Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Başörtülü okumak

Cumhuriyetin ilanından sonra, yönetime hâkim olan zihniyet, kendi görüş ve düşüncelerini topluma tamamen egemen kılmak için tesettürü her zaman en büyük engel olarak görmüş ve her vesile ile ‘’asri giyim yaftası’’ altında kadınları tesettürden uzaklaştırmak için çok büyük bir mücadeleye girişmiştir.

Başörtüsünü toplum hayatından ve kamu alanlarından tamamen çıkarmak ve eve hapsetmeyi amaçlayan bu zihniyet, bunu gerçekleştirmek için, ter türlü yola başvurmaktan çekinmemiştir. Hatta eski Başbakanlardan Bülent Ecevit bile, başörtüsü yasağını savunurken, ‘’biz özel hayatında başörtüsü takanlara karışıyor muyuz’’ diyerek devlete hakim olan bu zihniyeti açığa vurmuştur.

Bu düşünce ile başörtüsü ve tesettürü toplum hayatının arka planlarına atmak için çok yoğun çalışmalar başlatılmış, eğitim sistemi yeni baştan düzenlenmiş ve dini çağrıştıran bütün düşünce ve motiflerden arındırmaya çalışmıştır.
Kadınların, asırlarca hayatlarının ayrılmaz bir parçası olan tesettürden koparak eğlencenin ve çağdaş hayatın bir parçası haline gelmeleri için her türü yola başvurulmuş, evlerinden dışarıya çıkarak dışarıda çalışmaları teşvik edilmiştir.

Eşleri tesettürlü olanların kendi görev alanlarında ve devletin verdiği vazifelerde terfi etmelerinin önü bilinçli ve sistemli bir şekilde kapatılmış, bunun için türlü bahane ve sahte gerekçeler üretilmiş, fakat en büyük engelin de tesettür olduğu özellikle hissettirilmiştir.
Bunun en çarpıcı ve somut misali, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, kamu görevlilerinin eşleri ile birlikte davet edildiği, dans ve içkinin iki ana unsur olarak kullanıldığı balolar ve gece toplantılarıdır. Bu işler için de özellikle Halk Evleri ve Türk Ocakları kullanılmıştır.

Eşlerini bu toplantılara getirmeyenler kamu görevlilerinin terfilerinin önüne geçilmiş,  tesettürlü eşleri ile birlikte bu toplantılara katılanlarla adeta alay edilmiş, psikolojik baskı altına alınmış, tesettürü bırakmaya ve içki içmeye adeta zorlanmışlardır.
Demokrasiye geçiş ile birlikte milletin hassasiyetlerine gösterilmeye başlanan saygı, bu jakoben zihniyetin mensupları tarafından hoş karşılanmamış, hatta zaman zaman inançlara saygı ‘’popülizm’’ olarak telakki edilerek küçümsenmiştir.
Bütün ihtilallerden sonra, diktatörlük heveslilerinin ilk olarak ele aldıkları konuların başında din ve tesettür ile mücadele gelmiştir. 27 Mayıs İhtilalinden sonra, ezanın yeniden Türkçe olarak okutulması yönünde ciddi teklifler ve çalışmalar yapılmış, ancak buna cesaret edilememiştir. Hatta bütün ‘’Nurcuların Yassıada benzeri bir adaya toplatılması konusu’’ bile ciddi olarak tartışılmıştır.

12 Eylül İhtilalinden sonra en büyük mücadelelerden birisi, başörtüsü ile yapılmıştır. Fakat bana göre 28 Şubat darbesinin dine verdiği zarar ve yaptığı tahribat hiçbir dönemde yapılmamıştır. Hiçbir ihtilal döneminde cesaret edilemeyen bazı adımlar, maalesef bu dönemde görünüşte demokratik yöntemlerle kurulmuş, fakat hakikatte, tezgah, desise ve demokrasi hilelerinin ürünü olan hükümetler marifetiyle atılmıştır.
Darbenin önlenmesi için yol verildiği zaman zaman bazı kişiler tarafından ifade edilen ve buna payanda olanların ‘’Cibali Baba’’ misali çok az bir kesim tarafından bile olsa hala savunulmaya devam edildiği 28 Şubat müdahalesinin, dine verdiği zararın, diğer bütün darbelerden çok daha ileri bir noktaya ulaştığını rakamlarla ifade etmek mümkündür.

Kur’an Kurslarına, Meslek Liselerine, İmam Hatip Okullarına, Hafız okullarına, İlahiyat Fakültelerine, başörtülü öğrenci ve memurlara vurulan dehşetli darbelerin, demokrasiye geçtikten sonra ihtilal dönemleri dâhil hiçbir dönemde benzeri yoktur.
Gerçi başörtülerini takarak okumak isteyen genç kızlarımızı toptan Suudi Arabistan’a göndermek isteyen zihniyetin hevesleri kursaklarında kalmış, Rabbim onları muvaffak etmemiştir. Fakat moda ve seküler hayatın teşvik edildiği, insanların günlük ve değişken rüzgarların etkisine fazlasıyla kapıldığı bir dünyada yaşıyoruz. İletişim araçlarının etkisinin her geçen gün artması, maalesef sekülarizm rüzgarının da şiddetini artırmaktadır.

Bu noktada önemli bir kırılma ile karşı karşıya olduğumuzu da asla göz ardı etmemeli, tesettürün manasına ve İslami vasfına gereken hassasiyeti gösterme noktasında da üzerimize düşen görevi büyük bir dikkat ve istikamet ile yapmaya devam etmeliyiz.
Tesettür, bir hayat tarzı ve inanç biçimidir. Elbette sadece örtünmekten ibaret değildir. Örtünmek ile birlikte; edep, haya, ahlak, fazilet, istikamet, ahval, etvar, konuşma; kısacası, hayatın içinde olan ve yaşanan her şey ile bir bütün olarak telakki edilmelidir. Zaten, İslam’ın kadınlara tesettürü farz kılmasının temelinde de bütün bu unsurlar ve anlayış vardır.

Tesettürlü kızlarımızın okuması, ilim, irfan sahibi olmaları, kendilerine, çevrelerine, ailelerine, evlat ve eşlerine her konuda faydalı ve yardımcı olmaları, elbette aranılan ve istenilen bir özelliktir.

Aynı şekilde İslam’a hizmet etmek için de, eğitimlerini en iyi şekilde tamamlamaları gerekir. Bu zaten İslam’ın da önemli bir emridir, kız ve erkek çocuklarının okuması konusunda herhangi bir ayırım da söz konusu değildir.
Bu noktada ahlak ve iffet konusunda çok özel bir dikkat ve itina göstermek gerekir. Bilindiği üzere, ahir zamanın en büyük fitnelerinin başında açık saçıklık gelmektedir. Gençlik Rehberi ve Hanımlar Rehberi adlı eserleri ile gençliği sefahettehlikelerinden korumaya çalışan Üstad Said Nursi, özellikle hanımların ve genç kızların çok dikkatli olmalarını tavsiye etmektedir.

Said Nursi, ne yazık ki tek mahkumiyeti olan ve Eskişehir Mahkemesi tarafından verilen on bir aylık cezayı da tesettür ile ilgili olarak yazdığı risale nedeniyle almıştır. Ayrıca Gençlik Rehberi için 1952 yılında İstanbul’da açılan dava da, en önemli sebeplerden bir tanesi de tesettür konusudur.

Gençlik Rehberi için hazırlanan ehl-i vukuf raporunda Said Nursi şu ifadelerle suçlanmaktadır."Bediüzzaman tesettür taraftarıdır. Kadınların yarı çıplak, açık dolaşmalarına, İslamiyet’e karşı muharebede şeytan kumandasına verilen fırkalar olarak tasvir etmekte, kadınların bugünkü içtimaî hayatta açık bacak ve yarım çıplak giyinmelerini günah saymakta, Bediüzzaman halihazır bu açık, yarım çıplak giyinişleri evlenmelere mâni olup fuhşa teşvik edici mahiyetinde görmektedir.’’ (Emirdağ Lahikası, sayfa;365)

Son yıllarda başörtüsü için müspet sayılacak çok önemli gelişmeler yaşanmakla birlikte, aynı şeyi ne yazık ki, tesettür için söyleyemiyoruz. Başörtüsü takan insanların birçoğunda bile, tesettür konusunda bir savrulma yaşanmaktadır. Başörtülü olarak okuyan genç kızlarımızın pek çoğunda, tesettürün manasına hiç de uygun olmayan giyim tarzı ve modaya doğru savrulma eğilimini, üzüntü ile takip ettiğimizi ifade etmeliyim.

Elbette başörtüsü tesettürün bir parçasıdır, fakat tesettür, sadece başörtüsü takmaktan ibaret değildir.Tesettürü bir üniforma tarzında sınırlamak ve herkesi aynı kıyafete mecbur etmek doğru olmadığı gibi, göstermelik bir hale dönüştürmeye de kimsenin hakkı yoktur.
Maksat Allah’ın emrini yerine getirmek ise, bu emri dosdoğru ve hiçbir komplekse kapılmadan uygulamak gerekir. Bunu da Kur’an ayetleri ve Hadislerin ışığında, İslam alimlerinin kahir bir ekseriyeti ittifak ederek tarif etmişler ve ümmetin kadınlarına yol göstermişlerdir.

Tesettürde esas olan, vücut hatlarını belli etmeyecek ve yabancı erkeklerin dikkatini çekmeyecek tarzda bir tercihte bulunmak ve bunda da ısrar etmektir. Hiçbir moda ve beğenilme talebi içinde olmadan, başkalarının menfi nazarlarını celp etmeyecek bir tarzda iffet ve edep ile giyinmek, Müslüman kadınların ve genç kızların şiarı ve vaz geçilmez önemli bir tercihi olmalıdır.
Tesettür ancak ve ancak bu dikkat ve itina neticesi yaşanabilecek, Allah’ın hoşnutluğuna vesile olabilecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum