Bediüzzaman, menfilikleri daim küçültmüş

20. Emirdağ Lahikası Müzakerelerinden notlar ve hatıra getirdikleri

Lahika mektubları, imanî ve Kur’anî bir hayatın nasıl yaşanacağını talim ediyorlar. Risale-i Nur’un Kur’andan gelen kudsî hakikatlerinin günlük hayat içinde nasıl yaşanacağını; imanını taklitten tahkike çıkaranların içtimai hayattaki duruşlarının ne olması gerektiğini öğretiyorlar.

Bu düsturlara hakkıyla riayet etmek elde kor ateş tutmak kadar zor olsa da başkalarının gündemleri içinde sürüklenmekten bizi kurtarıyor ve kalb selametini, vicdan rahatını temin ediyor. Çekilen zahmetlerin makbuliyet alameti olduğunu ihtar edip “acaba yanlış mı hareket ediyorum” şüphesinden bizi kurtarıyor.

Bu düsturlara hakkıyla riayet edebilmek elbette evvel emirde onları anlamakla mümkün olabilir. Bu nedenle mektubların hem ciddi tetkik edilmesi hem de derdi hakkı aramak olan ihlaslı hey’etler ile müzakeresi ehemmiyetlidir. Böylelikle fiillerimiz ortak aklın yol göstermesi ile istikameti kazanabilir.

Bu manada yaptığımız her müzakere “Ya Rabbii! İmana ve Kur’ana Risale-i Nur’un Kur’anî tarz ve üslub ve mesleği ile hizmet etmeyi nasib eyle” duasını bir daha bir daha etmek manasını taşır.

Bu hafta müzakere edilen konuların bazılarından kısa bazı notlar ve düşündürdükleri:

  • Said Nursî, Ankara makamlarına yazdığı mektubun başına bu notu düşüyor: “Hakiki adalet ve hürriyet için çalışan zâtlara birkaç nokta beyan ediyorum:…[i] Gerek o gün olsun gerekse bu gün; yapılan zulümler ve işkenceler ve haksızlıklar hep adalet ve hürriyete çalışmak, memleketin hayrına olanı yapmak perdesi altında yapılmaktadır[ii]. Said Nursî’nin bu mektubuna ancak insaflı ve hakiki adalete çalışan muhatap olabilecektir. Çünkü Risalelerin beraat kararı temyiz mahkemesince kaziyye-i muhkeme[iii] haline getirilmesine rağmen Afyon mahkemesinde bir daha dava açılmıştır. Bununla beraber dinsizliği ve komünizmi yayan eserler serbest bırakılmakta ve Risale-i Nur’lar sanki zararlı imiş gibi daima müsadere edilmektedir.
  • Biz, bugünü okuyabilmek için Emirdağ Lahikasına muhtacız. Müdakkik bir nazar ile bakabilsek bir filim ile senaryosu birbirine ne denli muvafık ise lahika mektubları ile bugün yaşananlar da aynen öyledir. Bu bağlamda, nerede duracağımız, nasıl tavır takınacağımız hatta hangi cümleleri kullanabileceğimize varana kadar bu mektublarda mevcuttur. Kendini müdafaa etmek durumunda kalanlar da kendilerini nasıl müdafaa edebileceklerini lahikaları tetkik ederek bulabilirler.
  • Risale-i Nur’un tevhide dair bahisleri ile bu mektublar birebir örtüşmektedir. Risalelerdeki tevhid nazarını kazanan bir şahıs o nazara uygun hareke ve fiillerde bulunacaktır. Tevhid nazarı imanı ve ameli birbirinden ayırmaz. Allah’a imanı tam olanın amelinde de sadece İlahî rıza olacaktır. Lahikalarda gördüğümüz tarz-ı hareket ve bakış açısı, değerlendirme tarzı imanın bir tezahürüdür.
  • Mektubları “Üstadımızın bir yadigarıdır” diye değil “Kur’anın talimatıdır[iv]” nazarı ile okumak kendimize çeki düzen vermek adına istifadeye medardır.
  • Nurculuk zor bir meslektir, karlı dağlarda yol açmak, öncü birlik olmak, akıncı olmak gibidir.
  • Risale-i Nur’u okuyanlar ve hizmet edenler çoktur fakat meslek esaslarını ve tarzını muhafaza ederek hizmet edenleri azdır.
  • Sırran tenevveret düsturuna muhalif hareket etmek nurdan mahrum kalmaya sebeb olabilir. Mahiyeti ve hakikati itibariyle inhisar altına alınmayan nuru birilerine, bir cemaate bir mekana hasretmek hatadır. Bir şahsı nurun menba’ı olarak kabul etmek, o şahsın zulmetli tarafını görüp inkısar-ı hayale uğramayı netice verebilir. Nuru ille bir şahısla düşünmek istersek her mevcudun kendisi ile alakadar olduğu Nur-u Ahmedî (asm) ı düşünebiliriz. Ve O (asm) dahî menba değil mazhardır.
  • Nurun menba’ı açıktır ve bellidir[v]. Nuru bir şahsa veya cemaate hasretmek, âyetin ifadesi ile “Allah ile beraber başkalarını çağırmak” manasına gelebilir. Bediüzzaman, Risale-i Nur’un gönüllerdeki tesirinin sebebini bu cümle ile ifade eder: “Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur”
  • Artık fertlerin bir cemaate bağlı kalmalarından ziyade Kur’an ve imana, Efendimiz (asm)ın bu asırda sesi ve nefesi olan Risale-i Nur’un meslek esaslarına sadakat öne çıkmaktadır.
  • İster dindar azaları bulunsun ister dine düşman; rejimin tarzı budur ki; rüşvet vererek kendi adamlarını, taraftarlarını etrafına toplar. Said Nursî’ye siyaseti şeytan muzırlığında gösteren de bu tarafgirliktir. Kendine taraf olan şeytana nerede ise rahmet okumak ve muhalifine melek yardım etse ona lanet okuyabilecek körlüğe dek gitmek…
  • Bir himayeyi, bir desteği, bir yardımı kabul etmeden evvel Nur Talebelerinin (ve her insanın da) çok dikkat etmesi gerekir. Süfyanın tarzı odur ki; iltifat eder, el üstünde tutar, maaş verir, hangi damarı zayıf ise onu okşar ve dilediği gibi kullanır. Kişi manen ve maddeten neye alet olduğunu fark edemeyecek bir doyuma ulaşır. Bu rahatlık sorgulamaya ve koynundaki yılanı fark etmeye mani olur. Bu konuyla ilgili olarak önümüzde harika bir misal vardır: Bediüzzaman kendisine yapılan parlak teklifleri, ilmine münasib iş tekliflerini, yüksek maaş ve memlekete faydalı görünen teklifleri kabul etmemiştir. Teklifi yapan ister padişah olsun ister cumhurbaşkanı[vi]
  • İçindeki şöhretperestlik damarı kabardıkça insan kendine diyebilir: Ahir Zaman’da çoklar tarafından beğenilen, sevilen, anlaşılan ve taktir gören biri olmak ne demektir???  Üstadımız bu konuda da Üstadımızdır bugün bile kaç kişi onu tam anlayabilmiş ve tarz-ı hareketini inhirafsız uygulayabilmektedir? Onu bilmek, anlamak; adını bilmek eserlerini okumak mıdır? Onun gibi hareket edebilmek onun gibi düşünebilmek, hadiselere, kainata, kendisine, Efendimiz(asm)e O’nun gibi bakabilmek, Allah’a onun gibi iman[vii] edebilmek değil midir onu anlamak? Yani; okunacak bütün kitapları (Kur’an, Efendimiz-asm-, kainat, insan…) nasıl okuyacağını ondan öğrenmek… Ancak o zaman Üstadım bana hakiki Üstad olmuş olmaz mı?
  • Bediüzzaman, menfilikleri daim küçültmüş ve ehemmiyet vermemiştir. Lahika mektubları yazıldığı zamandaki elemlerini, işkence ve tazibleri; zaman zaman “hem..hem…hem..” kelimeleri ile geçiştirdiklerini yazmış olsa, okumaya takat getiremezdik. Bizim okumaya takat getiremeyeceklerimizi yaşarken bunca müjdeler ve şevk veren, deva olan mektublar yazması harikulade ve fevkaladedir. Menfilikleri abartmak ve kaos var havası uyandırmak ise süfyanî bir tarzdır. Meziyet kafaları karıştırmakta değil, beraber net düşünebilmekte ve günlük kavgalara enerjimizi harcamamaktadır. Ortalığı karıştırmak isteyenler[viii] daima öncelikle “ortalık çok karışık” derler… Islah ediciler ise kaderin ve kazanın intizamını, harika işleyişini, Allah’ın daim tecelli eden, inayet, himayet ve hıfzını nazara verirler… Allah’ın hükmüne râm olan ve onu sükunetle, zarara yol açmadan uygulamaya gayret eden, adalet-i mahzayı esas alan Hazret-i Ali ile karşısında mushafın sayfalarını mızraklara geçirip “Hüküm ancak Allah’ındır” diye bağıran Hariciler misali…
  • Bediüzzaman’ın yaşadıkları ve yazdıklarının mukayesesi ciddi bir araştırma konusudur. O mektubu hangi hal ve şartlar altında yazmıştır ve mektubun mesajı nedir? Mektubların bu gün bize yol gösterici deva, şifa ve hayırhah olmasının sırrı…
 

[i] Emirdağ Lahikası 2, 18. mektub (erisale) 

[ii] Hatta sömürgeci mütecaviz zihniyetler kendi vatanları olmayan toprakları bu perde altında tar-ü mar etmeye devam etmektedir. Güya onların bilemedikleri demokrasiyi, özgürlüğü ve yüksek refah seviyesini onlara lütfedip verecekler!!! Ne alıp ne verdikleri ise âşikardır…

[iii] Bu kavram hukukta “kesin hüküm” anlamına gelir ki artık o davanın konusunu bir başka mahkemenin dava konusu etme imkanı kalmamış demektir. Risale-i Nurların tekrar muhakeme edilmesi yolu hukuken kapalı iken Afyon adliyesi bu kanuna riayet etmemiştir.

[iv] Risale-i Nur’un Kur’ana mensubiyetine iman ettiğimizden bu ifadeyi rahatça kullanabiliyoruz. Bu mensubiyeti tekzib edebilen de şimdiye dek olmamıştır. İsbat eden deliller ise binlerdir bekli milyonlardır. Risaleler ile imana ve Kur’ana bağlananlar adedincedir. Hatta kainatın, hakikat ve mahiyetlerini Risalelerden öğrendiğimiz, mevcudatı adedincedir. 

[v] Yerlerin ve göklerin nuru Allah’tır. Nur ismi ile müsemma olan da Allah’dır. Nurların nuru da Allah’dır. Nurun müdebbiri de Allah’dır.

[vi] Ve bedeli de ister tımarhane olsun isterse zindanlar…

[vii] Aynı tarz, aynı ifade, aynı iman… (lahikalarda geçen şekli ile aynı ruh, aynı ifade, aynı iman)

[viii] İşârât-ül Î’caz tefsirinde müfsitlerin “biz ancak ıslah edicileriz” söylemi ile ortaya çıktıklarına dair bir bahis vardır. Mesele sadece günümüze ve belli bir zümreye has olmayıp bin dört yüz küsür senedir emsalleri yaşanandır. Hem sadece içtimai hayata değil şahsî hayata da bakar. “Kurtarıcısından kurtulmak” tabiri bu mevzu ile ilişkilendirilebilir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.