‘Avrupa bizi neden anlamak istemiyor?’ sualinin cevabı Bediüzzman’da

‘Avrupa bizi neden anlamak istemiyor?’ sualinin cevabı Bediüzzman’da

Bahadıroğlu: Bediüzzaman Said Nursi, korkularını düşüncelerinin dayanağı yapan odakların göstermek istediği gibi “skolastik zihniyet”li bir “medrese mollası” değil

Risale Haber-Haber Merkezi

Yavuz Bahadıroğlu, Avrupa’nın tavrını anlamak için Bediüzzaman’ın tahlillerine bakmak gerektiğini söyledi. Yeni Akit’teki yazısında, “Avrupa’yı anlamak için, ya da “Bizi neden anlamak istemiyor?” sualine cevap bulmak için, Avrupa Uygarlığı’nın çıkış noktasıyla bugüne geliş çizgisini tahlil etmek gerekir... Bu çizgide sömürülen, horlanan, satılan, köleleştirilen ve Avrupa’nın üç paralık menfaati için akla gelmedik eziyetlere muhatap tutulan milletler var. Yağmalanıp yok edilen medeniyetler var. Kanlı savaşlar, boğazlaşmalar ve terör var” diyen Bahadıroğlu, Bediüzzaman’a dikkat çekti:

“Bu konuda yine Bediüzzaman’ın tahlillerine bakacağız, ama öncelikle belirtmeliyim ki, Bediüzzaman Said Nursi, korkularını düşüncelerinin dayanağı yapan odakların göstermek istediği gibi “skolastik zihniyet”li bir “medrese mollası” değil, mutlakıyet, meşrutiyet, cumhuriyet gibi farklı zıtlıkların ve çelişkilerin yaşandığı labirentlerden gelen münevver bir kimliktir.

Bu kimlikten, yersiz endişeler ve ideolojik saplantılar yüzünden Türkiye yeteri kadar yararlanamamıştır, ama Bediüzzaman, hem geçmişe yönelik isabetli tahlilleri, hem teşhisleri, hem de geleceğe ilişkin tahminleriyle cidden üzerinde durulması gereken bir “yeni ufuk”tur. 

Hassaten “Vahiy Medeniyeti” ile “Batı Uygarlığı”nın kaynakları konusunda yaptığı değerlendirmeler hayli ilginçtir. Batı Uygarlığı’nın kuvvete, şiddete, dehşete ve zorbalığa dayandığını belirttikten sonra, insanlık tarihinde bıraktığı tortulara geçerek, şöyle diyor:

“...bu medeniyet-i hâzıra beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete [bedbahtlık] atmış... Hem serbest hevânın tahakkümiyle, havâic-i gayr-i zaruriye [zaruri olmayan ihtiyaçlar] havâic-i zaruriye [zarurî ihtiyaçlar] hükmüne geçmişlerdir. Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y [çalışmak], masrafa kâfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaata, nev’e  [topluma] verdiği servet, haşmete bedel; ferdî, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir. Kurûn-u Ulânın [ilk çağların] mecmu-u vahşetini, bu medeniyet bir defada [Birinci Dünya Savaşında] kustu.” (Tarihçe-i Hayat, 116).

Bunlara karşılık Vahiy Medeniyeti’nin dayandığı unsurlara da bakalım, tâ ki Batılılaşma sürecinde bozulan karakterimize yeniden dönmek mümkün olsun.

1. Hak (Batı’daki kuvvet yerine);2. Fazilet (Menfaat yerine);3. Dinî-vatanî rabıta (Menfi milliyet-ırkçılık yerine);4. Yardımlaşma (Savaş yerine); 5. Hüdâ (Heva ve heves yerine).

“Medeniyet-i hâzıranın [Batı Uygarlığı’nın] inkışâından [havanın açılması hali, ayazlama] inkişaf edecektir” diyen Bediüzzaman, “Kur’ân Medeniyeti” dediği “Vahiy Medeniyeti”nin beş müspet (olumlu) esasını, Batı Medeniyeti’nin beş menfî (olumsuz) esasıyla karşılaştırır:

“Nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki; şe’ni, adâlet ve tevazündür[muvazene]. Hedef de menfaat yerine fazilettir ki; şe’ni, muhabbet ve tecâzübdür [cazibe], Cihet-ül-vahdet [birlik-beraberlik ciheti] de unsuriyet-i milliyet [ırkçılık] yerine; râbıta-i dinî, vatanî, sınıfidir ki, şe’ni, samimî uhuvvet [kardeşlik] ve müsalemet [barış içinde] ve hâricin tecavüzüne karşı yalnız tedafü’dür [savunma]; hayatta düstûru cidal[savaş] yerine düsturu teâvündür [yardımlaşma] ki; şe’ni, ittihad ve tesanüttür [birlik–beraberlik]. Hevâ yerine hudâdır[doğru yolu gösterme] ki; şe’ni, insaniyeten terakki ve rühen tekâmüldür. Hevâyı tahdid eder[nefsin arzularını sınırlandırır], nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline[kolaylaştırma] bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.” (Tarihçe-i Hayat, 117).

Bediüzzaman’ın anlayışı çerçevesinde bir insanlık projesi ve medeniyet anlayışı bütün insanlığa, hiç olmazsa çoğunluğa saadet getirebilir. Zemin yüzünü pisliklerden temizleyerek barışı sağlayabilir. Çünkü yardım, şefkat, fazilet ve hak düsturları barışın, kuvvet, menfaat, bencillik gibi zorbalıklar savaşın temellerini örer.

Irkçılığın “milliyetçilik” kalıbıyla yumuşatılıp gündeme indirildiği şu günlerde Bediüzzaman’ın bu görüşlerinin derinden kavranması gerekiyor. Yoksa yeni karamboller yine kaçınılmaz olacaktır.

Peki, yeniden dirilmenin bir çaresi yok mu?.. Bediüzzaman’a göre, “Var!”Ama önce çöküşün esaslarını tespit etmek gerekiyor:

1. Ye’sin (ümitsizliğin) içimizde hayat bulup dirilmesi; 

2. Sıdkın (doğruluğun-dürüstlüğün) hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede (siyasî ve sosyal hayatta) ölmesi;

3. Adâvete, (düşmanlığa) muhabbet (dostluk);

4. Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları (bağları) bilmemek(cahillik);

5. Çeşit çeşit sarî (bulaşıcı) hastalıklar gibi intişar eden (yayılan) istibdat(diktatörlükler);

6. Menfaat-ı şahsiyesine (şahsî menfaatine) himmeti (tüm gayretini) hasretmek.

Eminim ki, bazıları yine ezberlerini boşaltıp ya da FETÖ’ye kızıp Bediüzzaman’ı “Cumhuriyet düşmanı” olarak niteleyecekler, tabii bu arada bendenizi de “gerici” filan ilan edecekler.

Merak etmeyin, sizden çok önce bu işi yaptılar ve cevaplarını da aldılar. 1935 yılında Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanırken, savcının “Cumhuriyet düşmanı” demesi üzerine şu cevabı verdi:

“Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım isbat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: ‘Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerinehürmeten taneleri karıncalara veriyorum.’

“Yirmibeş senedir hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim. Hükûmet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum. El’i-yazü billah, eğer dinsizlik hesabına, imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapanve kabul eden bir dehşetli şekle girmiş ise, bunu size bilâ-perva ilân ve ihtar ederim ki: Bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeğe hazırım. Ne yaparsanız yapınız! Benim son sözüm ‘Has-bünallahü ve ni’melvekil’ olarak sizin beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim: Ben Risâle-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle i’dam olmuyorum, belki terhis edilip, nur ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey gizli düşmanlarımız ve dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar! İdam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferid ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden tamamıyla intikamımı sizden alarak kemal-i rahat-ı kalb ile teslim-i ruh etmeye hazırım!..” 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum