Ayasofya’yı müzeleştirme operasyonu

Ayasofya’yı müzeleştirme operasyonu

Ayşe Hür, Ayasofya’nın nasıl müzeye dönüştürüldüğünü yazdı

Risale Haber-Haber Merkezi
 
Tarihçi ve Radikal yazarı Ayşe Hür, Ayasofya’nın nasıl müzeye dönüştürüldüğünü yazdı. Batının ve tek parti yönetiminin çeşitli bahanelerle müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın hazin hikayesi:
 
İlk yapıldığında adının sadece Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olduğu rivayet edilen, ancak 5.yüzyıldan itibaren Aya Sofya (Kutsal Hikmet) diye anılmaya başlayan bu olağanüstü yapının Ortodoks aleminde özel bir yeri var. Bazı kaynaklara göre şehrin kurucusu I. Constantinus (hd 324-337) bazı kaynaklara göre oğlu Konstantinos (hd 337-361) tarafından inşa edilen üstü ahşap kaplı ilk bazilika, 20 Haziran 404’te yanmıştı. Onarım ancak 415 yılında, II. Thedosios döneminde tamamlandı.
 
Kilise, 13 Ocak 532’de başkentin ünlü araba yarışı takımları Maviler ve Yeşiller’in çıkarttığı Nika Ayaklanması’nda, şehrin diğer önemli binaları ile birlikte yandı ama hemen halka vergi salındı ve onarıma başlandı. Rivayete göre, 100 ustabaşının emrindeki 10 bin amelenin çalıştığı inşaat 5 yıl 11 ay 10 sürmüştü. Bina o dönem için öyle olağanüstü boyutlara sahipti ki, 27 Aralık 537’deki açılış töreninde, imparator İustinianos’un “Seni geçtim Süleyman!” diye haykırdığı rivayet edilir.
 
IŞIKLARIN DANSI
 
77 metreye 71,70 metrelik bir dikdörtgenin içinde yer alan yapının en önemli unsuru ortalama çapı 31,22 metre olan hafif elips biçimli kubbesidir. İlk yapılışında yerden 49 metre yüksekliğinde olan kubbe 558 yılındaki onarımda 7 metre yükseltilince, 49,5 metre yükseklikte olduğu rivayet olunan “Süleyman’ın Tapınağı” geçilmişti. “Kaplanamaz, sınırlanamaz bir boşluk, çevrelenemeyen evrenin sembolü olduğu” düşünülen ana kubbenin ve yan kubbelerin altındaki 91 penceresinden süzülen ışığın milyonlarca altın mozaik parçası üzerindeki muhteşem dansı, güneş ışıklarının hem dışarıdan geliyor, hem de içeriden doğuyor etkisi yaratmasına neden olurdu. Daha sonraları, kötü onarımlar sonucu ışıklar hiyerarşisi bozuldu ve bu büyülü etki kayboldu. Bugün gördüğümüz yapı esas olarak üçüncü dönemin ürünü.
 
AYA SOFYA’NIN “İSLAMLAŞMASI”
 
Tarihçi Tursun Bey’e göre Fatih Sultan Mehmed 29 Mayıs 1453’de şehre girdiğinde, Aya Sofya’yı görünce önce hayranlığını ifade etmiş, ardından Farsça bir beyit okuyarak, kilisenin harap halinden duyduğu hayreti dile getirmişti. Beytin Türkçesi şöyleydi: “Örümcek Kisra’nın tâkında perdedarlık ediyor/Baykuş Efrasiyâb’ın kalesinde nevbet vuruyor...”
 
Fetihten sonra, şehrin bu bölgesinin sulh ile değil, savaşla alındığı iddia edilerek, kilise derhal camiye çevrildi, padişahın hocası Akşemseddin’in okuduğu ilk hutbeden sonra Osmanlı dönemi başladı. Bundan sonraki asırlarda Aya Sofya’nın başına gelen iyi ve kötü olayları anlatmaya yerimiz yetmez. Bu yüzden kocaman bir adımla Cumhuriyet dönemine atlayalım.
 
1923’te Lozan’ın imzalanmasından sonra hukuken vücut bulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, uzman ve bütçe sorunları yüzünden Ayasofya’ya ancak 1926 yılında el atabildi. Ancak esas çalışma, 1931 yılında ABD’deki Bizans Enstitüsü’nün kurucusu, ilk ve tek yöneticisi Thomas Whittemore (1871-1950) adlı arkeolog, düşünce ve sanat adamının Ayasofya’nın çeşitli yerlerinde varlığı bilinen ancak üzerleri kalın bir badana tabakasıyla kaplı olduğu için görülemeyen mozaikleri çıkarmak için Türkiye’ye başvurmasıyla başladı.
 
ABD ve Avrupa’da bilimsel çevrelerden destek gören Bizans Enstitüsü, İstanbul’daki Bizans anıtlarının restorasyonu (aslına uygun onarımı) ve konservasyonu (korunması) için gerekli parayı ABD’deki bazı sanatseverlerden ve vakıflardan sağlayacaktı. Yani bu işin Türkiye’ye bir maliyeti olmayacaktı. Gerekli iznin verilmesi üzerine Whittemore, Yunanlı ve İtalyan uzmanlardan oluşan ekibiyle Ayasofya’da çalışmaya başladı. İlk olarak ana mekâna açılan 'İmparator Kapısı’ üzerindeki İsa ile ona secde eden imparator mozaiğini ortaya çıkardı. Bunu yaklaşık 20 yıl sürecek çalışmalar sırasında çıkarılan başka mozaikler, freskler izleyecekti. Bu arada kubbe demir kuşakla güçlendirildi, bazı yerler restore edildi.
 
BALKAN PAKTI HEDİYESİ
 
1934 ortalarında bir akşam sofrasında Celal (Bayar) Bey’in Mustafa Kemal’e Yunan Başbakanı’nın Atina’da kendisine Balkan Paktı’nı kabul etmesi için Ayasofya konusunda “Kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir” dediğini aktarmıştı. Mustafa Kemal’in cevabı şöyleydi: “Az önce, Vakıflar Genel Müdürü buradaydı. Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hali ile harap ve bakımsız. Hatta mezbelelik. Ayasofya’yı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarsak, hem Yunanlılara bir jest yapsak Balkan Paktı’nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım.”
 
Ayasofya arşivinde bulunan bir toplantı tutanağına bakılırsa, bu konuşmayı izleyen günlerde, İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü (İstanbul Arkeoloji Müzeleri) Aziz Bey’in (Ongan) odasına beklenmedik bir anda Maarif Vekili Abidin Özmen gelmiş ve Ayasofya’nın müzeye çevrileceği, bunun için ilgili hazırlıkların yapılmasını ve bir komisyon kurulmasını istemişti. Haberin duyulması üzerine sadece yerel basın değil dış basın da konuya büyük ilgi göstermişti. Örneğin New York Times gazetesinde şöyle yazıyordu: “Atina’daki Panteon ve Agra’daki Taj Mahal gibi tarihin hiçbir zamanına hiçbir ulusuna bağlı olmayan yalnız insanlığa miras kalan bazı medeniyet abideleri vardır. İşte bu abidelerden biri de Asya ile Avrupa arasında Boğazın yamaçlarında yükselen Ayasofya’dır. Doğunun olduğu kadar Batı’nın da duygularını canlandıran bu büyük saygı sembolü şimdi yeni değişikliğe hazırlanıyor. Ayasofya bir Hıristiyan kilisesi olarak kurulmuştu. Sonradan bir Müslüman Camii oldu. Modern düşünceli Türkiye Ayasofya’yı dünyanın en ünlü bir müzesi yapmaya tasarladı.”
 
Sonuç olarak, Bakanlar Kurulu Ayasofya Camii'ni, 24 Kasım 1934 tarihli ve numarasız bir kararla müzeye dönüştürdü. 9 Aralık 1934 tarihinde Müzeler Genel Müdürlüğü'ne devredilen Ayasofya’nın kapısına aynı gün “Tasnif ve tamir sonuna kadar müze kapalıdır” yazan bir levha asıldı. Gerekli bütçe sağlandı ve kollar sıvandı.
 
Ayasofya’da nelerin sergileneceği konusunda uzun tartışmalar yaşandı. Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin dev levhaları Sultan Ahmet Camii’ne taşınmak istendiyse de halkın tepkisinden korkulduğu için, 'levhaların kapılardan çıkmadığı’ söylenerek Ayasofya’nın içinde yere indirildiler ve ters çevrildiler. (14 yıl sonra bakanlık devreye girerek levhaları eski yerlerine astırdı. Böylece hem Ayasofya müze olarak kalmış, hem de İslami değerler korunmuş havası verildi.) Ayasofya'daki vakıflara ait eşyalar depolara kaldırıldı, halıların bir bölümü Edirne'deki Selimiye Camii'ne gönderildi. Sadece şamdanlar, minber, mihrab ve mihrabın önünde birkaç halı bırakılmıştı. Venedik Belediyesi’nin Ayasofya galerilerine, 1204 yılında Konstantinopolis'i yağmalayan Haçlı ordularının Venediklilerin şefi Henrico Dandalo adına tunçtan bir levha koyma isteği Atatürk tarafından sert bir dille geri çevrildi. Müzenin giriş ücreti 11 kuruş olarak belirlendi, biletler basıldı ve nihayet, Ayasofya Müzesi 1 Subat 1935’de halkın ve turistlerin ziyaretine açıldı. Ayasofya Müzesi ilk açıldığı gün 463 yerli ve 280 yabancı tarafından ziyaret edildi. Atatürk 6 Şubat 1935’de Ayasofya Müzesi'ne gelerek incelemelerde bulundu. Müzenin şeref defterine yazı yazdı. Ayasofya Kütüphanesini de gezen Atatürk sonra avluda yapılan kazılar hakkında bilgi aldı, hasar gören yerlerin onarılmasını ve bahçenin de düzenlenmesini istedi.
 
İSTASYON MAKASÇISININ MEKTUBU
 
Bu minvalde 15 yıl geçti. Ayasofya’nın tekrar cami olması için ilk başvuru, Kartal-Yunus İstasyon makasçısı Halit Deliyumruk tarafından 30 Eylül 1950 tarihli bir mektupla DP'li taze Başbakan Adnan Menderes'e yapıldı. Ardından Türk Milliyetçileri Derneği bu konuyu gündeme getirdi. Ama Menderes bu taleplere kulak asmadı. Ardından 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. Konu 6 Mayıs 1964'te Adalet Partisi (AP) İzmir Senatörü Lütfi Bozcalı tarafından Senato'da (o tarihte Meclis iki kamaralı idi) yapılan bir konuşmayla güncellendi. Aynı günlerde Tercüman gazetesi bu konuda bir anket düzenledi. Ankete cevap verenlerden Oktay Aslanapa ve İsmail Hami Danişmend Ayasofya’nın cami olmasını uygun bulurken, Ermeni Patriği Sinork Kalutsyan binanın devletin malı olduğunu müze veya cami olarak istediği gibi kullanabileceğini söylüyordu. CHP ise Ayasofya'nın müze olarak kalmasından yanaydı. Ama sonuç olarak konuyu sahiplenmiş görünen AP de kulağının üstüne yattı ve Ayasofya müze olarak kaldı.
 
1970’li yıllardan itibaren siyasi İslam’ın güçlenmeye başlamasıyla tartışmalar tekrar canlandı. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, mevcut statüyü savunurken, ortağı MSP Genel Başkanı Necmeddin Erbakan, Ayasofya'nın müze yapılmasının, ne kanunlara ne de vakıf senedine uyduğunu söyledi ama arkasını getirmedi. O tarihten beri konu zaman zaman gündeme getiriliyordu. Ama son yıllarda “Ayasofya'nın müze olmasının İslam dünyasının bağrına saplanmış bir hançer olduğu” şeklinde kışkırtıcı bir kampanya sürüyor. 

 

ayasofya_banner.jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum