Atatürk heykeli yıkılır, Said Nursi heykeli dikilir

Atatürk heykeli yıkılır, Said Nursi heykeli dikilir

Perinçek'in ikide bir Said Nursi heykelini yazmasına karşılık Risale-i Nur Külliyatında heykelin gereksizliği yer alıyor

Ahmet Bilgi'nin haberi:

RİSALEHABER-İşçi Partisi Genel Başkanı ve Ergenekon tutuklusu Doğu Perinçek, yine Said Nursi'nin heykelinden bahsetti. Görüşlerini "heykeller"le anlatan Perinçek, Said Nursi'nin heykele karşı olduğunu bile bile ısrarla aynı sözleri tekrarlıyor.

Said Nursi heykellerinin dikileceğini, Atatürk heykellerinin yıkılacağını ileri süren Perinçek, gazetesi Aydınlık çalışanlarına verdiği mesajda "Saidi Nursi heykelini kim dikti Aydınlık’ın göbeğine" diye sordu.

Perinçek, "Atatürk heykellerinin karşısına Saidi Nursi, İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Sait, Seyit Rıza heykelleri dikilir, o heykellerin önlerinde pozlar verilir, kimse sesini çıkarmaz, derken sıra Atatürk heykellerinin de yıkılmasına gelir. Silivri duvarlarından gözlerimi İstanbul tarafına diktim, Aydınlıkçılar her an Aydınlık’ı kuşatacaklar ve “aydınlığın sahibi vardır” diyecekler umuduyla bekliyorum. Benim bildiğim Aydınlıkçının fırtınası buralara kadar eser. “Şimdi” diyorum, “Aydınlık’taki çalışanlar çoktan isyan bayrağını açmıştır.” Üç gün bekliyorum, sesler İstanbul’dan buraya ancak ulaşır diye. Peki, o Saidi Nursi heykelini kim dikti Aydınlık’ın göbeğine, kimler sustu ve boyun eğdi, kimler bu karanlık eylemin üzerini kapattı, aman kimseler duymasın dedi?" dedi.

BEDİÜZZAMAN'IN HEYKEL AÇIKLAMASI

Perinçek'in ikide bir Said Nursi heykelini yazmasına karşılık Risale-i Nur Külliyatında heykelin gereksizliği ve anlamı ile ilgili ifadeler yer alıyor. Perinçek'in okuması temennisiyle o bölümleri buraya alarak tekrar hatırlatıyoruz.

Rivayette vardır ki, "Ahirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâva edecekler ve kendilerine secde ettirecekler."

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder.

Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir. (Şualar)
 
***
 
"Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?"
Cevaben Üstadımız dedi ki:

"Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar.
 
Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider.
"Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek" dedi.
(Emirdağ Lahikası)
 
***
 
Memnu heykel, ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riyâ-yı mütecessiddir. (Mektubat)
 
***
Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler.

İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ enâniyetle ittiham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah’ı tanımadıkları için,
çok şeylere, çok zâtlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda
ve sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gâyet müthiş bir riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette hikmet-i şer’iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharribleri Ehl-i Sünnete taslît etti. Onlarla tâdil edecek.
(Mektubat)