Başkasının ayıplarını sergileyen ve akları karalayanlar!

Velit b. Muğîre’yi duymuşsunuzdur. Ebu cehil'in amcası ve meşhur İslâm komutanı Halid b. Velid'in babasıdır. Mahzum oğulları'nın liderlerindendir. En büyük İslâm düşmanlarından biridir.  Velid bin Muğire zengin de birisiydi. Mekke’nin aristokrasisi içinde iyi bir yeri vardı. Mekke toplumunda saygınlığı olan oğullara (rivayete göre 11 veya13 tane oğula ) sahipti. Kur'an-ı Kerim'de, ilk inen surelerden Kalem[1] suresi ile, Müddessir[2]  suresinde onun karakteri ve özellikleri hakkında bilgi verilir. 

Babası olduğu bilinen zatın, onun kendi babası olmadığını o, ancak 18 yaşında iken fark etti. Çünkü anası ona gayr-i meşru yoldan gebe kalmıştı. Velit b. Muğîre hakkında ayet nazil oluncaya kadar kimse bunu bilmiyordu.

İnen ayetler hem bu adamın özelliklerini ortaya koyuyor; hem de Müslümanlara: İçinizde şu özellikleri taşıyan kimselere sakın aldanmayın, itaat etmeyin, inanmayın, diyordu. Ne idi o özellikler? İsterseniz onları Velit b. Muğîre hakkında nazil olan ayetlerin meâlinden takip edelim:

“(Resûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.”[3]  Ona âyetlerimiz okunduğu zaman o, «Öncekilerin masalları!» der. Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibirini kırıp rezil edeceğiz.)[4]

Rivayete göre Velit, bu ayeti işitince anasına gitmiş, kılıcını çekmiş ve demiş ki:

-Muhammed (s.a.v) beni on sıfatla teşhir etti. Bunlardan dokuzunu kendimde buldum. Fakat, “zenim” yani soysuz, zina ürünü olduğum hakkında hiçbir bilgim yoktur. Bana doğruyu söylersen ne âla, söylemezsen boynunu vuracağım!

Anası şu cevabı verdi:

-Sus, gerçeği sana söyleyeyim. Eğer ben yaptığım işle sana faydalı olduysam ne a’la, olmadıysam bana istediğin cezayı ver. Oğlum senin baban zengindi. Fakat cins-i münasebet kudretine sahip değildi. O ölünce malı başkalarına gidecek diye korktum. Ben de nefsime bir çobanı davet ettim, o da geldi.[5] İşte sen ondansın.

Bu ayetlerin mefhum-u muhalifinden çıkaracağımız anlamlar şudur: Temiz olan ve temiz damardan gelen yalan yere yemin etmez, etmemeli. O, haysiyetli ve şereflidir. Kimsenin ayıbını vitrine çıkarmakla uğraşmaz. Söz taşıyıcılığı ve gıybet yapmaz. Kimsenin hayrına engel olmaz. Hakka tecavüzden ve günah işlemekten korkar. Kaba değildir. Malından dolayı kibirlenmez, hava atmaz.

YALAN HABER ÜRETENLER KARŞISINDA MÜSLÜMANIN TAVRI

Yoldan çıkmışların, bulanık suda balık avlamak isteyenlerin yalan yanlış haberlerine karşı Allah inananları uyarıyor ve şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Eğer bir fasık* size bir haber getirirse (hemen inanmayın). Onu iyice araştırın. Eğer araştırmadan inanırsanız sonra bilmeden bir toplumun, bir şahsın, bir müessesenin gururunu incitmiş, şahsiyetiyle oynamış, hukukuna tecavüz etmiş olursunuz. Haberin yalan olduğu, ortaya çıkınca da pişman olur, dizinizi döver, “keşke bu fasığın haberine inanmasaydım”, dersiniz.”[6]

Bir ara Yahudi ve münafıklar, bir yaygara kopardılar. Hz. Aişe validemizin Saffan adında edep abidesi bir sahabi ile zina ettiğini söylediler.

Müslümanların çoğu hamdolsun Aişe validemizin böyle bir şeyi asla yapmayacağını, bu haberi ancak fasıkların ve münafıkların çıkarıp yayabileceklerini tahmin ettiklerinden kesinlikle inanmadılar. “Bu apaçık bir iftiradır” dediler.

Fakat ne hazindir ki bazı kimseler de bu fasık ve münafıkların uydurduğu habere inandılar veya inanır gibi durdular. Sonra Hz. Aişe validemizin suçsuz ve günahsız olduğuna dair inen ayetler bu uydurma haberi ortaya atanların asıl çehrelerini ortaya koydu. İnananları veya inanır gibi duranları da kınadı ve şu ikazlarda bulundu:

“Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, "bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?

Bu iddiayı ortaya atanların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendileridirler.

Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, size mutlaka büyük bir azab isabet ederdi.

Çünkü siz bu iftirayı, gelişi güzel birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sahibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir suçtur.

Onu duyduğunuzda "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır..." demeniz gerekmez miydi?[7]

Bu iftiraya inananlara inat, “Haşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır." Diyenler de vardı. İşte böyle diyenlere bir örnek te yine Asr-ı Saadet’en:

Rivayet olunuyor ki:

-Eyybu’l-Ensarî’nin babası, Eyyubu’l-Ensarî’nin annesine yani hanımına sormuştu: Hz. Aişe hakkında yapılan dedikodular konusunda senin görüşün nedir?

Cevap ne kadar hanımefendice ve susturucu:

-Kocacığım, sen Saffan’ın yerinde olsaydın Peygamber’in tertemiz eşine herhangi bir kötülük ve ahlaksızlık düşünür müydün?

-Hayır.

-Ben de Aişe’nin yerinde olsaydım Allah’ın Rasülü’ne hıyanet etmezdim. Aişe benden, Saffan ise senden hayırlı. Biz bu kötülüğü düşünmediğimize göre, bizden daha faziletli olanlar, böyle bir kötülüğü nasıl düşünebilirler?

İbn-i Zeyd demiş ki: Bu ayet-i celile, müminlere bir kınamadır. Çünkü mümin annesine böyle bir kötülük düşünemez. Anne de oğluyla böyle bir cinayete teşebbüs ve tenezzül etmez. Hz. Aişe müminlerin annesidir.[8]

SOSYAL, GÖRSEL VE YAZILI MEDYAYI ŞERRE ALET EDENLER

Kötülüğün, hayasızlığın ve ahlaksızlığın yayılmasından zevk alan, bulandırdıktan sonra balık avına çıkan ahlaksızları Allah tanıtıyor ve böyleleri hakkında şöyle buyuruyor:

“İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de acı veren bir azab vardır. (Her şeyi) Allah bilir; siz bilmezsiniz.”[9]

-Neden Allah, onlara pek acıklı bir azap vardır, diyor?

-Çünkü onlar yaydıkları yüz kızartıcı ve tiksindirici haberleriyle, ve ahlaksız yayınlarıyla iffetli ve namuslu insanları derinden yaralıyor ve üzüntüye gark ediyorlar. Bunların maksadı toplumu ıslah değil, ifsattır. Bunların maksadı reyting kazanmak, gayr-i meşru yoldan çıkar temin etmek, dinin insanlara kazandırdığı güzel meziyetleri bombalamak, aile kurumunu yıkmak ve toplumu dejenere  etmektir. Bu zalimler bilmezler ki yıkılan enkazın altında bir gün kendileri ve kendi çocukları da kalacaktır.

Sevgili Peygamberimiz ne güzel uyarıyor ve buyuruyor:

“Allah’ın kullarına eziyet etmeyin. Onları ayıplamayın. Onların gizliliklerini araştırmayın. Kim Müslüman kardeşinin gizliliğini araştırırsa, Allah da onun gizliliklerini ortaya koyar, evinin içinde de olsa onu rezil-rüsva eder.”[10] Hafizanallah.

KÖTÜLÜKLERİ ANLATMAK VE GÖSTERMEK KÖTÜLÜKTÜR

Müslüman başkasının ayıbıyla uğraşmaz. Çünkü İslamiyet’te başkasının ayıbıyla uğraşmak, özel hayatın sırlarını deşifre etmeye gayret etmek en büyük ayıp sayılmıştır.

Biz bunu söylerken ayıplara, günahlara aldırmayalım, onları hoş görelim, anlamında bir şey demek istemiyoruz.

Bizim demek istediğimiz, bir yerde bir ayıp ve günah varsa ve o yerinde saklı duruyorsa mümkünse onu yerinde temizleyelim. Onu deşip dağıtmayalım, başkalarına da sıçratmayalım. Çağın Sosyoloğu diyor ki: “Kötü şeyleri tasvir, saf zihinleri idlaldir.” Yani duyulması dahi tiksindirici olan şeyleri anlatmak, teşhir etmek, sütunlara, sahnelere, ekranlara taşımak kötülükleri azaltmaz, artırır, temiz zihinleri saptırır, kirletir.

Bizim vazifemiz, ayıpları setretmek, iyilikleri sergilemek, hata yapanları usulünce uyarmak, hatasından dönmesine zaman tanımak olmalıdır. Bu bir çeşit Allah ahlakıdır. Müslüman’dan da böyle bir ahlak istenmektedir.

Allah’ın güzel isimlerinden biri de “Settar” dır. Ayıpları örten demektir. Bir ismi de “Ğaffar”dır. Günahları bağışlayan demektir.

Eğer kullar ayıp etmeyecek ve günah işlemeyecek olsaydı, Allah’ın Settar ve Gaffar diye bir ismi olmazdı. Madem Allah ayıpları örtüyor, günahları ve hataları bağışlıyor; öyleyse bundan kendimize bir ders çıkarmalıyız. Herkesin hata yapabileceği, günah işleyebileceği ihtimalini dikkate almalıyız. Bu hata ve günahın sahiplerini rezil etmeden, teşhir etmeden onları o hata ve günahtan kurtarmanın yollarını aramalıyız. Bizim de –Allah korusun- aynı ve benzeri hataları yapabileceğimizi unutmamalıyız.

Hadis-i şerifte: “İnsanoğlunun hepsi günahkârdır, hata yapan cinstendir. Hata yapanlar ve günahkârlar içinde en iyileri tevbekârlar yani hatasından dönenlerdir.”[11] buyurulmuştur.

Müslüman şefkatte güneş gibi olmalı, herkese ışığını, ısısını saçmalıdır. Ayıpları örtmekte gece gibi olmalıdır. Kendi ayıbı başından aşmışken, kimsenin ayıbını görmemeli ve göstermemelidir. “Eller yahşi ben yaman, herkes buğday ben saman!” demelidir.

Allah hepimizi bağışlasın ve hepimizi bu ahlaka kavuştursun.

 

 



 

 

[1] Bkz. Kalem, 68/10-16

[2] Bkz. Müddessir, 74/11-14.

[3] http://www.diyanetvakfi.org.tr/meal/Kalem.htm

[4] Aynı yer, Kalem, 68/ 10-16

[5] Çantay, Hasan Basri, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerim, III, 1073-1074

[6] Hucurat, 6 / 49

*-Fasık: Günahkâr, yasaklara düşkün, fısk u fücur sahibi, demektir.

[7] Nur, 24 / 12-16

[8] El-Fahrurrazî, et-Tefsirü’l-Kebir, XXIII, 177

[9] Nur, 24/19

[10] Es-Sâbûnî, M.Ali, Muhtasar Tef. İbn-i Kesir, II/592

[11] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 49

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.