Bediüzzaman çayı böyle severdi

Bediüzzaman çayı böyle severdi

Günümüzde Türkiye'de hemen her evde geleneksel bir içecek gibi tüketilen çayın kısa tarihi ve Said Nursi'nin hayatından çay hkayeleri...

Risale Haber - Haber Merkezi

Hemen her evde var olmasına rağmen çay, Nur talebeleri ve Nurcular için de özel bir yere sahiptir. "Ders Baklavası" nevinden iyi demlenmiş bir çay, Risale-i Nur'un kırmızı rengiyle özdeşleşerek neredeyse ayrılmaz bir görüntü oluşturmuştur.

Bir mavi demlik
Bir parça çay
Bir parça şeker

Nurcular çay içer,
Nurcular çay sever...
Üstad Bediüzzaman da çay sever...
Bizim insanımızın özelliği,
Çay severiz, çay içeriz...
Bir de doğu insanıysak...
Küp şekersiz çay olmaz deriz...
Bediüzzaman da açık çayı çok sever...
Nurcu olan Üstadını sever,
Bu nedenle çay sevgisi,
Bizlere Üstad'dan geçer...
Bediüzzamanın sepetinde,
Çay bulunur,
Şeker bulunur...
Bir de mavi bir demlik...
Çinkodan yapılmış...
Kapağı kulpuna,
Bir iple bağlanmış...
Mangala koyulur,
Güzelce çay yapılırmış...
Bediüzzaman,
Ziyarete gelenlere bununla,
İkramda bulunurmuş...
Tabi sepette malzeme olduğu müddetce...
Olmadığında da,
Başka şeyler verirmiş,
“Ders baklavası” niyetine...(RisaleHaber.com - Nurdan Huyut)

Lezzeti ve dikkati diri tutması, bastıran uykuyu kaçırmasıyla nur ve muhabbet meclislerinin vazgeçilmezi olmuştur. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de çayı severdi. Günde bir kaç defa içer ve misafirlerine ikram ederdi. Peki Anadolu kültürü olarak çayla nasıl tanıştık?

Çayı ilk kullanan Türkler, Çin’e komşu olan Hunlardır. Türkler batıya doğru göç ederken çaydan da uzaklaştılar. Ta ki Tanzimat Dönemi’ne kadar...

1853 Kırım Savaşı’nda müttefikimiz olarak İstanbul’a gelen İngiliz ve Fransız askerleri çay içme alışkanlığını memleketimize taşıyınca Türk insanı çayla yeniden tanıştı. Ama tedariki zor olduğu için herkesin alamadığı bu içecek evvela sadece konaklarda içildi.

Dünya Bülteni'nin hazırladığı habere göre 1880’lerde Direklerarası’nda peşpeşe çayhanelerin açılmasıyla çay tutkusu geniş kesimlere yayıldı. İstanbul’un entelektüelleri ve orta hallileri çayhaneleri doldurdular. Anadolu’da ise çay İran’a ve Rusya’ya komşu Erzurum, Van ve Hakkâri gibi serhat şehirlerinde içiliyordu. Vanlılar İran’daki gibi çok demlenmiş koyu çay içerken, Erzurumlular aksine Rus modası açık çayı tercih ettiler. Rusya’da kadınlarla ince ruhlu kişilere hitap ettiği için offizerskiy çay (subay çayı) diye adlandırılan açık çay, bizde Paşa Çayı adını aldı.

Kıtlama yöntemi de böyle geldi doğu vilâyetlerimize. Rusların çay kültürünün bir parçası olan semaverin de Anadolu’ya ulaşması uzun sürmedi. Rusçada kendi kendine anlamına gelen samo eki ile kaynayan anlamındaki varit kelimesinin birleşmesiyle oluşan samovar Türkiye’de kulağa daha tatlı söyleyişle semavere dönüştürüldü.

Ehl-i keyfin vazgeçilmezi olan bu aracı millîleştirmek için etimolojik bir gerekçe de bulunmuştu. Farsça üç anlamındaki se ile Arapçada su anlamındaki ma sözcüklerinin ortaklığına Türkçe ver fiili yoldaş yapılarak “Üç su ver” cümlesiyle, çayın makul miktarının sınırı çizildi. Hatta buna “Çay Kanunu” da dediler. 

caydanlik.jpgTanzimat bürokratı ve valisi Hacı İzzet Efendi 1878 yılında Çay Risalesi adlı bir kitap hazırladı. Yakın dostlarının Çaycı lakabını taktığı bu ilk Osmanlı çay tiryakisi, en sağlıklı çay içme vakitlerinin sabahları kahvaltıyla birlikte ya da kahvaltının ardından, akşamları ise yemekten iki saat sonra olduğunu yazdı. Çaycı Vali’ye göre, çayın 50 dirhemlik fincanla iki veya üç fincan içilmesi, en ideal ölçüydü.

Çin, Japonya, Cava ve Hindistan’dan gelen nefis kokulu ve hâlis çayların toptan ve perakende satıldığını belirten çaycı reklamlarının gazetelerde yer aldığı bu yıllarda fıkra gibi bir olay da yaşanmıştı:

Cihan Harbi esnasında Bağdat Valisi olan Süleyman Nazif, bir gün 3. Ordu Kumandanı Hafız İsmail Hakkı Paşa’dan 100 bin okka şeker ile 10 bin okka çayın yirmidört saat zarfında hazırlanarak orduya sevk edilmesini emreden bir telgraf alır. Telgrafa şaşıran Vali, cevabî telgrafında nüktedanlığını konuşturur: “Çin imparatoruna gönderilmesi icap ederken yanlışlıkla vilayetimize çekilen telgrafınız okundu. Memurîn-i mülkiyenin mesuliyeti rûz-ı mahşere kalmıştır! (Devlet memurlarının hesabı mahşer gününe kalmıştır!)”

Çay ülkemizde, Çin’de ve Japonya’da olduğu gibi dinî ritüellere, felsefi akımlara konu edilmedi ama Türk Milleti’ne has tüketim kaideleri oluşmakta gecikmedi. Çay zevkini belki de en iyi ifade eden mısralar tiryakiler tarafından yazıldı:

Çay kadehte dîde-efrûz olmalı
Lebrîz ü lebreng ü lebsûz olmalı

Yani cam bardaktaki çayın rengi göz kamaştıracak kadar parlak, tadı buruk, ısısı dudağı yakacak derecede sıcak, bardak da ağzına kadar dolu olmalıydı. Çay sefasını dört ana kaideye oturtan bu mısralar, ehlikeyfin kitabında dudak payına yer olmadığını da ima ediyordu.

Çay şakirdin mazotudur!

Sohbetlerin, buluşmaların, uzun ders aralarının vazgeçilmezi olan çay, zaman zaman ilginç benzetmelere de konu olur. Bunlardan biri de "Çay şakirdin mazotudur." sözüdür. Araçlara hareket edebilme imkanı sağlayan mazota benzetilen çay, bazı kimseler için o kadar hayâtî görülmüş olacak ki, böyle bir benzetme yapılmış. Burada "Şakird nedir?" diye soran olabilir. Hemen söyleyelim. Şakird, Farsça talebe demektir ve genelde Risale-i Nur talebeleri kendileri için kullanır. Risale derslerinden sonra ilk aranan çaydır ve o yüzden "çay şakirdin mazotudur". Menzil sofileri ise "Çay sofinin mazotudur." ifadesini tercih ederler.

Bediüzzaman Hazretleri limonlu çay içerdi

Zübeyir Gündüzalp hatıratında Hazreti Bediüzzaman'ın yemesini ve içmesini anlatırken Üstadı seher namazını edâ ettikten sonra ve akşam namazından sonra, okuyacağı esnada bir bardak limonlu çay içtiğini yazar.

Bediüzzaman'ın hayatından çay hikayeleri

Tenekeci Abdullah Gayretlioğlu anlatıyor

Çay kaşığına Bediüzzaman’ın vefası

Ben tenekeciyim ya, bir gün Bediüzzaman’ın çay kaşığı kırılmış, baktım Zübeyir geldi. “Üstad’ın selâmı var bunu yapıver” dedi. Bakır, teneke, altın lehim tutar da alüminyum lehim tutmaz. Denedim lehim tutmuyor… Gittim o kaşık gibi yüz paraya bakkaldan bir çay kaşığı aldım. “Bunu götürün Üstad’a verin” dedim. Üstad bakmış “Bu benim kaşık değil, ben kendi kaşığımı istiyorum” demiş. Bu sefer Ceylan geldi “Üstad bunu istemiyor kendi kaşığını istiyor” dedi. Ben ocağı yaktım, tenekeden bir bilezik yaptım, kendi kaşığına sıkıca geçirdim. “Hah tamam bu kaşık bana yirmi beş senedir hizmet ediyor” demiş Üstad.  (Ağabeyler anlatıyor - Ömer Özcan)

Üstad Hazretleri elinde bir çay tepsisi, içeri girdi

Son Şahitler'den yüzbaşı Refet Barutçu Ağabey, l934 senesinde Isparta'da Ada Kahvesi denilen bir mahaldeki bağ içinde iki katlı bir evde bulundukları bir sırada cereyan eden bir hatırasını şöyle anlatıyor:

"Hüsrev Altınbaşak ile birlikte Nur Risalelerini yazarak çoğaltıyorduk. Üstad da üst odada idi. Bir ara kapı tıkırdadı ve açıldı. Bir de ne görelim, Üstad Hazretleri elindeki bir çay tepsisinde iki bardak çayla içeri girdi.

"Biz heyecan ve mahcubiyetle; 'Aman Üstadım' diye fırlayıp elinden tepsiyi almak istedik, elini kaldırarak 'yo, yo ben size hizmet etmeye mecburum' dedi.

"Aman Yarabbi bir de mecburiyet ekliyor. Bu ne tevazu, bu ne nezaket.... Ben bu nezaket ve tevazuyu ne Mekteb-i Âliyede, ne Mekteb-i Harbiyede, ne de ailemde hiçbir yerde görmedim."

(Son Şahitler, Necmeddin Şahiner)

Bardağın dibinde kalan çay

Bediüzzaman hazretleri Çayı çok severdi. Günde birkaç defa talebelerine çay demletir ve hep beraber içerlerdi. Bardağına da birkaç damla limon damlatırdı.

Barla’da kaldığı günlerde, Eğirdir Dağ Komando Talimgahında binbaşı olan talebesi Hulûsi Bey onu ziyarete gelmişti.

Hulûsi Bey çok değer verdiği bir talebesiydi. Onunla yaptığı mektuplaşmaların neticesinde pek çok risale ortaya çıkmıştı. Hatta Mektubat adlı eser bu şekilde meydana gelmişti.

Talebesine çay ikram etmek istedi. Zaman zaman gelip, hizmetini gören talebelerinden hiçbirisi yanında yoktu.
Kalktı, kendi eliyle çay yaptı.

İki bardağı vardı: Birisi küçük, diğeri ise büyük ve saplı...
Küçük olana kendi çayını doldurdu; büyük ve saplı olana da misafiri Hulûsi Beye...

Hulûsi Bey, her ne kadar:
– Zahmet etmeyin Üstad’ım, ben yapayım, dediyse de Bediüzzaman dinlemedi ve misafirine kendi elleriyle demlediği çayı ikram etti.

Hulûsi Bey, çayı demli severdi. Bediüzzaman’ın ona doldurduğu çay ise hem demli, hem de büyük bardakla idi.

Üstad’ıyla yaptığı sohbetin demiyle, demli çay güzel bir birliktelik oluşturmuştu. İştahla çayını içti.

Bardağın dibinde birazcık çay kalmıştı.
Bu, Bediüzzaman’ın hemen dikkatini çekti. Misafirini kırmak da istemedi. Yumuşak bir üslupla:
– Kardeşim, dedi. Sen sünnet bilmez...

Hulûsi Bey mahçup olmuştu. Bardağın dibinde kalan son yudumu da içti. Büyük bir ders almıştı, hem de uygulamalı...

Ömrünün sonuna kadar bu sünneti uyguladı ve gördüğü herkesi uyardı. (Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler - Ömer Faruk Paksu)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum