Bediüzzaman: Beni ya idam edin ya da…

Bediüzzaman: Beni ya idam edin ya da…

Bediüzzaman Said Nursi gazetelerde yer alan iftiralara karşı eserlerinin bir çok yerinde cevap vermiştir

Risale Haber-Haber Merkezi
 
BEDİÜZZAMAN’IN SON 60 GÜNÜ
 
Ulus Gazetesinin 27 Ocak 1960 Çarşamba günkü nüshasında; hakkında sadece Çoruh Saylavı olduğu bilgisini bulabildiğimiz Ali Rıza Erem “Meselelerimiz” köşesinde “Din İstismarcılığı ve Tarih” başlığı ile bir yazı kaleme alır. Nutuk’tan;“Beşeriyette din hakkındaki ihtisas ve vukuf her türlü hurafeden tecerrüd ederek gerçek ilim ve fen nurları ile musaffa ve mükemmel oluncaya kadar (din oyunu aktörlerine) her yerde tesadüf olunacaktır” şeklindeki ifadelerden hareketle ahkâm kesmeye kalkışarak, sapla samanı birbirine karıştıran Erem’in, tarihi olayları çarpıtarak insanları haksız yere karalamak, yargılamak ve başkalarını da yanıltmaya çalışması bir garazın eseri olsa gerektir. Kendi nefsanî arzularını din haline getirenlerin dinden neyi kast ettikleri çok iyi anlaşılmaktadır.
 
Yazıdaki Said Nursi ile ilgili kısımlar şöyle:
 
gazete.20100130163940.jpgNe kadar doğru Atatürk bunu söyleyeli tam 37 yıl oldu. Hala o din oyunu aktörleri sahnede. 51 yıl önce 31 Mart isyanında Derviş Vahdeti’nin bir kolu olarak rol oynamış olan ve muhakeme edilmiş bulunan Said-i Kürdi 51 yıl sonra Said Nursi adı ile tekrar sahneye çıkabiliyor. Nur dağıtıcılığı hurafeciliğini telkin eden kitapları basılabiliyor. 60.000 ile 600.000 arasında değişen müritleri ile apaçık acayip kıyafetli gösteri gezileri yapabiliyor, iktidar partisi lehinde ve muhalefet partisi aleyhinde propaganda yapabiliyor ve tam manası ile din istismarcılığı yaparak böylece siyasi rol de yapabilmek fırsat, meydan ve imkân bulabiliyor.
 
“20. yüzyılın ilk çeyreği içinde 2. Meşrutiyet devrimine karşı çıkan 31 Mart irticai isyanı Abdülhamid’in Derviş Vahdeti ve Said-i Kürdi gibi din oyunu aktörlerinin marifetleri değil miydi?
 
Bu yazının seçim atmosferinde yazılmış olması düpedüz Üstadın hedef olarak seçildiğini ve onu karalama politikasına girişilmiş olduğunu gösteriyor. Kendilerinin habbeyi kubbe yapma, akı kara gösterme, yanlışı doğru gösterme oyunlarının “din oyunu aktörlerine” taş çıkartacak kadar ileri gittiğine tarih şahittir.
 
31 Mart Hadisesinde yatıştırıcı rol oynayan, Derviş Vahdeti ile hiçbir ilgisi bulunmayan, meşrutiyete şeriat namına sahip çıkan ve Kürt aşiretlerine anlatmaya çıkan, iman ve Kur’an hizmetinde kendi nefsini ve benliğini öne sürmeyen, mesleğinde fânî olmuş gerçek bir din âlimi Bediüzzaman Said Nursi’nin böyle çarpıtmaları hiç de hak etmediğini tarih ortaya koyuyor.
 
İşte Bediüzzaman’ın bu tarz iftiralara verdiği cevaplardan biri:
 
[On beş sene evvel Eskişehir Mahkemesinde, Heyet-i Vekileye yazılan arzuhalin bir parçasıdır.]

Ey ehl-i hall ve akd!

Dünyada emsali nadir bulunan bir haksızlığa giriftar edildim. Bu haksızlığa karşı sükût etmek hakka karşı bir hürmetsizlik olduğundan, bilmecburiye, gayet ehemmiyetli bir hakikati fâş etmeye mecburum. Diyorum ki:

Ya benim idamımı ve yüz bir sene cezayı istilzam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz. Veyahut bütün bütün divane olduğumu ispat ediniz. Veyahut benim ve risalelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip zarar ve ziyanımızı müsebbiplerinden alınız.

Evet, herbir hükûmetin bir kanunu, bir usulü var; o kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i cumhuriyenin kanunlarında, beni ve dostlarımı en ağır bir cezaya müstehak edecek esbâb bulunmazsa elbette takdir ve mükâfat ve tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lazım gelir. Çünkü, meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur’âniyem eğer hükûmetin aleyhinde olsa, böyle bir senelik bana ceza ve birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi bana ceza ve en ağır cezaları da benimle ciddî hizmetime irtibat edenlere vermek lâzım gelir.
 
Eğer hizmetimiz hükûmetin aleyhinde olmazsa, o vakit değil ceza, hapis, itham, belki takdir ve mükâfatla karşılanmak lâzım gelir. Çünkü, bir hizmet ki, yüz yirmi risale o hizmetin tercümanları olmuş ve o hizmetle koca Avrupa filozoflarına meydan okuyup esasları zîr ü zeber edilmiş. Elbette o tesirli hizmet, ya dahilde gayet müthiş bir netice verir, veyahut gayet nâfi ve yüksek ve ilmî bir semere verecek. Onun için göz boyamak nev’inde ve efkâr-ı âmmeyi aldatmak tarzında ve hakkımızda zâlimlerin entrikalarını, yalanlarını setretmek suretinde, çocuk oyuncağı gibi, bana bir sene ceza verilmez. Benim emsalim, ya idam olur, darağacına müftehirâne çıkarlar, veyahut lâyık olduğu makamda serbest kalırlar.

Evet, binler lira kıymetinde elmasları çalabilen mahir bir hırsız, on kuruşluk bir cam parçasına hırsızlık etmekle, elmas çalmış gibi aynı cezaya kendini mahkûm etmek, dünyada hiçbir hırsızın, belki hiçbir zîşuurun kârı değildir. Böyle bir hırsız kurnaz olur, böyle nihayet derecede eblehâne hareket etmez.

Ey efendiler! Haydi, vehminiz gibi, ben o hırsız gibi oldum. Ben Isparta nahiyelerinden perişan, bir köyde dokuz sene inzivada bulunan ve şimdi benimle beraber gayet hafif bir cezaya mahkûm olan safdil beş on bîçarelerin fikirlerini hükûmet aleyhine çevirmekle kendini ve gaye-i hayatı olan risalelerini tehlikeye atmaktan ise, eski zamanda olduğu gibi Ankara’da veya İstanbul’da büyük bir memuriyette oturup binler adamı takip ettiğim maksada çevirebilirdim. O vakit böyle zelilâne mahkûmiyet değil, belki mesleğime ve hizmetime münasip bir izzet ile dünyaya karışabilirdim.
 
Evet, fahr ve temeddüh niyetiyle değil, belki mecburiyet ve mahcubiyetle, hodfuruşâne eski bir kısım riyakârlığımı hatırlamakla beni ehemmiyetsiz, vücudundan istifade edilmez, âdi mertebeye sukut ettirmek isteyenlerin yanlışlarını göstermek için derim:

İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi namındaki matbu, eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle, 31 Mart hadisesinde, bir nutukla isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi, İstiklâl Harbinde Hutuvât-ı Sitte namında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Mebusânın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve 150 bin banknot 163 mebusun imzasıyla medrese ve darülfünununa tahsisatı kabul ettiren ve Reisicumhurun hiddetine karşı divan-ı riyasette kemâl-i metanetle, fütur getirmeyerek mukabele edip namaza davet eden ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede hükûmet-i İttihadiyenin ittifakıyla hikmet-i İslâmiyeyi Avrupa hükemasına tesirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyık görünen ve cephe-i harpte yazdığı ve şimdi müsadere edilen İşârâtü’l-İ’câz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşaya o derece kıymettar görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yâdigâr-ı harbin hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle, İşârâtü’l-İ’câz’ın tab’ı için kâğıdını vererek, müellifinin harpteki mücahedatı takdirkârâne yad edilen bir adam, böyle âdi bir beygir hırsızı veyahut kız kaçırıcı ve bir yankesici gibi en aşağı bir cinayetle kendini bulaştırıp izzet-i ilmiyesini ve kudsiyet-i hizmetini ve kıymettar binler dostlarını rezil edip sukut edemez ki, siz onu bir senelik cezayla mahkûm edip âdi bir keçi, koyun hırsızı gibi muamele edesiniz...
 
Ve sebepsiz on sene sıkıntılı bir tarassutla tazip ettikten sonra, şimdi de bir sene hapisle beraber bir senede nezaret altında tutmak suretiyle, Padişahın tahakkümünü kaldıramadığı halde garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altında azap vermektense, idam edilmesini daha evlâ görür. Eğer böyle bir adam dünyaya karışsaydı ve karışmaya arzusu olsaydı ve hizmet-i kudsiyesi müsaade etseydi, Menemen hadisesinin ve Şeyh Said vakıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirecek bir top sadası, bir sinek sadasına inmeyecekti.

Evet hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine arz ediyorum ki, beni bu belâya sevk eden gizli komitenin yaptığı tedabir ve ettiği propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor. Çünkü hiçbir hadisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet aleyhimize döndüğüne delil şudur ki: Altı aydır yüz bin dostum varken hiçbiri bana bir mektup yazamadı, bir selâm gönderemedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbaratıyla, vilâyât-ı şarkıyeden tâ vilâyât-ı garbiyeye kadar her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiğidir.

İşte bu entrikacıların çevirdikleri plân, benim gibi binler adamı en ağır cezaya çarpacak bir hadiseye göre tertip edilmiş. Halbuki, en âdi bir adamın en âdi bir hırsızlığı gibi bir hadiseyi andıracak bir ceza vaziyetini netice verdi. Yüz on beş adamdan on beş mâsumlara beş altı ay ceza verildi. Acaba dünyada hiç bir zîakıl, elinde gayet keskin elmas bir kılıç bulunsa, müthiş bir arslanın veya bir ejderhanın kuyruğuna hafifçe iliştirip kendine musallat eder mi? Eğer maksadı tahaffuz veyahut döğüşmekse, kılıcı başka yere havale eder.

İşte sizin nazarınızda ve vehminizde beni o adam gibi telâkki etmişsiniz ki, beni bu tarzda cezaya ve mahkûmiyete çarptınız. Eğer bu derece hilâf-ı şuur ve muhalif-i akıl hareket ediyorsam, koca memlekete dehşet verip propaganda ile efkâr-ı âmmeyi aleyhime çevirmek değil, belki âdi bir divane gibi tımarhaneye gönderilmem lâzım gelir. Eğer verdiğiniz ehemmiyete mukabil bir adam isem, elbette arslanı kendine saldırtmak ve ejderhayı kendine hücum ettirmek için o keskin kılıcı onların kuyruklarına uzatmaz; belki mümkün olduğu kadar kendini muhafaza edecek. Nasıl ki on sene ihtiyarî bir inzivayı ihtiyar edip tâkat-ı beşerin fevkinde sıkıntılara tahammül ederek hükûmetin işine hiçbir cihetle karışmadım ve karışmak arzu etmedim. Çünkü, hizmet-i kudsiyem beni men ediyor.

Ey ehl-i hall ve akd! Acaba hiç mümkün müdür ki, yirmi beş sene evvel gazetelerin yazdığı gibi, bir makaleyle otuz bin adamı kendi fikrine çeviren ve koca Hareket Ordusunun nazar-ı dikkatini kendine döndüren ve İngiliz Başpapazının altı yüz kelime ile istediği suallerine altı kelimeyle cevap veren ve bidayet-i hürriyette en meşhur bir diplomat gibi nutuk söyleyen bir adamın yüz yirmi risalesinde dünyaya, siyasete bakacak yalnız on beş kelime mi bulunur? Hiç bir akıl kabul eder mi ki, bu adam siyaseti takip ediyor ve maksadı dünyadır ve hükümete ilişmektir? Eğer fikri, siyaset ve hükûmete ilişmek olsa idi, böyle bir adam birtek risalesinde sarîhan, işareten, yüz yerde maksadını ihsas edecekti. Acaba o adamın maksadı siyasetçe tenkid olsaydı, yalnız tesettür ve irsiyete dair eski zamandan beri câri bir iki düsturdan başka medar-ı tenkit bulamaz mıydı?

Evet, koca bir inkılâbı yapan bir hükûmetin rejimine muhalif bir fikr-i siyaseti takip eden bir adam, bir iki malûm maddeler değil, yüz binler madde-i tenkit bulabilirdi. Güya hükûmet-i cumhuriyenin yalnız inkılâbı bir iki küçük meseledir! Bende onu hiçbir tenkit maksadım olmadığı halde, eskiden yazdığım bir iki kitabımda zikrettiğim bir iki kelime varmış diye "Hükûmetin rejimine ve inkılâbına hücum ediyor" denilmiş. İşte ben de soruyorum: Böyle en ednâ bir cezaya medar olamayan ilmî bir maddeye koca bir memleketi meşgul edip endişe verecek bir şekil verilir mi?

İşte beni ve beş on dostlarımı bu âdi ve ehemmiyetsiz cezaya çarpmak, umum memlekette aleyhimize bir şiddetli propaganda ve milleti korkutup bizden nefret ettirmek ve Dahiliye Nazırı Şükrü Kaya, mühim bir kuvvetle, Isparta’da birtek neferin göreceği işi görmek için, yani beni tevkif etmek için Isparta’ya celb edilmesi ve Hey’et-i Vekile Reisi İsmet, vilâyet-i şarkiyeye o münasebetle gitmesi ve iki ay benim hapiste bütün bütün konuşmaktan men edilmem ve bu gurbette kimsesizlikte hiçbir kimsenin halimi sormak ve selâm göndermesine meydan verilmemesi gösteriyor ki, dağ gibi bir ağaçta nohut gibi birtek meyve bulundurup mânâsız, hikmetsiz, kanunsuz bir vaziyettir ki, değil hükûmet-i cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanunî bir hükûmet, belki hikmetle iş görmek mânâsıyla hükûmet namı verilen dünyada hiçbir hükûmetin işi olamaz.

Ben hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri cinayetle itham ediyorum. Böyle cânilerin keyiflerini elbette hükûmet-i cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.
(
Şualar s: 392-395)

Said Nursî