İmkansızı istemek

"Muhali talep etmek kendine fenalık etmektir. Bir dağdan uçmak niyeti ile kendini havalandıran parça parça olur..." Asar-ı Bediiyye
 
Nasreddin Hoca'mız, menfi taraftan (tersten) hakikati gösterebilen latif bir insandır. Meşhur, 'ya tutarsa' diyerek göle yoğurt çalma hadisesi de imkansızı istemeye karşı incelikli  bir reddiye olarak görülmelidir. 
 
Collodi'nin, çocuğu olmayan yaşlı bir marangozun Pinokyo'yu yapması ve onun canlanmasını beklemesini anlattığı eseri de aslında benzer bir süreci anlatır. Ya da, Hz. Ömer'in gülerek anlattığı, cahiliye döneminde helvadan yaptıkları putları kutsamaları ve sonra acıkınca yemek zorunda kalmaları hayalin kurguculuğunun insanı getirdiği noktaları gösterir. 
 
İmkansızı istemek, hayali gerçek görmek (şeytanın desisesi denilen şey budur), insana mahsus bir hastalıktır. Bu hastalık hayalperestlerin düştüğü bir gayya kuyusu olan küfre kadar götürebilir. 
 
Şirk ve küfür hayalîdir, hakikatte hiçtir, ona varlık süsünü hayal giydirir; kalbin insan olmaktan gelen bazı siyah noktalarında çizilen vesvese ile hayalin terziliğinde biçilir. 
Varlığını bilmediği bir 'hiç'i imkan dairesinde vehmederek, olmayan bir vücudu kendinden vererek yaratılışa (Adetullah) müdahale ettiğine inanarak kendi ürettiğine perestiş eder duruma gelir.  
 
***
 
İnsan, hayalinde olmayacak yerlerde bulunur, inanılmaz işler yapar, sınırsız alemler kurabilir. Kendisine yokluk alemlerinde, hiçliğe atılmış, olmayacak saltanatlar yaşatabilir.
 
Gerçekte ise insan tarihle sınırlanmış bir zamanda ve yerde yaşamak durumundadır. Yani, geçmiş ve gelecek 'yok'tur, tek sahip olduğu zaman bir an-ı seyyaledir, sahip olduğu yer ise elinin uzanabildiği kadardır.
 
İmkansız bir şeyi istemek ve ardından gitmek, açıklamak gerektiğinde ise, insanı safsataya ve cerbezeye mecbur eder.
 
***
 
Hiçlik derelerinde yıkanan hayallere Bediüzzaman da "Muhtemeldir ki Karadeniz'in şu an batmış olsun" örneğiyle katılıyor. Bu noktada çok önemli bir mantık kuralını hatırlatıyor: "Vesveseli adam, imkan-ı zati ile imkan-ı zihniyi birbiriyle iltibas eder. Yani: Bir şeyi zatında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki İlm-i Kelam'ın kaidelerindendir ki: İmkan-ı zati ise, yakin-i ilmiye münafi değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur.
 
Kamil iman hayal veya tasavvurdan ortaya çıkmış, "inandık" demekle ve anlık bir kabulle gerçekleşmiş değildir. Tamamlanmış noktaya gelmesi, zihinde birçok süreci gerektiren bir aşamalar silsilesini içerir. 
 
İman, imkana ve imkanın mümkün olmasına şeklinde (ispat), nihayet imkanın hiçten varedilip yerine tam olarak yerleştiren mümkin  olmayan Vacibu'l Vücud'a  kadar getirmek; zihni kabul, iz'an, iltizam ve itikada kadar yükseltmektir. 
 
İmkan, ispatın tarlasıdır. Bediüzzaman, örneğin haşrin ispatında, haşrin imkanına asıl fonksiyon yükleyerek başlıyor. İmkanla gereği, birlikte ispata yol açıyor. 
 
İmana açılan bir mertebe de iz'an, aksinin mümkün olmamasından kaynaklanır. İmanın zıddının ve başkasının imkansız olmasıdır. Tabiat Risalesi'nde bu yol takip edilerek, zıdların temizlenmesi ile ispat gerçekleştiriliyor. ("iman bir hüsn-ü münezzehtir" yaklaşımı)
 
Belagatin başlangıcı imkanla gerçekleşir. Halin gereğinin oluşması imkan alanında olabilir, buna uygun davranmak da başta mümkün olan içinde gerçekleşmelidir. Demek ki, imanın dili olan belagat halin evvelinde imkana bağlı kalmakla gerçekleşecektir. 
 
Mucizeler imkansız havuzuna girmez, aksine insan için imkanın sınırlarını çizerler. "Buraya kadar gidebilirsin, dene, çalış sen de yapabilirsin" der." İlerisini deneme, gidemezsin" demektir . Bunun için Kur'an, Peygamberlerin hayatlarından misaller getirir.
 
Dualar imkan dahilinde  olmalıdır. Şükür, imkana razı olmak, imkansızı istememektir. "Allah senin keyfin için kainatın düzenini değiştirmez." İmkansızı istemek fıtrata karşı gelmektir.
 
***
 
İmam-ı Gazali'ye göre, eşya mümkün olabilecek en mükemmel şekilde varedilmiştir.  Güzel, imkan içinde olandır. İmkansızı istemek aynı zamanda çirkin ve kötü olana meyli de gösterir. 
 
Herşey güzeldir, ya bizzat ya da neticeleri itibariyle güzeldir ("iman bir hüsn-ü mücerreddir" yaklaşımı). Bu yüzden her bir şeyde neticeye bakmak gerekecektir. Buradaki neticenin üç yüzü vardır, biri bizzat kendine, ikincisi Esma-i İlahiye'ye üçüncüsü de ahirete bakar. Eşyanın hakikatı Esma-i İlahiye olduğu için ve isim sıfatı, sıfat şuunatı, şuunat da Zatı gösterdiğinden herşeyin asıl yüzü sayısız karanlık ve nurlu perdeler ardından Müşahadetullah'ta görülecek demektir. O ana kadar imkan dairesinde kalmak imanın gereğidir.
 
Hz. Ali'nin "ben görmediğim şeye inanmadım" demesi ile Bediuzzaman'ın "görmediğim, yaşamadığım şeyi yazmadım" demesi aynı şeye işaret eder. Herşeyde nihayetteki asıl yüzü görmek demek olan bu anlayış, Bediüzzaman aklını oluşturan dört kavramdan biri olan 'nazar'ı da açıklar.
 
***
 
Bediüzzaman, insan-imkan-kainat ilişkisinin yörüngesinden çıkmasıyla şirk ve küfre götüren iki büyük taguttan bahseder: ene ve tabiat.
 
Risalelerde imani bahislerin özellikle "hiç mümkün müdür ki", "imkanı var mı" veya "kat'i olarak" "ihtimal var mıdır ki" diyerek küfrün imkansız, imanın mümkün olan üzerinden yürüdüğünü, mü'minin imkan içinde imanını inşa ettiğini, ki bu ubudiyet dairesinin gereğidir, küfrün ise, rububiyet dairesine girip faraza bir ilahlıktan pay aldığı (!), şirkin bu tavrının insanı zelil duruma düşürdüğünü baştaki örneklerde de görülebilir. 
Bediüzzaman, kafiri, hayali hakikat görmekle itham ediyor ve yokluk alemlerinde uçan hayallerini patlatıyor. 
 
İmkansızı istemek kudreti test etmektir, "ben şöyle yapsam şöyle yaparmısın" demektir. Kudreti test etmek imkan dairesinden çıkıp kudret dairesine girmeyi istemektir, şeytanın kovulması da bu sebeptendir. Allah'ın kudreti test edilemez. Çünkü zıttı yoktur. Mutlaktır. 
 
Eşyanın hakiki suretini çizen, matematiği olan kaderi tenkid eden ise başını örse vurur kırar, rahmeti itham eden rahmetten mahrum kalır. 
 
***
 
Bediüzzaman şirke giden yol olan vesveseye düşmüş olan için, bazen bir noktaya sığışır ve orada hapsolur der; insanı "batmaktan kork" diye uyarır... Latifelerini  orada batırma, der. 
 
Şu hayat dersini verir Üstad, aceleci ve cüretkar insana:
Dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücud rengi verme. Bu saati düşün; sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir... 
 
***
 
Bediüzzaman kendi hayalinden soruyor: Bin yıllık mesudane bir dünya saltanatı mı istersin, fakat neticesi (her hayalin olduğu gibi) yokluk olacaktır. Yoksa sıkıntılı ancak bitmeyecek (yani gerçek)bir hayatı mı istersin diye... Vicdanın sesi gerçeği, yani cehennem de olsa bitmeyecek bir hayatı tercih ediyor.
 
Buradan bir sonuç daha çıkarmak mümkün sanırım: (hayalî) dünya saltanatı (hakikî) cehennemden de kötü birşeydir. Buna da tarih içersinden Nemrudlar, Firavunlar, Karunlar ve Deccaller gibi pek çok örnekler bulunabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum