Bedir zaferinden Nur zaferine

Bu ortaklık başka bir ortaklıktır. Bu ortaklık dünya ortak pazarında kurulan uhrevî ticaret fuarında boy gösteren bir ortaklıktır. Ortaklardan bazılarının kâr ettiği yerde bazıları da zarar etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in Asr suresinde bu gerçeğe şöyle işaret edilmiştir; “Asra yemin olsun ki, insanlar hüsrandadır. Ancak, iman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”

Asr suresinde “Asr” sözcüğüyle, insanların yegâne sermayeleri olan zamanın maksimum ve minimum periyotları olan çağların ve günlerin kadir ve kıymetini bilmeyenlerin dünya ticaret pazarında ömür sermayelerini hep boşa harcadıkları ve tamamen hüsrana uğrayıp iflas bayrağını açtıkları, tarihî birer ibret levhası olarak aklın dikkatine sunulmuştur.

Bu iflasla ağır hüsrana uğrayanların perişan hallerini seslendiren ayetten sonra, insanların sermayelerine sermaye katan mümtaz ve müstesna şahsiyetlerin takip ettiği yol güzergâhı ise şöyle tarif edilmiştir; “Ancak, iman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”

İşte Hz. Adem’den beri bu hak yolu takip edenlerin arasında öncülük yapmış cemaatler, taifeler olmuştur. İslam ümmetinin tarihinde de böyle seçkin taifelerin varlığını haber veren hadisler vardır. Meşhur olan bir hadis-i şerifin manası şöyledir: “Ümmetimden bir taife, Allah emrini getirinceye/kıyamet gelinceye kadar, hak yolda mücadele ve mücahedeye devam edecektir.” (Buharî, i’tisam,10, Tavhid, 29; Müslim, İman, 247, İmare, 170).

Bu hadis-i şerifin verdiği dersin özeti şudur:
İslam ümmetinde, hak yolda yürüyenlere öncülük edecek bir taife, bir topluluk -kıyamete kadar- her zaman tarih sahnesinde yerini alacak, insanların hüsrana uğramamaları için her türlü fedakârlığı gösterecek ve düşmanlarına karşı galibiyet kazanacak ve kıyamet kopuncaya kadar hak yoldaki mücadelesinde üstünlüğü elinde tutmaya devam edecektir.

Bu taifelerin başında gelen ve ilk öncü kuvvetleri ve cihad süvarileri olanlar, hiç şüphesiz sahabe-i güzin taifesidir. Manevî cephede dünyaya üstadlık ettikleri gibi, maddî cephede de ilk zaferlerini Bedir harbinde ilan edip askeri alanda da ümmetin seçkin komutanları, askerleri olduklarını ispat ettiler.

Bu açıklamalardan yola çıkarak diyebiliriz ki, hadiste kendilerinden övgü ve sitayişle bahsedilen bu “İslam cihadının öncü kuvvetleri” unvanına layık olan taifelerin ilk halkası sahabedir ve galibiyetle sonuçlanan ilk cihad/mücahede sahneleri ise Bedir zaferidir.

Bu mücahit taifenin en son halkasını teşkil edenler ise, -tabiidir ki- ahir zamanda gelecektir. Ahir zamanda gelecek olanlar daha çok manevî cihada memurdur. Çünkü ahir zamandaki cihad ilimle olacaktır. Değişik ayet ve hadislerin işaretlerinden bunu anlamak mümkündür. Bediüzzaman hazretlerinin –özetle- ifade ettiği gibi, “Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi olan Kur'an-ı Mu'cizü’l-Beyan, Hz. Adem’e isimlerin öğretilmesini ifade eden “talim-i esma” hakikatini ders verirken; hak ve hakikat olan ilimlerin, fenlerin doğru hedeflerini, dünyevî ve uhrevî kemalât ve saadetleri açıkça gösteriyor. Hem insanları bu ilim ve fenleri öğrenmeye teşvik ediyor. Kullandığı üslubun işaretiyle adeta şöyle diyor: "Ey insan! Şu kâinatın yaradılışındaki en yüksek maksat, rububiyetin tezahürüne karşı insanların küllî ubudiyetlerdir. İnsanın en yüksek gayesi ise, ilim ve kemâlat/erdemler ile o kulluk ve ubudiyet mertebesine yetişmektir." Keza Kur’an, kullandığı ifade tarzıyla şöyle işaret eder ki: "Elbette nev'-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir." (Sözler/20. Söz/2. makam)

Bedüzzaman Hazretlerinin kanaatine göre, gerek bu hadis, gerek Asr suresi ve gerek Fatiha suresi, “sırat-ı müstakim ashabı” olarak ifade edilen ve tarih boyunca Allah yolunda cihad/mücadele ve mücahede eden bütün taifelere işaret ettiği gibi, bu taifelerin şu ahir zamandaki temsilcisinin de Risale-i Nur hizmeti ve onun talebelerinin olduğuna da işaret etmektedir. (bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.54)

Buna göre, İslam tarihinde hakka hizmette öncülük edenlerin ilki, sahabe ve özellikle Bedir aslanlarıdır. En son hizmet kahramanları ise, bu ahir zaman fitnesi içerisinde hak ve hakikate hizmet eden bütün Müslüman gruplar, cemaatler olmakla beraber, bunların başında Risale-i Nur hizmeti gelir. Çünkü tarihin şahadetiyle İslam hâkimiyetinin son kalesi olan Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesiyle, her taraftan dinsizlik cereyanları ve nifak akımları ortaya çıkmaya başlamıştır. İslam âlimleri ve mürşitlerinin önemli bir kısmı öldürülmüş, diğer kısmı ise şiddetli istibdatların baskısıyla pasifize edilmiştir. Ortada hem dünyasını hem ahiretini Kur’an’a feda etmeye karar veren ve "Yüzer milyon başların feda oldukları bir kutsî hakikate, başımız dahi feda olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız, hakikat-ı Kur'aniyeye feda olan bu başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyesinden vazgeçmeyecekler inşâallah!" (Lemalar/26. Lema/15. Rica) diyen ve Bedüzzaman unvanıyla meşhur olan bir tek adam ayaktadır.

Merhum Osman Serdengedçti’nin o coşkun ifadesiyle;
“Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O ayakta... Şark yaylalarından; güneş'in doğduğu yerden İstanbul'a kadar gelen bir adam. İmanı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah! demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş...  Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade...  Şimşekler gibi bir zekâ...  İşte Said Nur!.. Divan-ı Harpler, mahkemeler, ihtilaller, inkılablar...  Onun için kurulan i'dam sehpaları...  Sürgünler...  Bu müthiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş. Kur'an-ı Kerim'de "İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz" (Âl-i İmran suresi âyet 139) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur'da tecelli etmiş!” (Tarihçe-i Hayat/tahliller)

Bedir ve Nur cihadı

Bedir savaşı ve zaferi İslam tarihinde yapılan ilk büyük savaş ve ilk büyük zaferdir. Bu savaş, tarafların iradesi dışında gerçekleşti, çok zayıf bir durumda olan Müslümanların ummadıkları bir savaşla karşılaştığı, imanlarının teste tabi tutulduğu, insan iradesinin devre dışı bırakıldığı, yalnız ilahî iradenin konuştuğu harikulade bir hikmet tablosudur. Kur’an-ı hakîm bu harikulade durumu –meal olarak- şöyle ifade etmektedir: “Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız bile, aralarınızda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, olması gerekli olan bir işi gerçekleştirmesi, netice itibariyle helâk olanın açık bir delille helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Enfal, 8/42) mealindeki ayette Bedir savaşı ve zaferi gözle görülen bir mucize olarak gösterilmiş ve  “Allah, helâk olan açık bir delille helâk olsun, yaşayan da açık bir delille yaşasın diye böyle yaptı” mealindeki ilahî ifadeyle de bundan böyle imanlı hayatı tercih edenler açık bir delile dayalı olarak yaşayacakları; imansız hayatı tercih edenlerin de açık delile rağmen –inat ve mükabereyle- kendilerini helake sürükleyeceklerine vurgu yapılmıştır.

Bu ayetin veciz ve mucizevî ifadesiyle insanlara şu mesaj verilmiştir: “Ey müminler! Düşmanla aranızda herhangi bir savaş ilanı ve bu konuda bir yer tayini olmadığı halde, iradeniz dışında Allah’ın sizi düşmanlarınızla karşı karşıya getirmesinin hikmeti, sizi onlara karşı galip getirip zafere ulaştırmak, maddi güç itibariyle sizden çok daha kuvvetli olan düşmanlarınızı hezimete uğratmak, hakkı batılın üstüne çıkarmaktı. Ta ki, hakkın haklılığı, batılın da batıllığı, İslam’ın doğruluğu, küfrün ise yalancılığı –katî delile dayalı olarak- açıkça ortaya çıksın. Öyle ki, artık bundan böyle aklı başında hiç kimse için İslam’ın hak ve hakikat olduğuna dair hiç bir şüphe ve tereddüde yer kalmasın.”

Bugün Risale-i Nur külliyatını okuyan –her kesimden- milyonlarca insanın kanaati şudur ki; İslam’ın hak ve hakikatli bir din olduğunu, Kur’an’ın Allah’ın hak kelamı olduğunu, Hz. Muhammed’in Allah’ın hak Resulü olduğunu ilmî delillere dayanarak ispat eden bu eserlerin ortaya koyduğu  delilleri görüp de iman etmeyenlerin saplandıkları düşünce, tamamen önyargıya dayanan, delilden yoksun, indî bir fikir ve inadî bir küfürdür. 

Gerçekten -Bedir zaferiyle ortaya çıkan Kur’an’ın doğruluğunu görenler gibi- bu gün de insanlar, Kur’an’ın nurunu, özellikle Risale-i Nurun ortaya koyduğu Kur’an’ın güneş gibi parlak delilleri ve Hz. Peygamberin açık mucizeleri karşısında artık tercihini bilerek yapmak durumundadır. Küfrü tercih edenler, artık –İslam’ın doğru, küfrün ise yalan olduğunu- gözler önüne sermiş olan delillere rağmen, bilerek nefsin ve şeytanın telkinlerine kapılarak inadî bir şekilde küfür çizgisini devam ettirecekler.

Buna mukabil, imanı tercih edenler de gözle gördükleri hak ve hakikate dayanarak, delile dayalı bir davaya sarılarak mümin kimliklerini ve İslamî hayatlarını devam ettireceklerdir. Çünkü bu gibi canlı mucizeler karşısında ölü olmayan her gönül, kör olmayan her basiret, şaşkın olmayan her akıl şunu anlar ki, “din hayatın hayatı, hem ruhu hem esası; ihyay-ı din ile olur bu milletin ihyası.” 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.