İmam Bediüzzaman’ın Kürd Alimleri, Ağaları ve Şeyhlerine mektubu

İmam Bediüzzaman’ın Kürd Alimleri, Ağaları ve Şeyhlerine mektubu

Bu haftaki yazı Üstadın hayatında bilinmeyen bir iki noktanın aydınlatılmasına katkı sağlayacaktır. Bilindiği gibi Üstadın ilk İstanbul hayatı çalkantılı geçmiş, maceranın sonu hapishanede tamamlanmıştı. Hapisten ne zaman çıktığı ve kimin aracılığı ile tahliye edildiği bilinmiyordu. Bizzat tarafımdan hazırlanan tarihçelerde tahliye sebebi o günlerde artan İttihatçıların nüfuzuna verilmişti. Ancak yeni ele geçen bir arşiv belgesi bu konuya bir hayli açıklık getirmektedir.

İMAM BEDİÜZZAMAN HAPİSTEN NE ZAMAN TAHLİYE EDİLDİ

Dahiyle Nezareti Mektubî Kalemi’nce yazılan belge şöyle der:
“Van vilayet-i aliyyesine
Fuzaladan ve hüsn-ı hal ashabından olduğu 21 Mayıs 324 tarihli telgrafname-i vaâlâlarında iş’ar buyrulan Bitlisli Molla Said oraya avdet etmek üzeredir. Ancak kendisinden buraca meşhud olan bazı etvar ve evza’ oraca beyn’el-aşâir teferrüd daiyesine kalkışmak veya bir mefsedet îka etmek şüphesini tevlid etmekte olduğundan öyle bir hal ve harekete tasaddi etmesi me’mul ve kâbil olup olmadığının bi’l-etraf mülahazasıyla acilen işâr buyrulması babında ..”

belge1.jpg

Belgenin tarihi bir hayli dikkat çekicidir. 6 Temmuz 1324/19 Temmuz 1908 bu tarih II. Meşrutiyet’in ilanından sadece 4 gün öncedir. Şayet yola çıkarılmış ise Meşrutiyet’in ilanını yolda öğrenmiş ve derhal geri dönmüş olmalıdır. Zira Meşrutiyet’in üçüncü günü İstanbul’da meşhur hürriyet nutkunu okuduğu bilinmektedir.

Belge aynı zamanda Üstad’ın serbest bırakılma sebebini de açıklar mahiyettedir. Buna göre Üstad’ın durumu Van’dan sorulmuş, Valilik O’nun faziletlerini ve güzel hasletlerini bildiren bir cevap vermiştir. Buna rağmen Üstad’ın 40 gün daha hapiste tutulması ayrı bir garabettir.

İMAM BEDİÜZZAMAN VE SULTAN ABDÜLHAMİD

Zaman zaman suistimallere ve yanlış anlamalara sebep olan Bediüzzaman ve Sultan Abdülhamid arasındaki ilişkiler ayrı bir araştırmanın konusudur. Ancak çok temel bir iki hususa işaret etmek yerinde olacaktır.

Bu konudaki en temel yanlış, Peygamber varisi bir alim ile, siyasî bir devlet adamını aynı kefeye koyup aralarında karşılaştırma yapmaktır. Bu karşılaştırma bizi tamamen yanlış sonuçlara götürür.

57763.jpg

Tarih boyunca alimler bilhassa ilimleri ile amel eden peygamber varisleri, devlet adamlarını ikaz edip eleştirmişlerdir. Bu eleştirilerinde tamamen haklı gerekçeleri vardır. Hiç kimse kalkıp, bir alim ile bir devlet reisini kıyaslayıp, şu haklı, bu haksız gibi bir ayrım yapmaz. Alim Kur’an’ın emirlerini ve sünnetin prensiplerini nazara alır, bunlara uymayan davranışları şiddetle eleştirir. Bu duruma herkes saygı gösterir.
Siyasetçinin davranışları ise çoğu zaman uluslararası siyasetin, dış güçlerin, zamanın icaplarının tazyiki altında, binbir pazarlık sonunda şekillenir.

Bu prensip açısından Sultan Abdülhamid’in dönemi değerlendirildiğinde onu zaman zaman tenkid eden, M. Akif, Elmalı, Mustafa Sabri ve İmam Bediüzzaman gibi şahsiyetlerin yaptıkları eleştirilerin Kur’an ve Sünnet hukuku açısından son derece haklı gerekçeleri vardır. Bu tenkitleri yapmak aynı zamanda “haksızlık karşısında susmama” kuralı açısından üzerlerine farz bir görevdir.

Öte yandan Sultan’ın da kendine göre siyasî sebepleri vardır. Siyasî sebepleri kendisi gibi siyasetçiler değerlendirir, “iyi yaptı” ya da “kötü yaptı” şeklinde bir tespitte bulunabilirler. Sözün özü sünnete bağlı bir alim, zamanın sultanını eleştirdiği için hiçbir şekilde haksız görülemez, hele sultan ile ilim adamı arasında bir kıyaslama yapılamaz.

Bu ayrıntıya girilmesinin özel bir sebebi var elbette! O da Sultan Abdülhamid’in halk nazarındaki sevgisini ‘bir şekilde maddî yada manevî ranta çevirmek isteyen’ bazı grupların fırsattan istifade, yukarıda izah etmeye çalıştığım yanlışı bilerek tekrar etmeleri ve “bak bu zat veli padişaha ne demiş!” diye söze başlayıp, post kapma yarışını ısrarla sürdürmek istemeleridir.

SULTANI ELEŞTİRMENİN ÖLÇÜSÜ

İmam Bediüzzaman, sadece tefsir ya da kelam ilminde imam değildir. O zat aynı zamanda tarih ilminde de imamdır. Bir çok konuda Risale-i Nurlar hala gerçek muhataplarının ellerine ulaşmamıştır. Tarih konusu da bu alanlardan biridir. Cemaat tarih konusunda klasik milliyetçi kanadın etkisi altında kalmış, zaman zaman ‘Üstadın tarih konusunda bir hatası ile Risale-i Nurlar mahkum edilemez’ türünden açıklamalar yapılmıştır. Oysa tarih anlayışında İmam Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu prensipler, dînî tecdidin bir parçasıdır, biri diğerinden ayrı düşünülemez!

Bu konu oldukça uzun ve önemli bir konudur ve ayrı bir çalışmada ele alınacaktır. Ancak bir prensibe işaret etmek yerinde olur. Yukarıda adı geçen alimler, Sultan Abdülhamid’i daha iyi bir Müslüman olarak görmek istedikleri için eleştirmişlerdi. O zat iş başında iken, yetkili ve sorumlu olduğu için, görülen her türlü eksiklik, şiddetli bir tarzda dile getirilmiş düzeltilmesi istenmişti. Bu son derece normal bir durumdu.

Sultan Abdülhamid, iş başından gittikten sonra, İttihatçılar ve Kemalistler, onu eleştirmeye devam ettiler. Kendi suçlarını onu eleştirerek örtme yolunu seçmişlerdi. Bu durumda İslam alimleri sustular. Zira Kemalistler Sultan’ı Müslüman olduğu için eleştirmekteydiler. Onlarla aynı safta Sultan’ı eleştirmek insafsızlıktı. Ayrıca İslam karşıtı cephenin topları nereye çevrilmiş ise, o cepheyi müdafaa etmek bir fazilet örneğiydi. İmam Nursî bu düsturu “ben tokadımı Antranik ile birlikte Enver’e; Venizelos ile birlikte Said Halim’e vurmam! Vuran da nazarımda sefildir!” şeklinde formül haline getirmişti.

YANLIŞ ANLAŞILMA KORKUSU İLE BU UZUN AÇIKLAMA ARAYA GİRDİ

Yukarıdaki belgeye geri dönülecek olursa, istibdat döneminin son Dahiliye Nazırı’na göre Molla Said, aşiretleri ayaklandırıp bir isyan çıkarabilirdi. Dikkat edilmeliydi! Bu ifadelere bakılırsa İmam Nursî’yi hiç kimse dinlememiş ve anlamaya çalışmamıştı. O, Kürd çocukları cahil kaldılar. Batının uğursuz fikirleri bölgede yayılıyor! Kürtler  için istikbalde müthiş darbeler hazırlanıyor, bu durum basiret ehlinin yüreklerini parçalıyor. Medrese ismi altında fen bilgisi ve dini ilimleri mahalli lisan ile birlikte okutacak üç ayrı bölgede okullar açılsın, ihtilaftan dolayı kaybedilen Kürtler geri kazanılsın diye çırpınırken (1), bu uğurda hapislere atılırken, Nazır Efendi, Bediüzzaman’ın isyan çıkaracağından bahsediyordu. Bu derece körlük ancak devşirme nazırlara yakışan bir durumdu.

Sultan Abdülhamid’i müstebit diye eleştiren Kemalistler kendileri yüz kat daha şiddetli bir istibdat uygulayacaklar ve İmam Nursi için aynı iddiayı tekrar edeceklerdi: “Said Nursî bölücüdür ve güvenliği tehdit etmektedir….!”

Oysa karşılarında her dönemde dik duran bir hakikat kahramanı vardı. Bir asırlık hayatında fikir istikameti açısından en ufak bir sapma göstermemişti. Hapislere atılıp onuru kırıldığı halde ilk fırsatta yine kardeşlikten bahsetti. Selanik’te yayınlanan İttihat ve Terakki Gazetesinde neşrettiği bir mektup ile her iki dönemin müfterilerine tokad gibi bir cevaptı:

“Kürdlerin şerefli ve itibarlı alimlerinden Molla Sadi-i Meşhur tarafından Kürdlerin alimleri, şeyhleri, reisleri ve fertlerine hitaben yazılan mektuptur.

img_8840.jpg

Ey Peygamberin varisleri olan Kürd alim ve şeyhleri, hükümet merkezinde olduğum için sizleri uyarıyorum!
Şöyle ki bu son zamanlarda istibdad fikrinin karanlık bulutları, İslamiyet’in hakiki yücelik ve güzelliğini örtmüştü. Öyleki adeta İslamiyet yabancıların nazarında adalete, hürriyete ve gelişmeye engelmiş gibi anlaşılmaktaydı. Haşa sümme haşa!

Zira (sadr-ı evvelin) İlk dört halifenin hürriyet, eşitlik ve adaleti açık bir delildir ki   parlak şeriat; hürriyet, adalet ve eşitliğin her türlü bağlarını ve şartlarını içermektedir.
Çünki şeriat kelam-ı ezeliden geldiği için ebede gidecektir. Nasılki peygamberler vahiy ile temel esasları kurmuş ve müçtehidler içtihad ile diğer hükümleri onlardan çıkarmışlar. Siz de zamanın ihtiyaçlarına göre  o adalet hükümlerinin uygulanma yollarını gösteriniz.

ustad1.20100105090628.jpg

Ey Kürtlerin cesur reisleri!
Şimdiye kadar padişaha itaat ettiniz, fakat milletin vahşetinden dolayı gerileme ve sönmeye mahkum olan kuvvet ve zorlamayı millete karşı kullanmaya lüzum gördünüz! Şimdi de padişah imamdır, ona uyunuz! Zira o ebedî bir ömre mazhar olan marifet ve adalet ile milletini idare edecek! Siz de öyle yapınız! Kuvvet ve şiddet yerine akıl ve zekayı kullanınız! Taki kurtuluşa eresiniz! Çünki hakim bir fert değil ki aldatmak mümkün olsun! Şimdi hakim milletin birliğinden doğan ortak fikirlerdir. (efkar-ı umumiye, kamu oyudur). Buna karşı hile; ancak hileyi terk etmek ve doğruluk göstermekle olur.

Sözün özü, padişahımız o çok haşmetli ağalık kürkünü, adaletin ve merhametin ipek –elbisesi- ile değiştirdi. Sizde o eski ağalık abası yerine adil reislik gömleğini giyiniz!

Ey bağlı arslanlar gibi duran Kürdler!
Şimdiye kadar iki yönden esir idiniz! Bir istibdat hükümetinin zalim vergileri ile, diğeri bazı zalim -reislerinizin- soygun ve yağmalarıyla. Şimdi bu büyük inkılaptan sonra özgürsünüz! Her biriniz kendi aleminizde insanların hakkına tecavüzü önlemek şartıyla, adil hükümete itaat suretiyle hürsünüz! Bunu korumak için ellerinizden geldiği kadar milletin birliğine her yönden hizmet ve vatandaşların haklarının muhafazasına gayret ediniz!
Zira bizim ve belki umum İslam milletinin ve kesinlikle Osmanlıların hayatı bu milletin ittihadı ve birliğine bağlıdır.

ustad2.20100105090722.jpg

Ey bütün Kürdler
Uyanık olunuz! Taki bozguncu fikirlere sahip olanlar sizin kalplerinizdeki ayrılıktan yararlanmasın! Ve bu milletin şanlı birliğine –ayrılık- bozgunculuk mikrobu vermesin!
O vakit bütün millet ve İslamiyet sizden davacı olacak, bu ayrımcılık karmaşasını zamanın tokadını yemeden terk ediniz! Zira kurtuluş ve selamet fikir birliğindedir. Biz muvahhidiz (aynı itikadı taşıyoruz) fikir birliği ve kalplerin ittihadını sağlamakla görevliyiz!

Bunu da kesinlikle biliniz ki her tarafa saldıran medeniyete karşı, vahşet muhafaza edilemeyecektir. Sizden beklediğim nokta Kürdlüğün namus ve haysiyetini korumak -için-, yiğit ve kahraman olan Arnavutlara uyunuz! Bu da adalet eşitlik ve kardeşliğe hizmet etmekle olur!

Yaşasın yüce Şeriat! Yaşasın ilahî adalet! Yaşasın cesaret timsali olan askerlerimiz! Yaşasın gücün timsali olan ordularımız! Yaşasın Peygamberin halifesi! Yaşasın akıl ve millet için fedakarlığın sembolü olan millî cemiyetimiz! Yaşasın bütün Osmanlılar”  (2)

MEKTUBUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Mektupta ilk göze çarpan husus; İmam Bediüzzaman kendisine yapılan haksız ve insafsız resmî muamelelere göre fikir değiştirmeyi düşünmemiştir. Resmî şüphelerin tamamen aksine İslam milletinin ittihadına fevkalade önem verdiğini göstermiştir. Fikir namusunun bundan daha sağlam bir ölçüsü olamaz. Üstelik bu durum sadece bu ilk hapsi için söz konusu değildir.  Bilindiği gibi 31 Mart hadisesi sonrasında irtica ithamı ile tutuklanmış, Hareket Ordusunca idamla yargılanmış, ama O yine küsmemiş, doğuya döndüğünde aşiretler arasında yine hürriyeti ve meşrutiyetin güzelliklerini anlatmaya devam etmiştir. Meşhur Münazarat eseri bu dönemin bir manifestosu hükmümdedir.

Aynı şekilde tek parti hükümetlerinin 23 yıl süren işkenceli sürgünlerine ve bölücülük ithamlarına karşı küsmemiş, her zeminde kardeşlik söylemini güçlendirerek anlatmaya devam etmiştir. Onlar yüz yıllık iftiralarından bir adım geri atmasalar da İmam Bediüzzaman, ortaya koyduğu fikir çizgisi ile aynı zamanda bir “İstikamet İmamı” olduğunu da göstermiştir.

Yetkilerin sadece Sultan’da toplanması ile seçilmiş bir meclis tarafından kullanılması arasındaki farkı “hakim bir fert değil ki aldatmak mümkün olsun! Şimdi hakim milletin birliğinden doğan ortak fikirlerdir” şeklinde veciz bir şekilde ifade eden Üstad’ın  bu yaklaşımı, bir yönüyle geçmiş yüz yılı özetlediği gibi diğer yönüyle hala ulaşılması mümkün görülmeyen bir millî hayal olarak ortada durmaktadır.

İslam milletinin birliği ve kardeşliğe yapılan vurgunun önündeki en büyük engel, artık varlığı kanıksanan yabancı güçlerin bölge üzerindeki hesaplarıdır. Bu hesabı bozmanın yegane yolu bir yandan Risale-i Nurların ders kitabı olarak okullarda okutulması, diğer yandan bölge ile ilgili global planlar için masaya oturabilecek şekilde ekonomik bir güç elde edebilmektir.

Öyle anlaşılıyor ki günümüzdeki olaylar, şer cephesinin son saldırılarıdır. Bu saldırı durdurulduğunda Asr-ı saadet baharına giden bütün engeller ortadan kalkmış olacaktır.

Son söz “ümidvar olunuz şu istikbal inkılabı içerisinde en yüksek gür sada, İslam’ın sadası olacaktır.”

DİPNOT:
1-Bkz. İmam Bediüzzaman’ın Mabeyn’e verdiği dilekçe.
2-İttihat ve Terakki Gazetesi 6 Eylül 1908, nr. 14 sh. 3; Bu mektup küçük çaplı değişikliklerle Nutuk isimli kitapçığa alınmış, Asar-ı Bediiyye’de neşredilmiştir. Buraya yazının Osmanlıca aslı (gazetede yayınlanan ilk şekli) ile birlikte tarafımdan sadeleştirilmiş metni alınmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
12 Yorum