Avrupa Birliği ve Bediüzzaman

Bediüzzaman ve Avrupa Birliği’ başlığı ve münasebeti boş gibi gelebilir. Bununla birlikte, kimi İslami çevrelerde Türkiye’nin AB istikametini Bediüzzaman’ın tayin ettiğini söyleyen veya bu yöndeki telkinlerine bağlayanlar var. Bu meselenin üzerinde çok duruldu ve çok yükleme (tahşidat) yapıldı lakin mesele adamakıllı tartışılmadı. Bir tabu olarak kaldı. Gerçekten de Bediüzzaman, AB ile Türkiye münasebetleri konusunda bir öngörü de bulundu mu? Öngörüden öte bir meşruiyet atfetti mi? Yaşasaydı tavrı ne olurdu? Ya da onun eserlerinden ve sözlerinden AB istikameti lehine bir veri çıkarmak mümkün müdür?

Genellikle bu soruların cevabında şöyle değerlendirmeler yapılıyor. Batı ikidir. Bu, umumi bir sözdür. Batı’nın en azından iki ve onun ötesinde ve üzerinde çok sayıda olabileceğini ifade etmektedir. Attilla İlhan da birden fazla ABD veya Batı’nın olabileceğini ifade etmektedir. Öyledir de. Dolayısıyla Batı’nın bütün yüzlerine yüz çevirmemiz akıllıca bir davranış olmaz. Peygamberimiz, dört veya beş nedenden dolayı Batılıları tebrik ediyor. ‘Batı ayetleri’ başlıklı yazımızda bu hususa temas etmiştik. Müslim, Sahih’inde ve Ahmed Bin Hanbel Müsned’inde Müstevred Kureşi’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Müstevred Kureşi, Mısır fatihi Amr İbnu’l As’ın yanında “Kıyamet koptuğu sırada Batılılar insanların ekserisi ve en kalabalığı olacaktır...” diyor. Bunun üzerine Amr İbnu’l As: “Ne dediğinin farkında mısın?” diye mukabele ediyor. Müstevred el Kureşi devam ediyor: “Ben Resulullah’dan duyduğumu aktarıyorum.” Bunun üzerine Amr İbnu’l As: “Öyleyse devam et” diyor. Müstevred rivayetine devam ediyor: “Onların dört (başka rivayetlerde beş) önemli sıfata ve haslete haizdirler. Fitne ve kargaşa döneminde en metanetli insanlardır. Müsibetten sonra hemen toparlanırlar ve hamle gücünü yeniden kazanırlar. Yeise düşmezler. Darbe yediklerinde hemen mukabeleye geçerler. Fakir, yetim ve zayıfları gözetirler ve onlara karşı hayırlıdırlar. Krallarının istibdadına ve zulmüne engel olurlar...” Günümüzün diline uyarladığımızda özellikle Avrupalılarda gördüğümüz hasletler ve kriterler övülüyor. Bu kriterler arasında en fazla dikkat çeken sosyal güvenlik prensipleri ve yöneticilerin zulümlerine engel olmalarıdır. Bu da günümüzün kavramlarıyla demokratik yapıya ve yöneticilerini sorgulama imkanına sahip oldukları anlamına geliyor.

*

Sadece Batı değil Şia da Bediüzzaman’a göre ikidir. Elbette bu iki içinde çok ikiler daha vardır. Bununla birlikte, ‘Şia’yı velayet’ ve ‘Şia’yı hilafet’ şeklinde genel çerçeveyi belirler veya başka bir taksimat yapar. Yine alimler Mürcie’nin de iki kısım olduğunu söylerler. Bid’i Mürcie Sünni Mürcie (Es Sirau’l fikri ve’l akadi beyne ehli’l eseri ve ehli’n nazari, Dr. Macid ed Derviş, Alemü’l Kütüb, Beyrut, s: 61). Halbuki, genelde Mürcie 11 fırka olarak bilinir. Burada ana iki eksene ayrılması toptancı davranmaktan kaçırmak ve adil olabilmek içindir. Her meslek içinde dane-i hakikat bulunabilir. Bu itibarla ikiye ayırmak da mümkündür. İkinci bir mesele ise bu taksimatla, insanların maddi ve manevi olarak haklarını yememe kaygısı güdülmektedir. İnsanların haklarını yemeyin ve tartılarını eksiltmeyin (Hud: 85) buyrulmaktadır. Demek ki Batı’nın iki olduğu meselesi hak yenilmemesi için yapılan bir ihtardır. Yoksa Batılıların kulağa üflemesini tersine çevirmek için değil.

Muhammed Said Ramazan el Buti’nin ‘gelsin Batı bizi kurtarsın’ şeklinde bir yaklaşımı basit ve yanlıştır. Bununla birlikte, Bediüzzaman zaten İslam aleminin bir biçimde görevini ihmal ettiğinden dolayı Batı tedrisatından geçtiğini ve mekteplerinde okuduğunu söylemektedir. Bunun ötesinde Bediüzzaman, Hegel gibi düşünmektedir. İslam alemi de gelişebilmek için 180 derecelik bir bakış açısına sahip olmalıdır. Her yerde olan hiçbir yerde olmaz. Tam objektif olabilmek veya 360 dereceyi ihata etmek Cenab-ı Hakkın şanındandır. Bizim değil. O kullarını kuşatır. İman bizim için, ihata ise onun içindir.

Bediüzzaman, Hegel mantığıyla şunu söylemiştir: “Şark husûmeti, İslâm inkişâfını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husûmeti, İslâm'ın ittihâdına, uhuvvetin inkişâfına en müessir sebeptir; bâkî kalmalı.” Maalesef bazıları tekellüflü tevillerle bunu bağlamına/siyakına oturtamıyorlar. İslam dünyası bir blok olarak kalabilmesi için Batı’nın öteki olarak algılanması ve Hegelvari Batı düşmanlığının bir biçimde devam etmesi lazım. Bediüzzaman’ın öteki olarak Batı’ya atfı işlevseldir. Ontolojik veya mütecavizane bir düşmanlık değildir. Hikmete mebni bir husumettir. Bu nedenle işlevseldir.

Bediüzzaman’ın medeniyet olarak Batı medeniyetine bakışı ise negatiftir ve ancak İslam medeniyetinin Batı medeniyetinin inkişaı yani intifası halinde zuhur edeceğini söylemektedir. Bediüzzaman Sunuhat adlı eserinde mevcut medeniyetin İslam medeniyetiyle tamamen çatıştığını ve birbiriyle müsalaha veya muvasala imkanı olmadığını söyler. İslam medeniyeti medeniyet-i hazıranın yerini alacaktır. İşte buna dair o sözleri: “Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişâından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz' eder. "İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe'ni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazüptür. Cihetü'l-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki, şe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedâfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe'ni ittihad ve tesanüttür. Hevâ yerine hüdâdır ki, şe'ni insaniyeten terakkî ve ruhen tekâmüldür. Hevâyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. "Demek, biz mağlûbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslâmdan doksan, belki doksan beştir.

"Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilâsıyla istihaleye mâruz kalmaktan ise, âkılâne davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip, kendine hâdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır. "Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese "Öl," diğeri diyecek "Diril." Birinin menfaati zarar, ihtilâf, tedennî, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder. "Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslâmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı."

Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti. Dediler: "Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür seda İslâmın sedası olacaktır!"

*

Başbakan Erdoğan’ın ‘AB yerine Şanghay İşbirliği Örgütüne katılırız’ şeklindeki ifadeleri eski tartışmayı yeniden alevlendirdi. Elbette Başbakanın buradaki konuşması biraz İsmet İnönü’nün Johnson Mektubuna tepki olarak ‘yeni bir dünya kurulur biz de içinde yer alırız’ şeklindeki sözlerine benzetilebilir. Blöf yapıyor diyenler de oldu. Bununla birlikte İnönü’nün halefi olan Kılıçdaroğlu meseleyi hemen Batı uygarlığına ve medeniyetine bağladı ve AB istikametinin Batı uygarlığına merbutiyetimizden kaynaklandığını ve bu yönüyle vazgeçilmez olduğunu söyledi. Bu söyledikleri gerçeğe mutabık ise bizim medeniyetimiz İslam medeniyetidir. AB, Batı medeniyetini temsil ediyorsa bu durumda farklı kamplara ve havzalara düşeriz.

Esasen Bediüzzaman Batı içinde yer almaktan ziyade Batı’nın bir gün İttihad-ı İslam noktasında rezervlerini kaldıracağı umudunu taşır. Soğuk Savaş döneminde Yeşil Kuşak projesiyle bunun kıyısına gelinmiş ama aşılamamıştır. Hatta Antony Eden gibi Batılılar, Arap Birliği’nin kurulmasını da Kuzey Kuşağına karşı Yeşil Kuşak projesinin bir devamı olarak teşvik etmişlerdir. Bugün ve yarın Çin’in soluğu ABD’nin ensesindedir. Belki de Soğuk Savaş döneminde olmayan bir gelişme, Şanghay İşbirliği örgütünün gelişmesiyle yaşanabilir. Batı İslam dünyasını kendi haline bırakabilir. Arap Baharı da bunun temellerini hazırlıyor olabilir. Bu, Batı’nın gönül rızasıyla değil şartların zorlamasıyla olacaktır. Bu arada bizim yerimiz Şanghay Beşlisi değil, İslam alemidir.

Bediüzzaman komunist bloka karşı Batı ile işbirliği önermiş lakin İslam aleminin kendi içinde bir blok olarak kalması formülüyle bunu onaylamıştır. İslam alemini bırakalım ve Batı’nın içine girelim diye bir dileği ve tezi yoktur. Şimal cereyanına karşı ve Deccal’a karşı Bediüzzaman, Hıristiyan ruhanilerle ve Batılı devletlerle işbirliğine önem vermiştir. Hıristiyan ruhanilerle ittifak da bu zemine matuftur. Zaten bu politika Kırım Savaşından beri kesintilerle devam etmektedir. Bunu kolaylaştıran şimal cereyanı olmakla birlikte zorlaştıran da İsrail olmuştur ve şimal cereyanına ve Rusya’ya karşı tam bir ittifak sağlanmasının önüne engel olarak çıkmıştır.

Bediüzzaman’ın İslam’a dayalı siyasi projesi ittihad-ı İslam’dır. Diğerlerin peşine düşmek fütur verir ve zaman kaybettirir. Yolcu yolunda gerek. Mevlana yolunu şaşırmış bir hacıya yol gösterir ve kutsal yolcuyu şöyle ikaz eder: Ey hacı! Bu tuttuğun yol seni Arabistan'a (Hicaz’a değil), Türkistan’a götürür. Veya bugünkü tabirle Garbistan'a. Dolayısıyla Brüksel ile Şanghay arasında savrulmadan; tam ortasından yürüyerek, coşkumuzu kaybetmeden Hicaz istikametini tutturmalıyız. Atalarımız gibi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum