Bediüzzaman, Bayram Yüksel’i almak için üç kere köyüne gitti

Bediüzzaman, Bayram Yüksel’i almak için üç kere köyüne gitti

Üstadımı tam an­la­ya­ma­dı­ğım­dan, “Üs­tad’ım, ben gi­de­ce­ğim” de­dim

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin talebelerinden Bayram Yüksel ağabeyi, vefatının 26. yıldönümünde rahmetle yad ediyoruz.

Son gün­le­rin­de git­ti­ği Al­man­ya’da se­si kı­sıl­mış­tı. “Üs­tadımın de­di­ği gi­bi, se­sim kı­sıl­mış, ar­tık ba­na ih­ti­yaç kal­ma­mış” de­miş­ti. Bel­ki de his­set­miş­ti.

Ni­te­kim bu se­ya­ha­tin dö­nüş yo­lun­da, 19 Ka­sım 1997’de Sof­ya ya­kın­la­rın­da Ali Uçar ve Meh­met Çi­çek ile be­ra­ber geçir­dik­le­ri bir tra­fik ka­za­sın­da şe­hit ol­du. Bar­la kab­ris­ta­nı­na bin­ler­ce Nur ta­le­be­sinin dua ve tek­bir­le­riy­le def­ne­dil­di.

Ömer Özcan Ağabeyler Anlatıyor-1 kitabında, Bay­ram Yüksel’in Bediüzzaman hazretlerinin hizmetine girişini şöyle anlatıyor:

BE­Dİ­ÜZ­ZA­MAN’A İH­TAR­LAR, İŞA­RET­LER Mİ GE­Lİ­YOR­DU Kİ, BAY­RAM’I IS­RAR­LA İS­Tİ­YOR­DU

Kore Savaşı dö­nü­şü­nün (1953) er­te­si gü­nü Üs­tad, “Ben se­ni ver­me­ye­ce­ğim, ben se­ni hiz­me­ti­me ala­ca­ğım” dedi.

Genç Bay­ram, ken­di ifa­de­siy­le, “çocuk­luk hal­le­rin­den ve Üs­tad’ı tam an­la­ya­madı­ğın­dan” baş­tan naz­lan­dı.

Her­hal­de Üs­tad Be­di­üz­za­man’a ih­tar­lar, işa­ret­ler ge­li­yor­du ki, ileride en sa­dık ta­le­be­le­rin­den bi­ri ola­cak olan Bay­ram’ı ıs­rar­la is­ti­yor­du.

Hâlbuki çok kim­se, Be­di­üz­za­man’ın ya­nın­da kal­mak, hat­ta 10 da­ki­ka­cık bi­le ol­sa huzuruna gi­re­bil­mek için can atıyor, çok uzak yer­ler­den ge­li­yor­lar­dı.

Üs­tad, ta­le­be­si Bay­ram’ın köy­ü­ne ka­dar git­ti, “Ev­lâ­dım, ben se­ni bek­li­yor­dum, gel” dedi, fa­kat ol­ma­dı. Üs­tad, ikin­ci ve üçüncü se­fer yi­ne git­ti köye ka­dar, tek­rar “Gel ev­lâ­dım” de­di.

Ar­tık genç Bay­ram’a da ih­tar mı gel­miş­ti, bil­mi­yo­ruz; “Baş üs­tü­ne Üs­tadım” de­yip yü­rü­dü. Ar­ka­sına bak­ma­dan bir yü­rü­dü ki ya­nın­da bin­ler­ce kü­çük “Bay­ram”lar­la be­ra­ber hâlâ yürüyor...

Bayram Yüksel Anlatıyor:

ÜSTADIM BEDİÜZZAMAN’I İLK DEFA 1948’DE AFYON HAPİSHANESİNDE GÖRDÜM.

Üs­tad haz­ret­le­ri­nin adı­nı, fa­zi­le­ti­ni, ke­ra­met­le­ri­ni hep du­yu­yor, ken­di­si­ni gör­me­yi çok ar­zu edi­yor­dum. Hat­ta Üs­tadımız rü­ya­la­rı­ma gi­ri­yor, mü­ba­rek si­ma­sı­nı rü­ya­la­rım­da gö­rü­yor­dum. İlk de­fa Af­yon hap­ishanesin­de (1948) 16 ya­şımda iken gör­düm Üs­tadımı­zı, hem de bü­tün mü­him ta­le­be­le­riy­le be­ra­ber ya­kı­nın­da bu­lun­mak na­sip ol­du. Af­yon Ha­pishane­si’nde Zü­be­yir Ağa­bey be­nim­le çok il­gi­len­di.

Ha­pis­ten son­ra Üs­tad, Emir­dağ’da kal­ma­ya baş­la­dı. Ora­da Ça­lış­kan­lar Ha­ne­da­nı Üs­tada sa­hip çık­tı. Ben de sa­lı gün­le­ri (pa­za­rın ku­rul­du­ğu gün­dür) Emir­dağ’a gelir, Üs­tadın evi­ni te­miz­ler, ye­me­ği­ni ya­par gi­der­dim.

İN­KÂR-I ULÛ­Hİ­YE­TE KAR­ŞI SA­VAŞ­MAK LA­ZIM DİYE BENİ KORE’YE GÖNDERDİ

1951’de as­ker­li­ğim gel­di ve o sı­ra­lar­da Ko­re Sa­va­şı çık­tı. Be­nim ku­ram da Ko­re’ye çıkmıştı.

Üs­tada söy­le­di­ğim­de, “Ta­mam! Ben de Ko­re’ye bir ta­le­be­mi; ya se­ni, ya Cey­lan’ı gön­der­mek is­ti­yor­dum. İn­kâr-ı ulû­hi­ye­te kar­şı sa­vaş­mak la­zım” di­ye­rek mem­nu­ni­ye­ti­ni bildirdi. Bana kendi Cevşen’ini vererek, “Yedi kat muşamba yaptır, hep yanında taşı, sıkıştığın zaman beni hatırla” diye tembih etti.

ÜSTAD KÖYÜMÜZE BENİ ALMAK İÇİN GELMİŞTİ

Ko­re’den dön­dü­ğüm­de, önce üç gün kadar İzmir’de kaldım. İşte bu sırada Üstad bizim köye gitmiş, beni sormuş. “Daha gelmedi efendim” demişler. İzmir’den köye (Çoğu, yeni adı Kemerkaya) döndüğümde bir gece evde kaldım. Üstad’ın beni aradığını söylediler.

Er­te­si gü­nü Emir­dağ’a git­tim. Emir­dağ’a var­dı­ğım­da Üs­tadım çok se­vin­di, “Ben se­ni ver­me­ye­ce­ğim” de­di. Ça­lış­kan ağa­bey­le­re de, “ya­tak ha­zır­la­yın” de­di.

Çocuk­luk hal­le­ri iş­te, Üstadımı tam an­la­ya­ma­dı­ğım­dan, “Üs­tad’ım, ben gi­de­ce­ğim” de­dim.

Üs­tad, “Yok, ben se­ni ver­me­ye­ce­ğim” di­yor­du.

Ben de, “Gi­de­ce­ğim. Ben Ko­re’den gel­dim, an­nem be­ni bek­li­yor” di­yor­dum.

Üs­tad ise, “Ben se­ni ver­­me­ye­ce­ğim, ben se­ni hiz­me­ti­me ala­ca­ğım” di­yor­du.

Bak­tım Üs­tad bı­­rak­mı­yor, “Üs­tadım, gi­de­yim, ge­le­yim” de­dim, doğ­ru­ca köye git­tim.

ÜSTAD İKİNCİ KERE KÖYÜMÜZE GELDİ

Er­te­si gü­nü Üs­tadımız köy­ün ya­kın bir ye­rin­de bek­li­yor­muş.

Zü­be­yir Ağa­bey bi­zim evi bul­muş, “Üs­tad gel­di, se­ni köy­ün ya­kı­nın­da bek­li­yor” de­di.

Üs­tada var­dık, eli­ni öp­tüm. Üs­tad ba­na Eş­ref Edip’in bas­mış ol­du­ğu Kü­çük Ta­rih­çe-i Ha­yat’ı, kü­çük ri­sa­le­ler­den ve yün bo­yun at­kı­sı ge­tir­miş, ba­na bun­la­rı te­ber­rük et­ti.

“Ev­lâ­dım, se­ni bek­li­yo­rum, gel” de­di.

Ben de “Pe­ki” de­dim, fa­kat yi­ne Üs­tadı an­la­ya­ma­dı­ğım­dan gi­de­me­dim.

MÜ­BA­REK ÜS­TAD, ÜÇÜNCÜ SE­FER KÖYE GELDİ

Köye ya­kın ba­ğı­mız var­dı, ora­ya git­miş­tim. Mü­ba­rek Üs­tadımız, üçüncü se­fer köye yakın gel­miş, Zü­be­yir Ağa­be­yi gön­der­miş­. Çocuk­lar ba­ğa gel­di­ler, “Ho­cae­fen­di se­ni bek­li­yor” de­di­ler.

Ko­şa­rak köye gel­dim. Zü­be­yir Ağa­bey bek­li­yor­muş. Üs­tadımı­zın ya­nı­na be­ra­ber gittik, el­le­ri­ni öp­tüm. Üs­tadımız şef­kat­le, “Ev­lâ­dım, ben se­ni bek­li­yor­dum, gel” de­di.

Ben, “Baş üs­tü­ne Üs­tadım” de­dim.

“HER­KES ÜS­TADIN YA­NIN­DA KAL­MAK İS­Tİ­YOR”

Zü­be­yir Ağa­bey de, “He­men gel, Üs­tad sa­na ehem­mi­yet ve­ri­yor. Bak her­kes Üs­tadın ya­nın­da kal­mak is­ti­yor, ama Üs­tad se­ni is­ti­yor” de­di.

Er­te­si gün ya­ta­ğı­mı yor­ga­nı­mı al­dım, Emir­dağ’a Üs­tadımı­zın ya­nı­na git­tim. Üs­tadımız çok se­vin­miş­ti…

ZÜBEYİR AĞABEY, BEN VE CEYLAN AĞABEY ÜSTADIN HİZMETİNE GİRDİK

Üs­tadımı­zın evi­nin kar­şı­sın­da es­ki bir ev var­dı. Al­tın­da ke­çe ve ke­pe­nek do­ku­yor­lar­dı. Zü­be­yir Ağa­bey i­le iki­miz ora­da kal­ma­ya baş­la­dık. Zü­be­yir Ağa­bey ben­den bir ay ev­vel Emirdağ’a gel­miş­ti. Ben­den bir ay son­ra da Cey­lan Ağa­bey as­ker­den gel­di, Üs­tadımız Cey­lan Ağabe­y’i de ya­nı­na al­dı.

Hâlbuki 1953’e ka­dar Üs­tadımız hiç kim­se­yi ya­nın­da bı­rak­maz­dı. Emir­dağ’da­ki ta­le­bele­ri ek­me­ği­ni, su­yu­nu sı­ray­la ge­ti­rir­ler, ak­şam na­ma­zın­dan ev­vel dı­şa­rı­dan ka­pı­yı ki­lit­ler gider­ler­di. Üs­tadımız da ka­pı­yı ar­ka­dan sür­gü­ler­di.

1953 SE­NE­SİN­DE DEĞİŞEN KAİ­DE

Bir gün ilk de­fa biz­le­re, “Ak­şam na­ma­zı­nı bu­ra­da kı­lın” de­di.

Bir­kaç gün son­ra da, “Ya­tak yor­gan­la­rı­nı­zı bu­ra­ya ge­ti­rin” di­ye em­ret­ti ve ya­nı ba­şın­da­ki oda­yı gös­te­re­rek, ora­da ya­tıp kal­ka­bi­le­ce­ği­mi­zi söy­le­di.

Zü­be­yir Ağa­bey, Ceylan Ağa­bey ve ben ya­nın­da kal­ma­ya baş­la­mış­tık. Böy­le­ce ye­ni bir dev­re baş­la­mış­, Üs­tad 1953 se­ne­sin­de ‘ya­nı­na kim­se­yi al­ma­ma’ kai­de­si­ni de­ğiş­tir­miş­ti…

bayramyuksel1.jpg

Bayram Yüksel ağabeyin doğduğu ev. Bolvadin’e bağlı Çoğu (Kemerkaya) köyü. 1969 Foto: Ömer Özcan

bayramyuksel2.jpg

Bayram Yüksel ağabeyle beraber üniversiteli talebeler olarak Ankara’dan İzmir’e yolculuğumuz sırasında Çoğu köyüne yaptığımız ziyaret. 25 Nisan 1970.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.