Bak postacı geliyor (mu)?

“Bak postacı geliyor, selam veriyor/ Herkes ona bakıyor, merak ediyor” Çocukluğumuzda belki de en çok söylediğimiz şarkılardan birisi, “postacı” şarkısıydı. Başında şapkası, sırtında çantası ile postacı sokağın başında göründüğü zaman, hemen etrafını çevirir, “postacı amca bize mektup var mı?” diye gözünün içine bakardık. Askerde olan abimizden, Almanya’da olan bir yakınımızdan, gurbete çalışmaya giden babamızdan gelecek olan bir mektubu, dört gözle bekerdik. Beklediğimiz mektup geldiği zaman ise, zarfı kaptığımız gibi eve doğru koşardık. Hasretlikleri hafifleten, gurbetten sılaya sıcacık nefesler taşıyan mektupları heceleye heceleye okurduk. Dinleyen kadınları ise genellikle ağlardı. Mektubun okunması bittikten sonra anneler mektubu alır, koklar, yüzüne gözüne sürerlerdi. Mektup bu kadar değerli ve mukaddes sayılırdı. Postacı da bu kadar mukaddes bir yük taşıdığı için çok saygın bir yere sahipti.

Şimdi ise, postacıyı görenlerin suratı asılıyor. İnsanlar kendilerine uzatılan zarfları alırken endişeden elleri titriyor. Çünkü gelen zarfın içinde ya yüklü bir fatura çıkar, ya kredi kartı ekstresi vardır, veya da icra dairesinden bir ihbarname gelmiştir. Onun için şimdilerde kapını zili çalsa, baba kızına sesleniyor: “ kapıya bak kızım postacı ise sakın açma, nasıl olsa iki defa çalar gider”.

Çoktandır telgrafın tellerine kuşlar da konmuyor. Çünkü zavallı kuşlar, üzerine konacak tel bulamıyorlar. Artık telli devreler devreden çıktı, radyolink kanalları ile telsiz irtibatlar sağlanıyor. Kuşlara da ancak baz istasyonlarının direkleri kaldı.

Mors alfabesinin ne olduğunu bugünün gençleri zaten bilmez, bizim kuşak da unutalı çok oldu. “ELT, ACELE, YILDIRIM” gibi kelimelerin birer telgraf türü olduğunu bilen kaç kişi kaldı acaba?

Yeni nesiller mektup kültürünü de bilmezler. Hatta mektuplaşmanın bir kültür ve sanat olduğundan bile haberleri yoktur. Halbu ki edebî sanatlar içinde mektubun ayrı bir yeri vardı(r). Zarfından kağıdına, kaleminden kelamına kadar her ögesi bir önem taşırdı. Resmi mektuplar, özel mektuplar, iş mektupları gibi çeşitlere ayrılır, her birinin hitabı ve hitamı ayrı bir güzellikte olurdu. Asker mektupları ise, mektup kültüründe müstesna bir yere sahipti.”Satırlarıma başlamadan önce” diye başlayan satırlar, kat kat selam ve sevgi ifadeleri ile devam ederdi. En büyük sevinçler, en koyu kederler, en dayanılmaz hasretlikler, en güzel aşklar satırların dili ile dile getirilirdi. Bayramlarda, kandillerde ve özel günlerde gönderilen tebrik kartlarının ise ayrı bir anlamı vardı.

Mektup aynı zamanda bir lisandı. Yazı dili ile konuşmaktı. Kelimeler kağıda döküldüğü için her kelime itina ile seçilir, en kibar, en anlamlı ve güzel ifadelere yer verilirdi. Mektup dili her zaman kaliteli ve seviyeli olurdu. Bu dil konuşma diline de yansır, insanlar kendi aralarında konuşurken de kibarlığa, saygı ve sevgi ifadelerine yer verirlerdi.

Sonra mektuplar yavaş yavaş aramızdan ayrılmaya başladılar. Önce sayıları azaldı. Artık postacılar çantalar dolusu mektup zarfı taşımaz oldular. Sonra postacıların yolunu gözleyen gözler azaldı. Sonra zarflardaki kağıtların sayısı ve kağıtlara dökülen kelimelerin sayısı da azaldı. Artık insanlar birbirlerine daha kısa ve daha seyrek mektup yazar oldular. Telgraf ise, tamamen ortalıktan çekildi. Bunun yerini, evlerden çıkıp ceplere giren telefonlar aldı.

Sevdiklerimizin sesini duymak, onlarla anında konuşmak belki daha zevkli oluyordu ama, kültürümüz için de büyük bir boşluk meydana getiriyordu. Üstelik konuşmak yazmak kadar ucuz da değildi. İşin sonu paraya dayandığı için, insanlar mümkün mertebe kısa ve acele konuşmaya çalışıyorlardı. En kısa zamanda, en az kelime ile konuşmayı bitirmek gerektiğinden, ifadelerdeki incelik, kayboluyordu. Bazı kelimeleri yuvarlayarak, bazılarını yutarak yapılan telefon konuşmaları, dildeki letâfete ve zarafet zarar vermeye başladı. Mesajların dili ise, tam felaket halini aldı.

Biz bu şekilde konuşma dilindeki bozulmadan yakınırken, daha büyük bir tahribat ile karşı karşıya kaldık. İnternetin yaygınlaşması ile yeni bir dil ortaya çıktı. “İnternet dili” denilen bu garip iletişim, dilimize daha büyük darbeler vurdu. Dilimiz dilim dilim doğranır oldu.

Dilimizin tahribatını tamir etmenin yolu, yine mektuplardan geçmektedir. Mektup kültürünü canlandırmak, dilimizi de yeniden eski lâtif ve zarif hale getirecektir.

Öyleyse, bugünden tezi yok, hemen kağıt kaleme sarılalım bir dostumuza mektup yazmaya başlayalım. Yazarken de mümkünse dolma kalem kullanarak kendi el yazımız ile yazalım. Eski günlerin güzel ifadelerini kullanmaya gayret edelim. Çünkü güzellikler eskimez. Saykal vurdukça parlar, güzelliği ziyadeleşir. Öyleyse gelin hep birlikte mektup kültürümüze bir saykal vuralım.

Abdil Yıldırım

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum