Bayramiyye, şiirleri ve Osmanlı aristokrasisi 

Divan şairleri muhtelif vesilelerle şiirler yazarlar. Bunları o vesilelere göre adlandırırlardı. Hatta bu tür şiirler  yalnız Ramazan ve bayram gibi dini, yahut padişahların tahta çıktıkları gün münasebetiyle yazılan Cülusiyyeler  gibi resmi günlere de inhisar etmezdi.

Nedim‘in Damak İbrahim Paşa için yazdığı bir iydiyyye:

Sabahı iyd yine ufukta bedid oldu- bayram sabahı yine ufukta belirdi
İzar-ı şahid-i baht-ı cihan said oldu- bahtının göründüsü parlak oldu

Zihi neşat ki sabah-ı  ayş –ı  bay ü geda – Öyle bir sabah aydınlığı ki fakir ve zengin
Misal-ı came-i kadd ü bütan sefid oldu- cazip insanların boyları hep beyazlaştı

Kem oldu encüm-i tabende asmanda sipihr –asumanda gökyüünde parlak yıldızlar görünmez oldu
O dem ki cilvegah-ı afitab-ı ıyd oldu-O zaman o an gökyüzünün görüntüleri bayramı gösterdi

Zaman-ı habbe-i hubb-ı mürevvek oldu tamam- tortusu giderilmiş sevgiler göründü
Revac-ı gerdişi  Cam-ı cemin mezid oldu-cemin kadehinin dönmesi arttı

Açıldı kufl-i  der-i arzuy-ı ruzakeşan – orucun açılması arzusu kilitten kurtuldu
Hilal-i iyd ona simden kilid oldu-Bayram hilalı ona gümüşten kilit oldu

Olup atasına mazhar  o sadr-ı zişanın – şanlı sadrazamın ihsanlarına mazhar oldu
Bu iyd herkese şevkaver u said oldu- Bu bayram herkese şevk verdi ve  mesut etti

Zaman-ı devlet ü adlinde o l keremkarın –o ikram eden zatın adalet ve devlet zamanında
Kulub-ı halk-ı cihan guşadan baid oldu-cihan halkının kalpleri elemlerden kurtuldu

Hüda vücudunu hıfzeylesin hatalardan – Allah varlığını hatalardan korusun
Ki zatı aleme sermaye-i ümid oldu- kişiliği , zatı aleme ümid sermayesi oldu. 

Yine Nedim’in üçüncü Sultan Ahmet için bir bayramiye iydiyyesi vardır. Onunla o zaman sarayda yapılan muayede bayramlaşma resmini de tarif etmiştir. Bunda sarayda kurulan tahta Üçüncü Ahmet’in oturuşunu, tahtın solunda dört şehzadenin, sağında İbrahim ve kaptan paşalarla diğer üç damadın, arka tarafta ise bütün saray ağalarının duruşunu, Şeyhülislam ile ulemanın, onlar arasında kendisinin de saygı gösterişini –etek öpüşünü– anlattıktan sonra İstanbul’un bayramını kendi görüşüyle tarif eder.

Biz Osmanlı aristokrasisini değil adını bile kaldırmışız. Bize ecdadımızı terketmeyi örgütleyen ve bizimkileri kullanan batı, kendileri kral ve kraliçelerini sembolik olarak devam ettiriyor. İngiliz kraliçesinin  ve eniştelerinin dük ve düşeşlerin hayatı bütün basın, televizyon tarafından pazarlanıyor, ağız suları akıttırıyor. Bizim de sultan ve saltan hanımlar sembolik olarak devam edebilirdi değil mi? Kültürden habersiz inşa edilen dar görüşlü siyasilerin sistemi bu kadar yapabilir. Köksüzlük kötü bir hastalık. Yahya Kemal öyle söyler. Modernizm köksüzlük biz de ama batıda değil.

Binip sad ü izz ü naz ile semend-i şuh reftare 
Güzeller at meydanında alur şimdi meydanı.
(İzzet ve naz ile güzel gösterişli atlarına biner güzeller Atmeydanında dolaşırlar.)

Hususan Hazret-i Eyyüb ile meydan-ı tophane 
Birer takrib ile elbette cezbeyler civananı
(Hazreti Eyyüb meydanı ve Tophanede birbirini takib eden gençler.)

Firaz-ı Üsküdar’ın budu vardır gerçi amma kim 
Yine inkar olunmaz hak bu kim anın da seyranı.
(Üsküdar uzaksa da unun da seyranı dolaşılması inkar edilmez yapılır.)

Ya Sadabad-ı dilucnun efendim sorma hiç vasfın 
Kulun bir veçhile tabire kadir olmasam anı.
(Sadabad özel bir süslü, müzeyyen meydandır, şair orayı o gönül çeken yerin özellikleri anlatılamayacak kadar yüksektir.)

Müferrih gamsa da hatırkuşa dilcu ve ruh efza 
Temaşası muhakkak mest ü hayran eder insanı.
(Gamı giderir, rahatlatır insanı, hatıraları canlandırır, gönlü açar, ruha nefes aldırır.)

Biçinmiş bağlar idiyye cümle fıstıki atlas. 
Sarınmış başa nefti şal her serv-i hıramani. 
(Bağlar düzenlenmiş fıstıki renkli atlaslarla)
(Koyu yeşil ile kahverengi arasında bir renkte başlarına şal takmışlar giymiş genç kızlar.)

Gümüş renginde bir diba bicinmiş cedvel-i simin. 
Veliykin hare gibi mevci var şeffaf ü nurani.
(Renkli dokuma motiflerle süslenmiş bir nevi ipek kumaş, gümüş renginde, tıpkı gümüş renginde)
(Lakin kareli gibi dalgalı, şeffaf ve nurani görünüyor.)

O diba abşarın dahi anınkinden hemen farkı. 
Bunun mevci biraz sık  anın ise kadd-i tulani.
(O akıcı görünüşlü elbisenin onunkinden farkı.) 
(Bunun dalgaları sık onun ise uzun ve boyuna.)

Yine idiyye bahşişler verip fevvare-i dilcu.
Demadem etmede etrafı-ı havza  simefşanı.
(Yine bayrama bahşişler verip gönülçeken fıskiye.) 
(Havuzun etrafını daima gümüşfışkıran haline getirdi.)

Şehinşaha bu iyd eyyamı cümle kulların çünkim. 
Şerefyab oldu pabusunla buldu izzet ü şanı.
(Padişaha bu bayram günlerini bütün kulların insanların.)
(İnsanlar padiyahın gelişi ile izzet ve şan buldular.)

Ya sadabad dahi çekse de hasret u pabuse. 
Anın hakkında icra kıl sen o lutf-ı firavanı
(Sadabat o meşhur mesire yeri, harika bahçe sultanın ayağını öpmeye hasret çekse de.)
(Onun hakkında sen yerine getir taşkın lütfu ve ihsanı.)

Buyur ol cay-i dilcuyu ser efraz eyle lütfunla. 
Hemişe hem rikab olsun sana teyid-i Rabbani
(Buyur gönül çeken dikkatinine layık durumu başında gezdir, lutfunla.)
(Daima senin arkandan gelsin seni doğrulayan Rabbani tutum.)

Huda hemvare mahfuz eyleyip zat-ı hümayunun.
Musahhar eylesin fermanına İran ü Turani
(Allah daima Padişahın zatını koruyup.)
(İran ve Turan ülkesini fermanına bağlasın.)

Osmanlıların ihtişam ve azamet devrinde küçüklerin büyüklere hediye takdimi adet hükmüne girmiş ve giderek suiistimal bile edilip rüşvet halini almıştı. 

Serdarlıkla bir tarafa gönderilen vüzera ve ümera futuhları ganaiminden zamanın padişahına hediye takdimi kaideydi. Hatta Kaptan-ı Derya Hayrettin Paşa bir defa sefer dönüşünde, omuzlarında birer kese akçe ile ile iki yüz ve ellerinde gümüş tepsi içinde biner altını muhtevi atlas keseleri hamil yüz gulam ve yine ellerinde altın tepsiler içinde inci ve mercan teşbihler ve gerdanlıklar ve altın kadehler ve sair kıymetli şeyleri taşıyan iki yüz cariye takdim eylemişti. Daha sonraları sefer avdeti ve enva-i ganaim kaydı bertaraf olup İstanbul’a gelen vezirlerle beylerbeyilerin hediye takdim etmeleri usülü meydana geldi. Hatta silahdarlıktan Mısır valisi olan İbrahim Paşa kubbe vezirliği ile İstanbul’a davet olununca takdim eylediği hediyelere yirmi kere yüzbin altın kıymet takdir olunmuştu. Bir milyon altın lira demek olan bu hediyeler seksen bin miskal altından murassa bir taht ve altın ve mücevherat ile müzeyyen esliha ve at takımları ve sair eşya ve birkaç yüz hayvandan ibaret idi.

Asrının zengin vezirlerinden olan Sinan Paşa da üçüncü Murat için gülhanede ve hala asarı baki olan incili Köşkü yaptırmış ve bu münasebetle büyük bir ziyafet tertip ettiği gibi külliyetli murassat dahi takdim eylemiştir. İşte bu asırlarda hediye takdimi için muhtelif vesileler aranırken bayramlar da hediye takdimi de hatıra gelmiş  ve tatbikine başlanmıştır. Bu hal aşağı yukarı Tanzimat’a kadar sürmüştür.

Ne kadar zengin ve refah içinde yaşamış Osmanlı. Allah kendine layık davranan Muhsinlere daima iyi işler yapanlara cömert davranmış, günahlar ve dalalet içindeki bir toplum eğer de çalışmazsa Allah’ın nimetlerinden mahrum olur. Çünkü Allah Kur’an-ı Kerim’inde daima şu kalıbı tekrar eder: "Allahümme ya yüzii ecrelmuhsinin- Allah iyilik ve güzellik içinde davranan ve yaşayanların ücretlerini zayi etmez." 

Allah bizi de Muhsinlerden etsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.