, meleklerden ve ahiretin varlığından da haber vermektedir. Dolayısıyla o zatın bu liyakatını iyi bilen Bediüzzaman mesruatında sadece ikinci delil (Hz. Muhammed -sav-) üzerinde durarak maksadını ifade etmektedir.

Bediüzzaman, diğer yandan ilk reşhada onun konumu üzende de durmuştur. Onun Allah’ın varlığını bütün insanlığa bildiren “pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik, burhan-ı natık”[11] olduğunu vurgulamaktadır.  Kendisinin önce soru sorup sonra cevaplaması da yine onun farklı yönlerinden birisidir. Bu konuda verdiği bilgiler aynı zamanda Hz. Peygamber’in (sav) evrensel bir peygamber olduğunu ortaya koymaktadır. 
Bediüzzaman Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliği için;
a. Sath-ı arz, Mescid-i Aksâ’sıdır. Bu ifade ayrıca yeryüzünün onun için mescit kılındığına da işaret etmektedir.
b. Onun için Mekke-i Mükerreme mihrap olmuştur. Çünkü Mekke’de bulunan yeryüzündeki ilk mabed ve kıblegahımız olan Kâbe bulunmaktadır. Bütün Müslümanlar mescit ve camilerde mihraba yönelirler, dünyadaki bütün mihraplar da Mekke’deki Kâbe’ye doğru inşa edilmektedir.
c.  Onu için Medine-i Münevvere de bir minber konumundadır. İslam tarihinde İslam devletlerinde minberler halka yöneticilerin arzuhallerini bildirdiği yerler olmuştur. Hz. Muhammed (sav) de Medine’ye hicret ettikten sonra orada çok kültürlü ve inançlı bir devletin başkanı olarak ilahi mesajını önce mahalli sonra da evrensel olarak iletmeye başlamıştır.

d. O, Allah’a inananların son imamı ve insanlığın en meşhur hatibi olmuş, insanlığa dünya ve ahret için kurtuluş reçetesini sunmuş ve insanlığın nasıl mutlu ve huzurlu olacağının ilkelerini ortaya koymuştur. Dolayısıyla risaletinin hem evrensel ve hem de kıyamete kadar devam edeceğini vurgulamaktadır. 
e. Bütün peygamberlerin reisi ve onların gelip geçtiğini hem bize bildiriyor hem de onları tasdik ediyor. Ayrıca Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği din önceki dinlerin en kâmili ve onların ortaya koyduğu esasların hepsini kapsar vaziyettedir.

f. O, bütün evliyanın da başıdır. Çünkü onları risaletiyle aydınlatmış ve terbiye etmiştir. Bunun sonucunda evliya o manevi makamlara onun getirdiği esaslar doğrultusunda yükselmiştir. 
g. Bediüzzaman Hz. Peygamber’in (sav) geçmiş peygamberlerin gelip-geçtiği belirtmesine vurgu yaptıktan sonra başka bir açıdan bakarak, geçmiş peygamberler ile kendisinden sonra ortaya çıkan evliyanın da onun peygamberliğinin hak olduğu konusunda müttefik oldukları bildirmektedir.
h. Geçmiş bütün peygamberlerin en önemli davası Tevhid olduğu gibi, onun da içinde doğup büyüdüğü politeist/çok ilahlı bir toplumda en önemli görevi tevhid yani Allah’ın varlığı, birliği, sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu bildirmek olmuştur.[12]

2. Hz. Muhammed’in (sav) Nübüvvetine İşaret Eden Bazı Deliller

Bediüzzaman ikinci reşhada, “tevhidi ispat ve nevi beşeri irşad eden o nurânî burhan” dediği Hz. Muhammed’in (sav) nübüvvetine işaret eden hususları ortaya koymuştur. Bunlar:
a. İrhasat denilen peygamberlikten önce vukua gelen harikulade hallerin işareti,
b. Semavî kitapların verdiği haberler,
c. Peygamberlikten önce hatiflerin verdiği haberler,
d. Risalet görevi aldıktan sonra, inşikak-ı kamer, parmaklarından sular akması, ağaçların onun davetine icabet etmesi, duasının sonunda yağmurun gelmesi gibi hissi mucizeleri. Bunların dışında beşerin dünya ve ahiret saadetine kefil olan şeriatı, onun peygamberliğine açık bir delil olduğunu da vurguluyor.

3. Hz. Muhammed’in (sav) Şahsî Yaşantısının Tevhide Delalet Etmesi

Bediüzzaman, üçüncü reşhada “delâil-i enfusiye” dediği Hz. Muhammed’in (sav) “ahlak-ı hamide, nezih hasletleri, huyları, yüksek seciyeleri”ni nazara vererek bütün bu hasletlerin onun büyük şahsiyet-i maneviyeye sahip olduğunu belirtiyor. Diğer yandan Hz. Peygamber’in (sav) kul olarak da en yüksek seviyede zühd, takva sahibi olduğunu ve Allah’a karşı ubudiyetinde de hiç kimsenin ona yetişemeyeceğini belirtiyor.

4. Sanal Bir Şekilde Hz. Muhammed’in (sav) Ziyaret Edilmesi

Bediüzzaman dördüncü reşhada “haber almak görmek gibi olamaz” kaidesine ittiba ederek hayalen zaman ve mekân kayıtlarından çıkarak, Hz. Muhammed’i (sav) yaşadığı dönem ve muhite giderek vazife başında ziyaret ediyor. Onun Medine’de yaptığı faaliyetlerini nazara vererek şöyle belirtiyor:
a. Mürşid-i umumi (evrenselliğine işaret ediyor), hatîb-i kutsi dediği Hz. Muhammed’in (sav) mele-i âladan nazil olan mucize olan bir kitabı eline aldığını ve bütün cinlere ve insanlara dinlettiğini söyleyerek, onun hem cinlerin hem de insanların peygamberi olduğuna işaret etmektedir.
 b. Hz. Peygamber’in (sav) felsefenin içinden çıkamadığı, akılları acz ve hayrette bırakan, “Sizler kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” sorularına ikna edici cevaplar vererek, kâinatın yaratılışının acip sırlarını açtığını ve tılsımını çözdüğünü söylemektedir.

5. Hz. Muhammed’in (sav) Gerçekleştirdiği Toplumsal Dönüşüm

Beşinci reşhada yaptığı faaliyetle nasıl bir toplum oluşturduğunu örneklerle açıklıyor. Yaşadığı muhitte getirdiği ve neşrettiği nurla ağlayan, inleyen, eza, cefa ve işkence çeken, aşağılanan insanlara ümit olduğunu vurguluyor. Onun getirdiği nurla beşerin gecesini gündüze, matem-i umumi olan yeryüzünün, mescid-i zikir ve şükre dönüştürerek huzurlu ve mutlu bir toplum meydana geldiğini belirtiyor. İnsanların onun getirdiği mesaja ittiba ederek Allah katında en yükseklere çıkabileceğini ve sonuçta cennete ehil duruma geleceklerini belirtiyor.[13]  

6. Hz. Muhammed’in (sav) Allah’ın İsimlerini Tanıtıcısı ve Gizli Hazinelerinin Kâşifi Olması

Bediüzzaman, Altıncı reşhada girişte belirttiği Hz. Muhammed’in (sav) kâinat kitabının ayetü’l-kübrası olmasını açıklamaktadır. Onun bu haliyle, ebedi saadeti ihbar ve tebşir ettiğini, sonsuz rahmeti keşfettiğini, Allah’ın saltanat-ı Rububiyetinin dellalı ve Allah’ın isimlerinin gizli definelerinin keşşafı olduğunu belirtmektedir.

7. Hz. Muhammed’in (sav) Arap Yarımadasında Yaptığı Eğitim ve Sonuçları

Yedince reşhada Arap Yarımadasını ele alarak yaptığı faaliyetlerini kutsi bir kuvvet ve destekle yaptığını belirtiyor. Bir pedagog ve sosyolog gibi yaşadığı muhitte Arapların genel özelliklerin ortaya koyarak, yaptıkları kötülükleri ortadan kaldırarak yerine güzel ahlak ile donattığını söylemektedir. Yani Hz. Muhammed’in (sav) peygamber olarak gönderilmesi üzerine topluma hâkim olan aşağı ve süfli duyguları ortadan kaldırabilmek için eğitimini temelden aldığını, ortaya koyduğu eğitim teknikleri ile kısa sürede başarılı olup, o gaddar insanların medeni milletlere üstad durumuna geldiklerini belirtiyor. Eğitiminin temel ilkesinin akılları ikna, kalpleri tatmin olmasıyla o dönemin ve daha sonraki asırların insanlarının onun halkasına girdiklerini ve ebedi saadete ulaştıklarını belirtiyor.

8. Hz. Muhammed’in (sav) Toplumsal Değişimi kısa Sürede Gerçekleştirmesi

Sekizinci reşhada da yine toplumsal bir değişimi kısa sürede en yüksek bir başarı oranıyla nasıl gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor. Konu ile ilgili sigara örneğini vererek, böyle küçük bir âdeti inanlar arasından kaldırmanın ne kadar zor olduğunu nazara veriyor. İnsanların fıtratında geleneğe bağlılıkların bir vakıa olduğunu bildirerek, adetlerine ve örflerine sımsıkıya bağlı, asabi ve inatçı olan o cahil toplumu az bir kuvvetle kısa bir sürede değiştirdiğini, bunları yaparken de kaldırdığı kötü fiillerin, yerini boş bırakmayarak yüksek ve nezih adet ve ahlakla doldurduğunu bildiriyor. Bediüzzaman reşhanın sonunda günümüzün yüzlerce filozof, pedagog, psikolog ve sosyologlarına çağrıda bulunarak, Arap yarımadasına gitmelerini onun bir yılda başardığı toplumsal dönüşümü onların elli senede muvaffak olamayacaklarını belirtiyor.

9. İnsanın Psikolojik Yönüne Vurgu Yapması

Dokuzuncu reşhada Bediüzzaman, psikolojik bir yaklaşımla “aklı başında olan bir adam münazaralı davalarda yalan söyleyemez” diyerek Hz. Muhammed’in (sav) sözlerinin ve davasının doğruluğunu ispat etmektedir. İnsanın yaratılışı gereği yalanının açığa çıkacağı endişesinden korkarak, pervasız, laubali, serbest ve heyecanlı bir tarzda, âdi bir mesele de olsa küçük bir topluluk önünde yalan söyleyemeyeceğini hatırlatıyor.

Bediüzzaman insanın psikolojik yapısını karakterize ettikten sonra Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği mesajı, tereddütsüz, hicapsız, korkusuz ve teessürsüz bir şekilde, samimi bir kalp rahatlığı içinde, halis bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokundurarak, akıllarını tezyif, nefislerini tahkir edip izzetlerini kırarak okuduğunu belirtiyor. İşte onun mesajını, bu kadar rahat ve rakiplerinin damarlarına dokundura dokundura iletmesi, davasına hilenin ve yalanın karışmadığının bir delilidir. Reşhanın sonunda “O Sadece kendisine vahyolunanı söyler”[14] ayetiyle onun asla yalana ve hileye ihtiyacının olmadığını belirtmektedir.

10. Hz. Muhammed’in (sav) Kur’an’la Beşeri Kurtuluşa Çağırması

Bediüzzaman onuncu reşhada kâinatta Allah’ın tasarrufundan bahsederek hem kendi risaletine hem de âlemlerin yaratıcısının varlığına ve birliğine atıfta bulunmaktadır. Diğer yandan terğib ve terhib metodunu kullanarak, Hz. Peygamber’in (sav) bazı Kur’an ayetlerini nazara vererek beşerin dikkatini çektiğini hatırlatıyor. “Güneş katlanıp dürüldüğünde”,[15] “Gökyüzü yarıldığında”,[16] “Yerküre kendine has sarsıntı ile sarsıldığında”[17] ayetlerini nazara vererek, o mürşid-i şehrin beşeri gelecekteki olaylar için dikkatli olmaya çağırdığını bildiriyor. Bu doğrultuda beşer daha mutlu daha müreffeh bir hayatın varlığını da hatırlatıyor.

11. Hz. Muhammed’in (sav) Görev ve Sorumluluğuna İşaret Etmesi

On birinci reşhada yine Hz. Muhammed’in (sav) hem risaletine hem de vahdaniyet-i ilahiyenin burhân-ı sâdık-ı nâtık olduğuna vurgu yapmaktadır. Onun tevhidin bir gerçek olduğuna, ebedi saadetin var olacağına kati bir delil olduğunu bildiriyor.
Bediüzzaman tekrar Hz. Muhammed’in (sav) görev ve sorumluluğunu ortaya koyuyor ve onun, bütün insanlığın imamı, mescidinin bütün yeryüzü ve cemaatinin de Hz. Âdem’den kıyamete kadar bütün insanlık olduğunu belirtiyor.

12. Hz. Muhammed’in (sav) Mesajıyla Aydınlanan Kişileri Nazara Vermesi

On ikinci reşhada Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği mesajla yani Asr-ı Saadetin güneşinden ışık almış, manevi olarak yüksek makamlara çıkmış ve beşeriyeti aydınlatmış kişilerin isimlerini nazara vermektedir.
Bölümün sonunda Bediüzzaman, Hz. Muhammed’in (sav) risaletini ispat eden delilerin büyük bir yekûn tuttuğuna işaret ederek, 19. Söz, 19. Mektupta bine yakın mucizesinin ayrıntılarını yazdığını bildiriyor. Ayrıca Yirmi Beşinci Söz’de de Hz. Muhammed’e (sav) indirilen ve kırk vecihle mucizeliğini ispat ettiğini bildiren Bediüzzaman, Kur’an’ın da onun en büyük mucizesi olduğunu ve risaletine şehadet ettiğini ortaya koyuyor.

SONUÇ

Bediüzzaman Said Nursi ruhun ötelendiği, kutsalların yok sayıldığı ve inananların her türlü eza, cefa, zulüm ve işkencelere maruz kaldığı bir çağda yaşamıştır. Bir asra yaklaşan hayatında dünyaya adaletin ne olduğunu bildiren büyük bir devletin yıkılmasıyla kurulan yeni ve Batıya dönük olan bir devlette inkâr-ı ulûhiyet fikrine karşı mücadele etmiştir. Ortaya koyduğu eserlerinde Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir ışık olduğunu belirtirken, Hz. Muhammed’in (sav) de peygamberliğinin hak ve hakikat olduğunu ortaya koymuştur.

Bediüzzaman eserlerinde Kur’an ve Hz. Peygamber’le (sav) ilgili hem şüphelere hem de Batılı münekkitlerin görüşlerine aklî ve muknî cevaplar vermiştir. Batıda ortaya çıkan ve dinsizliği işmam eden düşüncelerin yanlışlığını akıları ikna ve kalpleri tatmin ederek ispat etmiştir. Söz konusu eserinde de yine isbat-ı vacibu’l-vücud üzeninde durarak kararan kalpleri aydınlatmaya çalışmıştır. Bu meyanda “Reşhalar” bölümünde de Hz. Muhammed’in (sav) risaletini ve onun vasıtasıyla Allah’ın varlığını ve birliğini ispat etmiştir.

Bunu yaparken iki yönlü bir bakış açısı ortaya koymuştur. Allah-Peygamber ilişkisi içerisinde, Yüce Yaratıcı’nın risaletle görevlendirdiği Hz. Muhammed’in (sav) ahvali, etvarı, ubudiyeti, insanlar arası ilişkileri, hoşgörüsü ve merhameti ile kâinatın en mükemmel insanı olduğunu belirtiyor. Peygamber-Allah ilişkisi açısından da Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini O’nun tarafından gönderilen bir peygamber olduğu şuuruyla en mükemmel şekilde ispata çalışan âli şahsiyet olduğunu bildiriyor.
                                                                                                                          
[1] İlyas Canikli, Hz. Muhammed Özelinde Peygamber Aleyhtarlığı, Fecr Yay. Ankara 2016, s. 14.
[2] Geniş bilgi için bkz.; Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı; Muhsin Abdulhamid, Modern Asrın Kelam Alimi Bediüzzaman Said Nursi, (Çev. Veli Sırım), İstanbul 1998, s. 13; Safa Mürsel, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi, İstanbul 1976, s. 41; Necmettin Şahiner, Son Şahitler II, İstanbul 1981, s. 11; Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı, (Çev. M. Çulhaoğlu), İletişim Yayınları, İstanbul 1992, s. 49; Şükran Vahide, “Modern Çağda Cihad: Bediüzzaman Said Nursi’nin Cihad Yorumu”, Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu III, Nesil Yayınları, İstanbul 1996, s. 120; Ebu’l-Hasen en-Nedvî, “Bediüzzaman ve Davası”, ” Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu III, Nesil Yayınları, İstanbul 1996, s. 203; Ali el-Kettanî, “Bediüzzaman’ın Düşüncesinde Cihad”, ” Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu III, Nesil Yayınları, İstanbul 1996, s. 219; Süleyman Aşratî, Bediüzzaman Said Nursi er-Risalü’l-Ümme, Camiatü Vehran, Vehran 1999, s. 5 vd.   
[3] Taşköprü-zâde, Ahmed Üsamüddin E., eş-Şakaiku’n-Nu’mâniyye, Haz. A. Özcan, Çağrı Yay. İstanbul 1989, s.19.
[4] Bünyamin Duran, İslam Düşüncesi Geleneği Açısından Bediüzzaman, Risale-i Nur Enstitüsü Yayınları, İstanbul 2001, s. 43.
[5]Bünyamin Duran, age, s. 43.
[6] Bkz. Bedüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, Almanya 1994; Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Yeni Asya Yayınları, 12. Baskı, İstanbul trs. 
[7] Bediüzzmana Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, (Müt. Abdülmecid Nursi), Almanya 1994, s. 9.
[8] Bediüzzaman Kur’an ve Hz. Peygamber aleyhinde yazılan bu eserin serbest olmasıyla ilgili Denizli Mahkemesinde şöyle demişti. “Kur’an aleyhinde yazılan Dr. Dozy’nin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlara, hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye düsturuyla, bir suç sayılmadığı halde; hakikat-ı Kur’aniyeyi ve imaniyeyi öğrenmeye gayet muhtaç ve müştak olanlara, güneş gibi bildiren Risale-i Nur’u okumak ve yazmak bir suç sayılmış….” Bkz. (B. S. Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 355) Bu şekilde Dozy'nin hakaret ve iftiralardan ibaret olan eserini eleştiren Bediüzzaman, bu eserin yayın ve dağıtımına fikir hürriyeti adı altında izin verilirken, bu iftiraları izale edip gençleri fikir bunalımına düşmekten kurtaracak olan eserlere karşı takınılan tavırlara ve neticesinde meydana gelecek felaketlere dikkat çekmiştir. Aynı müdafaada Bediüzzaman o konudaki görüşlerine şöyle devam etmektedir. “Acaba, mahkeme-i kübrada, bu üç yüz milyon davacıların karşısında sizden sorulsa ki: "Doktor Dozy'nin, baştan nihayete kadar serapa Islamiyetiniz ve vatanınız ve dîniniz aleyhinde ve Frenkçe Tarih-i İslam namındaki eseri ki; zındıkların kütüphanelerinizdeki eserlerine, kitaplarına ve serbest okumalarına ve o kitapların şakirtleri, kanununuzca cemiyet şeklini almalarıyla beraber, dinsizlik veya komünistlik veya anarşistlik veya pek eski ifsat komitecilik gibi, siyasetinize muhalif cemiyetlerine ilişmiyordunuz.” (Bkz.; B. S. Nursi, Tarihçe-i Hayat, s. 363-364)      
[9] Bediüzzaman klasik ulema gibi isbat-ı vacibü’l-vücudda tek bir delille yetinmemiştir. Onlardan her biri hudûs, imkân, ille-i gâiye, ilk muharrik gibi bir delil üzerinde durmuşlardır. Nursi ise analojik/temsilî denilen metotla “her şeyde Allah’ın varlığına göden bir yol vardır” diyerek, kâinattaki hadiseleri örnek göstererek çok sayıda delil ortaya koymuştur. Bundan dolayı da Allah’ı bize tanıtan delillerin sayısız olduğunu söylemektedir.   
[10] B. S. Nursi, Mesnevî-i Nuriye, s. 21.
[11] B. S. Nursi, Mesnevî-i Nuriye, s. 21.
[12] B. S. Nursi, Mesnevî-i Nuriye, s. 22.
[13] Hz. Muhammed (sav) “benim ashabım yıldızlar gibidir hangisine tabi olursanız size hakkı hakikati gösterir” demiştir. 
[14]Necm, 53/4.
[15] Tekvîr, 81/1.
[16] İnfitâr, 82/1.
[17] Zilzâl, 99/1.

Kaynak: www.RisaleAkademi.org 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum