Asr-ı Saâdet metodu

İnsanın yaratılış gayesi iman ve duadır. Esma-i hüsnaya ayinadarlık yapmaktır. Elmas kabiliyetlerini inkişaf ettirerek manevi terakkilere ulaşmaktır. Bu vazifelerinde ise önce merkeze enfüsi tefekkürü alarak marifetullaha ulaşmalıdır.

Yoksa enfüsü terkederek afaka dalarsa malayani malumatlar nazarını dağıtır. Bazen de afaktaki kuvvetli esbaplar nazarları kendisine celbeder. İnsan yine mahiyeti gereği esbaba mana-i ismi ile bakmaya ve gelişen hadiselerin esbaptan zuhur ettiğine hükmedebilir. Bu noktada aldanmalar başlar ki işte tamda kırılma bu aşamada baş gösterir. Çünkü çürüme ilk kırılmanın olduğu yerden başlar.

İnsan enfüsi boyuttaki iman, dua ve ubudiyet vazifelerini atlayarak hadise-i âlemin geniş dairesindeki etki alanında olmayan sadece ilgi alanında olan ve de ara sıra vazifesi bulunan boğuşmaları takip etmeye başlar ki bu vehim ve vesveseler kalb, vicdan ve ruhu sıkmaya başlar. İşte bu sırdan dolayıdır ki Bediüzzaman “sohbet-i dünyeviye-i siyasiye kalpleri ifsad, akılları geveze eder” der.

Bizler birinci daire olan kalp dairesinde Allah’ın razı olduğu duruştan ziyade nefislerin haz aldığı ve Allah’ın nefislerin haz almasından hazzetmediği duruşları yapmamamız gerekir.

Vazifelerimizi sünnet ölçüsünde hayata tatbik etmek durumundayız. Çünkü sünnet, müslümanların istikametli duruşu ve doğru metodudur. Çıkmaz sokaklara girmemenin işaret levhaları gibidir.

Sünnet, Efendimiz (asm)’in Kur’an ahlakı ve her asırda ümmetinin çıkış ve kurtuluş reçetesidir.

Şimdi biraz da asr-ı saadete gidelim ve o halet-i ruhiyeden hisse almaya çalışalım.

Efendimiz (asm) peygamberlik vazifesine başladığında Mekke müşrikleri kendisine gelmişler ve Mekke’nin krallığını, para ve en güzel hanımları teklif etmişlerdir. Yeter ki Efendimiz (asm) davasından vazgeçsin veya biraz taviz versin, belki de şirk karşısında sessiz kalsın.

Ancak Peygamberimiz (asm) "bir elime ayı diğer elime güneşi verseniz ben davamdan vaz geçmem" demiştir. Öyleyse Peygamberimizin davam dediği acaba neydi?

Bu dava siyaset davası olsaydı zaten bunu müşrikler vermişlerdi. Demek ki siyaset davasından daha zaruri ve Allah’ın marziyatı olan dava iman ve tevhid davasıydı.

Sonuç ne oldu? Belki de şer gibi görünen Mekke’den göç edildi. Yani hicret. Sıkıntılar ve meşakkatler yaşandı. Zahmetten rahmete geçişim ön şartları tahakkuk etti.

Şimdi de bizden bir hicret istenmiş olmasın? Asr-ı saadetteki hicretten kalbî imana, enfüsî duaya ve de kulluğa bir hicret dersini çıkaramaz mıyız?

Çünkü Medine'de iman, dua ve kulluk kalplerde makes buldu. Daha sonra Allah’ın rızası tahakkuk etti ki Mekke çok kolay bir şekilde fetholdu. O zaman ferec ve fütuhat için önce Mekkî bir iman ve duruş, kalbî ve enfüsî bir hicretten sonra Medine gibi bir hayat ve sonunda ise yine Mekkî bir fütuhat olması gerekiyor olmalıdır. Bu yolculukta ise nefsî ve hissî hazlar olmamalı, meşakkatli zorluklar yaşanmalı ki Rıza makamlarına çıkılabilinsin.

O halde afaktan enfüse dönmek, kesretten vahdete ulaşmak, asr-ı saadetten günümüze sünneti taşımak mecburiyetindeyiz.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.